Kayıtlar

Anadolu etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Anadolu’nun Hint-Avrupa Geçmişiyle Ne yapıyoruz, Ne Yapmalıyız?

Yeni bir toplum yaratılırken veya ortaya çıkarken en önemli konulardan biri de tarihtir, o toplumun kendisine bir geçmiş yaratmasıdır. Var olan bir geçmişin ortaya çıkarılmasından bahsetmiyorum. Ortaya çıkarılması gereken bir geçmiş elbette vardır. Ama bu geçmiş her zaman bir bulamaç şeklindedir, neyin ne olduğu çoğu kez, hatta her zaman belirsizdir. Çeşitli kültürel, toplumsal ve siyasi katmanlar, olaylar karmakarışık bir haldedir. Tarihçiler bu bulamaçtan, tarih adını verdiğimiz anlamlı bir öykü, bir anlatı çıkartırlar ve bu öykü her zaman söz konusu toplumun o günkü öncelik ve beklentilerinden oluşur. Söz konusu bulamaç, bu öncelik ve beklentilere göre bir süzgeçten geçirilir, bir seçim sürecinden geçer. Dolayısıyla, geçmiş hiçbir zaman her şeyiyle birlikte çıkmaz karşımıza, bazı katmanlar dışarıda bırakılır, bazısı da değiştirilerek yeniden kullanıma sokulur. Anadolu’nun geçmişi de bu süreçten fazlasıyla nasibini almıştır. Kendisine yeni bir geçmiş tasarlamaya, kurgulamay...

Anadolu Tarihi Yazımında Yunan/Helen Sorunu

Resim
For English version see Greek or Hellenic problem in writing an Anatolian history   Herhangi bir Anadolu tarihi projesinin karşısındaki en önemli engellerden biri, belki de en önemlisi, Anadolu’nun geçmişindeki toplulukların bugünkü topluluklarla, daha doğrusu etnik gruplarla olan bağlantılarıdır. Genelde bu bölgeye hâkim milliyetçi eğilim, bu bağlantıları nasıl değerlendirmesi gerektiğini açıkçası çözememektedir. Özellikle Türklerin Yunanlıları, Yunanlıların da Türkleri tarihlerine eklemeleri, tarihleriyle bütünleştirmeleri her iki tarafın da henüz başaramadığı bir konudur. Anadolu tarihiyle ve daha doğrusu benim daha geniş bir perspektiften bakmaya çalıştığım bölgenin, kabaca Ege, Anadolu ve kuzey Mezopotamya bölgesinin tarihiyle uğraşan biri bu bölgenin en azından Ege tarafında Yunanlılarla ya da Helenlerle karşılaşmak ve yüzleşmek zorundadır. MÖ 1500’lerden itibaren bu bölgede görülür hale gelen Helen/Yunan dilleri konuşan toplulukların ve bunların ortaya çıkardığı ve...

Anadolu Tarihçiliğine Dair Sorular III:
Anadolu terimiyle yüzleşilme zorunluluğu, eğer farklı bir tarih isteniyorsa...

Bugünkü Anadolu’yu ortaya çıkaran süreçleri anlamaya çalışabiliriz ama bu bizi çok fazla geriye götürmeyecektir. Eğer bugünkü Anadolu’dan yola çıkarsak, hangi argümana dayanarak geçmiş medeniyetleri böyle bir geçmişin parçası yapabiliriz? Örneğin Romalılar ya da İyonlarla bugünün Anadolu’su arasında, bunları övünme sebeplerine dönüştürme dışında nasıl bir ilişki kurulabilir? “Biz bu insanların torunlarıyız” demenin, bu genetik açıdan doğru bile olsa, anlamı nedir? Acaba İyonlar bizi torunları olarak kabul ederler miydi? Böyle bir ilişki kurulmak zorunda mı? Muhtemelen çok daha günlük yaşam unsurları açısından bakıldığında bir süreklilik görülebilir ama buna ek olarak, büyük süreklilikler dışında, büyük kopmalar daha etkili olmuş da olabilir. Bazı tarihçiler bu tür bir ilişki kurmanın tehlikeli olduğunu, tarihi bu tür duygulardan arındırmamız gerektiğini de söyleyebilir. Nitekim söylenmiş ve hâlâ da söyleniyor. Ama diğer yandan, geçmişe bakarken insanların duygulandıklarını, duyg...

Anadolu Tarihçiliğine Dair Sorular II:
Anadolu terimiyle yüzleşilme zorunluluğu, eğer farklı bir tarih isteniyorsa...

Anadolu tarihi genelde belli bir toprak parçasının şimdiki sınırlarından geriye doğru gidilerek başlatılıyor. Yani ilk önce Anadolu denen bir yerin varlığını kabul ediyoruz ve daha sonra bu coğrafi yeri alıp tarihin başlangıcına ve hatta bazı durumlarda tarih öncesine götürüyoruz. İlk bakışta bir sorun yok ve ulusal tarihçilik açısından hiç bir sorun yok. Oysa eğer amaç ulusal tarihçiliğin karşısına yeni bir şey koymaksa, o zaman bu tarihçiliğin yöntemlerinin de gözden geçirilmesi gerekiyor. Toprak parçasına bağlılık veya belli bir yerin yerlisi olmayı öne çıkarmak, bunlar bana göre ulusalcı tarihçiliğin temel unsurları. Bu tür kavramların geliştirilmiş olmasının ardındaki temel neden, toprak ile sözüm ona bu tarihin yüzyıllardır veya binlerce yıldır sahibi konumunda görülen ve yine sözüm ona homojen bir grup arasında, her zaman olmasa da sık sık neredeyse kutsal olan bir ilişki kurmak. Oysa geçmiş daha farklı bir öykü sunuyor. Sürekli değişen insan topluluklarının olduğunu, hom...

Anadolu Tarihçiliğine Dair Sorular I:
Anadolu terimiyle yüzleşme zorunluluğu, eğer farklı bir tarih isteniyorsa...

Anadolu, Anadoluculuk ve Anadolu tarihinin nasıl yazılabileceği üzerine karaladığım bazı notları, kafama takılan bazı soruları sunuyorum: Anadolu teriminin kendisi önemli bir sorun içeriyor. Her ne kadar geçmişi yüzyıllar öncesine giden bir terimse de, modern çağda, özellikle Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet başında bugünün Doğu Anadolu’sunu da kapsayacak şekilde genişletilmiş olması, aslında bir isim değişikliğidir. Tercih edilmeyen bir şimdi’nin, geçmişiyle birlikte silinmesi girişimidir. Dolayısıyla, bir Anadolu tarihi yazma projesi, her şeyden önce bununla yüzleşmelidir. Bu yüzleşme nasıl gerçekleşecek veya bu sorun nasıl aşılacaktır. Burada sorun, hem Doğu Anadolu hem de Anadolu’nun farklı adlarla başka ulusal tarihlerin de sahiplenmeye çalıştığı alanlar olmalarıdır. Doğu Anadolu’da bu çatışma Türk, Ermeni ve Kürt ulusal tarihleri arasındadır. Batı Anadolu veya asıl Anadolu bölgesinde de, Türk ve Yunan ulusal tarihleri arasındadır. Bu sorunu aşmanın yolu, u...

Anadolu'nun Dilleri ve Hint-Avrupalıları

Resim
R.D. Woodard, The Ancient Languages of Asia Minor, Map 1 (İtalikler MÖ 1. binyıl ve sonrasında beliren diller) Anadolu tarihinde (eğer ortaçağdan öncekini de aynı isim altında inceler ve tartışırsak, ya da tanımlarsak, her neyse) uzun bir Hint-Avrupa dönemi olduğu görülüyor; yani Hint-Avrupa dillerinin konuşulduğu ve hatta uzun süre bu coğrafyanın dilsel yapısına baskın oldukları bir dönem. Ardından on birinci yüzyılda Altay dilleri konuşan topluluklar belirmeye başlıyor ve bunların arasında en baskın grup da Türk dilleri kouşanlar. Türk dilleri Anadolu’nun dilsel durumuna hemen hâkim olmuyor. Sanırım tam egemenlik yirminci yüzyılın başından itibaren geliyor. Hint-Avrupa dilleri konuşanlarla Altay dilleri (ya da Türk dilleri de diyebiliriz) konuşanlar uzun süre birlikte var oluyor. Aslında bunun bugün de devam ettiği söylenebilir, eğer Kürtçenin bir Hint-Avrupa dili olduğunu anımsarsak. Bu arada Hint-Avrupa dillerinin öncesi de var; en azından ne Hint-Avrupa ne de Altay ol...

Anadoluluk Söylemi ve Yerlilik

Resim
www.helmink.com/Antique_Map_Blaeu_Anatolia/ Nedense Orta Asya Türklerine takıldık kaldık. Bu topraklarda başka kültürler de bulunmuş. Bunları ne yapacağız? Bunlar hakkında da bir şeyler söylemek gerekmez mi? Yine Adsız’ın yorumlarından birine dönecek olursak, “Velhâsıl, anadoluya ordan burdan azınlıklar gelmiş zaman zaman, her gelen kendi "dil"ini benimsetmiş, olay bu, yoksa anadolu ne Türk'tür ne Yunan ne Ermeni... Anadolu, Anadolu'dur... ... Heredot meselâ, Ermenilerin anadoluya m.ö. 7. yy'da geldiklerini yazar, sonradan bölgeye dillerini benimsettiklerini anlatır... Anadoluda, Yunan nüfusu hiçbir zaman %1'i bile bulmamıştır, ancak anadolunun %75'i Yunanca konuşmaktaydı... Sadece "dil"i benimseme söz konusu, bunu iyi anlamak lazım, Anadolu'nun Yunanlılığı, Ermeniliği, Türklüğü kadardır...” Adsız’ın Anadoluluktan kastettiği genetik bir grup, çok büyük değişikliklere uğramadan binlerce yıldır varlığını sürdüren bir grup, bir to...

Türklerin Anadolu’yu İl Tutması - II

Anadolu Selçuklu İktidarının Parlak Dönemi II. Kılıç Arslan’ın oluşturmuş olduğu iktidarı 1186’da oğulları ve kardeşi arasında paylaştırması Anadolu’da yeni bir kriz döneminin başlamasına yol açmıştır. Yaklaşık 1205’e kadar sonuçlanmamış bu kriz döneminin sonunda I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tek başına iktidar olduğunu görüyoruz. Bu dönemde Anadolu Selçukluların yararına çeşitli siyasi gelişmeler de gerçekleşmiştir. Bunların arasında en önemlisi muhtemelen Konstantinopolis’in IV. Haçlı Seferi tarafından 1204’te ele geçirilmesi ve burada bir Letin Krallığı’nın kurulmasıdır. Bizans devleti bu olay üzerine Mora, Epir, Trabzon ve Batı Anadolu’da çeşitli siyasi yapılar şeklinde yeniden örgütlenmek zorunda kalır. Bunların arasında Batı Anadolu’yu kontrol eden Theodor I. Laskaris’in İznik İmparatorluğu’dur. Diğerleri arasında daha önemli bir yere sahip olacak bu imparatorluk artık tüm kuvvetleriyle birlikte Batı Anadolu’dadır. Bunun ilk doğrudan etkisi bu bölgeye yönelik her türlü akının...

Türklerin Anadolu’yu İl Tutması - I

Anadolu’da Selçuklu İktidarının Kuruluşu Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusu yok olur. Tagmata birliklerinin büyük kısmı savaş alanında yok olmuş, zaten güçsüz durumda olan thema birlikleri de ortadan kaldırılmıştır. Alpaslan’ın antlaşma yaparak serbest bıraktığı Diyojen de Dukas’la girdiği mücadeleyi bir süre sonra kaybedecek, kör edilme süreci sırasında aldığı yaralardan ötürü yaşamını yitirecektir. Bizans’ın doğu sınırları tamamen savunmasız kalmıştır. Türkmen gruplarını durduracak hiçbir engel yoktur. Her ne kadar Bizans yeni bir ordu kurma çabasına hemen girişecekse de, eski gücüne bir daha ulaşamayacaktır. Thematik birliklerin yok olması yeni çözümlerin aranmasını getirecek, paralı askerlerin daha da yaygın bir şekilde kullanılmaya başlaması bunlardan biri olacaktır. Diğer bir çözüm de pronoia sisteminin tasarlanması olacaktır. Bu sistem, daha sonra Osmanlılarda da görülecek tımar sisteminin aynısıdır; askerlere hizmet karşılığında vergiden muaf arazi verilmesine dayanmaktad...

İlk Çatışmalar ve Malazgirt

Bizans’ın Türk topluluklarıyla on birinci yüzyıldaki ilk karşılaşması Müslüman tarafın akınlar olarak adlandırdığı çeşitli yağmacı gruplar aracılığıyla olmuştur (1016–17). Bu ilk akınlar Bizans tarafından fark edilmemiştir bile; akıncıların hedefi Vaspurakan (Van) bölgesi olduğundan daha çok Ermeniler bu akınlardan etkilenmiştir. Bu sırada Bizans güçsüz değildir ve bu yüzden hem Türkmen hem de Gazi grupları Bizans topraklarına sızmakta büyük güçlük çekmektedir. Selçuklunun desteği gerekmektedir. 1048 yılında Musa Yabgu’nun oğlu Hasan’ın gerçekleştirdiği akın ilk başta başarıya ulaşsa da, Bizans bu akını da yenilgiye uğratmayı başarır. Selçuklunun Bizans’la çatışmaya doğrudan dahil olması ilk kez 1049’da gerçekleşir. Selçuklu ailesinden İbrahim İnal, Kutalmışla birlikte, Pasinler’de Bizans ordusunu yenilgiye uğratır. Fakat Türkmen ve Gazi grupları gene hayal kırıklığına uğrar. Çünkü bu savaşın arkasından barış antlaşması gelir; Anadolu’nun kapıları yine açılmamıştır. Barış koşullar...

Türk/Oğuzların Roma/Bizansla Karşılaşması

Gelenler ve Yerel ile Evrenselin Çatış ması. Türk toplulukları Roma-Bizans siyasi varlığıyla Malazgirt’ten çok önce karşılaşmıştır. Türk İmparatorluğu veya Konfederasyonu’nun Roma-Bizans’la altıncı yüzyıldan itibaren ilişkide olduğunu biliyoruz. Yedinci yüzyılda Roma-Bizans imparatoru Heraklius Türk ordularının yardımına başvurarak Sasanileri yenilgiye uğratmıştır. Diğer yandan Balkan sınırlarında var olmuş Türkçe konuşan çeşitli bozkır topluluklarıyla (Bulgarlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Uzlar) da ilişki halinde olmuştur. Uzlarla Oğuzların aynı topluluğu temsil ettikleri düşünülmektedir. Roma-Bizans bu gruplarla çoğu zaman savaş halinde olmakla beraber, hem bu topluluklardan bireyleri veya grupları ordularında kullanmış hem de bu grupları zaman zaman topraklarına yerleşmiştir. Sayıca her zaman az olmuş bu gruplar ve bireyler kısa zamanda asimile olmuş, kimliklerini yitirmiştir. Roma-Bizans’ın Türk topluluklarıyla karşılaşması bir de Arap orduları aracılığıyla olmuştur. Arap ordul...

Türklerin/Oğuzların Anadolu'ya Gelişi: Malazgirt Öncesi Anadolu

Bürokratlarla Askerler, Merkezle Ta şra Arasındaki Çatışma II. Basil’in hükümdarlığı, Bizans İmparatorluğu’nun doruk noktasıdır. Artık 7. yüzyıl savaşlarında ölüm kalım mücadelesi veren bir Bizans yoktur; güçlü, düşmanlarında korku uyandıran ve topraklarını koruyan bir Bizans vardır. Buna rağmen sorunsuz bir Bizans’tan bahsetmemiz mümkün değildir. Bizans’ın en büyük sorunu olan devletle taşra arasındaki iktidar mücadelesi ortadan kaybolmamıştır ve Basil’in ölümünden sonra bir kez daha parlayacaktır. Bizans devleti açısından baktığımızda, sorunun kaynağı taşranın çok güçlenmiş askeri aileleri, aristokratlarıdır. Thema ordularının başı olan generaller, sürekli İstanbul’daki bürokrasiyle iktidar mücadelesi içindedir. Daha önce kısaca değindiğimiz gibi, aynı sorunla II. Basil de uğraşmak zorunda kalmış, isyancı generallerin neden olduğu iç savaşlardan muzaffer çıkmıştır. II. Basil’den sonra gelen imparatorlar da aynı şekilde generallerle mücadele etmelerine rağmen onun kadar şanslı olma...

Roma /Bizans'ın Yeniden Güçlenmesi (9 ve 11. yüzyıllar)

Resim
Müslümanların Bizans’a karşı gösterdikleri performansın doruk noktaları, 674-78 ve 717-18 yılları arasında gerçekleştirmiş oldukları İstanbul kuşatmalarıdır. Fakat ilk üç Arap iç savaşı (656-61, 680-92 ve 747-51) Müslümanların saldırılarını büyük çapta zayıflatmıştır. [1] Toroslar’a kadar Bizans’ı ele geçirmiş Müslüman orduları bundan ileriye geçememiştir. Her ne kadar Anadolu içlerine yönelik Müslüman akınlarında neredeyse dokuzuncu yüzyılın ortasına kadar bir azalma görülmeyecekse de, Bizans için Müslümanlara karşı toprak kaybetme süreci sona ermiştir. Bu dönemde Müslüman orduları Bizans ordularından kesinlikle çok daha büyüktür. Yağma grupları bile birkaç bin askerden oluşmaktadır. Araplar, istedikleri zaman çok kalabalık ordular çıkarabilmektedir. 717’de İstanbul’u 120.000 askerle kuşatmış, 782’de Bizans’ı 135.000 askerlik bir orduyla istila etmiştirler. Bizans, savaş alanına 80.000 asker bile çıkaramaktadır. Askeri alandaki bu büyük farkın nedeni, Müslümanların ekonomik a...