Medeniyetin Tüm Hatlarıyla İlk Kez Belirmesi II
Mezopotamya: Erken Hanedanlık Dönemi – Büyük Aileler (Saraylar)
Uruk dönemi yerini günümüzde Hanedanlık dönemi olarak adlandırılan evreye bırakır. Geçiş, sorunsuz bir süreklilik biçiminde gerçekleşmemiştir. Bir tür düşüş vardır ama bu tamamen bir yok oluş değildir. Söz konusu olan daha ziyade güney Mezopotamya toplumunun yeniden örgütlenmesidir.
Erken Hanedanlık dönemi (MÖ 2800–2350) daha merkezi kurumlaşmaların, özellikle de rahiplerin, yani dini kimliklere sahip örgütleyicilerin dışında yöneticilerin ortaya çıktığı bir dönemdir. Üçüncü bin yılın başları genel bir nüfus artışının yaşandığı bir dönemdir. Kentleşme aynı şekilde sürmektedir. Bir yandan kent devletleri siyasi coğrafyanın temel unsurları olurken, diğer yandan rahiplerin karşısında farklı bir otorite kaynağı olarak askeri liderler ortaya çıkmaktadır. Kent devletlerinin ve bunlar arasında şiddetli bir rekabetin ortaya çıkması Mezopotamya’da bir süredir yaşanmakta olan suların çekilmesine bağlanabilir. Sulama gün geçtikçe zorlaşmaktadır. İlk kanallar bu dönemde gözükmeye başlar. Sulamanın zorlaşmasıyla birlikte toprağın gün geçtikçe biraz daha tuzlanması da bir başka sorundur. Sulama sorununa kentlerin köylerden daha fazla ürün fazlası talebini de eklediğimizde, bazı dengelerin değişmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Nitekim bu dönem kırsal nüfusun azaldığı, köylerden kentlere göçün arttığı bir zamandır. Büyük yerleşimlerin kapladığı yerle küçük yerleşimlerin kapladığı yer arasındaki oran Geç uruk evresinde 2:8’ken, II. Erken Hanedanlık döneminde bu oran 9:1 şeklinde tersine dönmüştür. Tüm bu değişikliklerin kent devletleri üzerindeki etkisinin çetin bir rekabete yol açmasını beklemek şaşırtıcı bir sonuç değildir ki, bu sürekli çatışma içindeki kent devletlerinin dönemidir. Bu rekabetin önemli bir sonucu savaş konusunda yetenekli liderlerin değerinin artması, liderin dini rolünden ziyade askeri rolünün ön plana çıkmasıdır. O ana kadar tapınak rahiplerinin yönetim alanındaki liderliği karşısında, gücünü askeri konularda gösterdiği başarılara borçlu yöneticiler/liderler çıkmaya, tapınakların yanında saraylar olarak adlandırılan yapılar belirmeye başlamıştır. Bu askeri liderler zamanla güçlerini artıracak ve otoritelerin kaynağını bir şekilde ilahi güçlere bağlayacaktır.[1]
Bununla beraber tapınak ve saray arasındaki iktidar mücadelesi dini ve dünyevi alanların birbiriyle çatışması şeklinde düşünülmemelidir. Saray dünyevi alanın temsilcisi gibi gözükse de, aslında bütün yaptığı askeri liderlik konumunu bir ekonomik ve siyasi iktidar odağına dönüştürmektir. Dini olanın karşısında dünyevi bir iktidar alanı yaratmak gibi bir amacı yoktur ki, dini iktidar alanın kendisi de bir tapınak devletine veya teokrasiye karşılık gelecek şekilde düşünülmemelidir. Bu dönemde tapınak ekonomilerinden bahsetmek mümkünse de, bunlar hiçbir zaman tapınak devletlerine dönüşmemiştir. Üstelik tapınak ekonomileri hiçbir zaman tek egemen ekonomik birim düzeyine ulaşmamıştır. Büyük aileler veya klanlar şeklinde örgütlenmiş ekonomik birimler var olurken, bir süre sonra askeri liderlerin ve ayrıca belli elit grupların temsil ettiği saray ekonomileri de belirmiştir. Sonuç olarak söz konusu olan türdeş değil, farklı ekonomik birimlerin aynı anda birlikte var olduğu çoktürlü bir ekonomik yapı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çok odaklı bir iktidar alanıdır. Mezopotamyalıların bu odaklar arasındaki farklılıklara ne tür anlamlar atfettikleri konusunda bir şeyler söyleyebilmek oldukça zor ama siyasi önderliğin bu dönemde farklı şekillerde görünmeye başladığını biliyoruz. Farklı siyasi önderliklerin belirmesinin arkasında Mezopotamya toplumunun kaynaklarla olan ilişkisi görülebilir. Su azalmaktadır. Dolayısıyla o güne kadar işlenmeyen topraklar da işlenmekte ve bu da kent devletlerini birbirlerine daha çok yaklaştırmaktadır. Bir rekabet ortamı söz konusudur.[2]
Mezopotamya’nın siyasi evrimi bu seviyede durmayacak, daha karmaşık yapılanmalara doğru gidecektir. Her şeyden önce tapınak/saray ve rahip/askeri lider veya rahip olmayan elit ilişkilerinin her yerde aynı şekilde ifade edilmediğine dikkat etmek gerekmektedir.
Örneğin, güney Mezopotamya’da özellikle kentlerin ilk döneminde tapınaklar ön plandayken, kuzeyde saraylar öne çıkmıştır. Bunun kuzeydeki kentlerin daha küçük olmasıyla ilgisi olduğu düşünülebilir.[3] Diğer yandan kentler arasındaki rekabete rağmen, güney Mezopotamya’da tüm kentleri tek bir araya getiren bir dini yapı vardır.
Bu dönemde artık farklı bir ekonomik yapı da iyice belirginleşmeye başlamıştır. Oikos olarak da adlandırılan büyük evler veya aileler artık başka evlerin veya ailelerin ürün fazlası üzerinde hak talep etmeyi ve el koymayı bırakmış, bunun yerine çiftçiler, çobanlar, zanaatkârlar şeklinde kendi iş gücüne sahip olmaya başlamıştır. Üretim ve tüketim genelde oikosun, büyük evin sınırları içindedir. Oikos kendisini toplumsal açıdan yeniden üretmek için gerekli nesneleri kendi içinde üretmekte veya bunlara kendi çabalarıyla ulaşmaktadır. Oikos, Tunç Çağı’nın saray ekonomisinin diğer adıdır veya saray ekonomisi oikos üretim tarzının bir türevidir. Kralın veya kent devletinin askeri ve siyasi lideri de çoğu zaman bir oikosu temsil eder.
MÖ 2300’lerden itibaren Güney Mezopotamya’da daha farklı bir yönetim sistemi belirmeye başlamıştır. Kent devletlerinden daha üst düzeyde bir merkezileşmeye geçilmiştir: kent devletlerinden biri diğerlerini kendi egemenliği altına almaya başlamıştır. Bunun ilk örneği Sargon’un Akad’ı (24. ve 23. yüzyıllar) ve ikinci örneği de daha güneyde bulunan (Akad Babil yöresindedir) III. Ur (21. yüzyıl) Hanedanı’dır. Sargon Mezopotamya’nın gördüğü ilk büyük askeri lider ve Akad da ilk büyük askeri güçtür. Sargon her alanda merkezileşmeye gitmiş, kent devletlerinin daha geniş bir merkezi sistemde toplamıştır. Yeni bir vergi ve muhasebe sistemi tüm bölgede uygulanmaya başlanırken, bir yandan da dini alanda yerel kültlerden bölgesel külte geçilmiş, tek bir dini sistem anlayışı gelişmeye başlamıştır. Krallar da artık sadece bir kentin kralı değil, tüm dünyanın kralı olarak tanımlanır olmuştur.
Akad’ın arkasında III. Ur Hanedanı gelmiştir. Bu bir öncekinden daha küçük bir alanı kontrol etmişse de, çok daha merkezi bir sistem oluşturmuştur. Bu, kentleşmenin ve nüfus yoğunluğunun en üst noktada olduğu bir dönemdir. Buna rağmen refah düzeyi de üst noktadadır. Ur yönetimi devletin yerel ekonomilere oldukça fazla müdahale ettiği bir evredir; yüksek düzeyde bir bürokratik sistem vardır.[4]
[1] Van De Mieroop, 43-44.[2] Nissen, 162-164; Maisels, 255; Van De Mieroop, 54-55.[3] Van De Mieroop, 52.[4] Agy., 59-79.
Yorumlar
Yorum Gönder