Asya Tarihi - İndüs Medeniyeti
İlk kırılma evresinin en azından Yakındoğu medeniyetsel dokusunda MÖ 1500’lerde ortaya çıktığı söylenebilir. Yakındoğu’nun aldığı yağış MÖ 3100 ile MÖ 1200 arasında düşmüştür. Eski düzeylere ancak MÖ 850’lerden itibaren geri dönülmüştür. Kötüleşen iklim koşularıyla birlikte, MÖ 1750’den itibaren Yakındoğu ticareti de düşmeye başlamıştır. İndüs (ya da Harappa) medeniyetinin sonunu muhtemelen bu düşüş getirmiştir. Güney Mezopotamya da hiçbir zaman eski günlerine dönememiştir. Ticaret hacmindeki bu bölgesel düşüşün her yeri aynı derecede etkilediği söylenemese de (örneğin Yakındoğu’nun batı kısımları, yani Girit, Levant ve Mısır üçgenini kapsayan kısım aynı anda ve/veya aynı derecede etkilenmemiştir), İndüs ve Güney Mezopotamya arasındaki ticaret ciddi bir darbe almıştır. İndüs medeniyeti MÖ 1700 – 1500 arasında sona ererken ve Güney Mezopotamya’daki hareketlilik de daha kuzeye kayarken, Doğu Akdeniz havzası MÖ 1200’lerde Deniz Halkları olarak adlandırılan saldırgan gruplar tarafından gerçekleştirilen büyük yıkıma kadar varlığını korumuştur. Bu kırılma evrelerinin kimisinde öncekiyle sonraki arasında bir süreklilik ilişkisinden bahsedilebilir. Örneğin Güney Mezopotamya ile Orta ve Kuzey Mezopotamya bölgeleri arasında bir süreklilik söz konusudur. Diğer yandan bu tür bir ilişkiden İndüs medeniyeti bağlamında bahsetmek, verilerin yetersizliğinden ötürü hiç de kolay değildir. İndüs medeniyeti de bir yazı medeniyeti olmuş olmasına rağmen, bu yazının henüz okunmamış olmasından ötürü ne tür bir medeniyetle karşı karşıya olduğumuzu anlamak şu ana kadar mümkün olmamıştır. Dolayısıyla bu medeniyeti izleyen oluşumların ne kadar bu medeniyetle ilişkilendirilebileceklerini söylemek zordur. Bu konuda iki görüş mevcuttur. Bunlardan birine göre, daha kuzeyden gelenler İndüs medeniyetini yok etmiştir. Bunun ne kadar doğru olduğu henüz kanıtlanmamıştır. Üstelik bu medeniyetin sonradan gelenler tarafından ortadan kaldırılamayacak kadar erken bir tarihte kendiliğinden kaybolduğuna dair görüş her geçen gün biraz daha güçlenmektedir. Fakat her şeye rağmen, dışarıdan gelmiş veya yerel bir İndüs sonrası kültürel oluşumun varlığı kabul edilmektedir.
İndüs medeniyeti doruk noktasında (MÖ 2600’ler) 1.3. milyon kilometre karelik bir alana yayılmıştır. Bu hem güney Mezopotamya hem de Mısır medeniyetlerininkinden büyük bir alandır. Bu dönemde son derece planlı kentleriyle epey homojen bir medeniyet ortaya çıkmıştır. Bu derece homojen bir medeniyetin söz konusu olması, epey merkezi bir siyasi (ve ekonomik) gücün varlığına işaret etmektedir. Arkeolojik kazılar keskin toplumsal farklılıkların olduğuna işaret etmektedir. Bir yanda tek odalı baraka benzeri yapılar varken, diğer yanda özel tuvalet ve banyolarıyla birçok odadan oluşan iki, üç katlı yapılar vardır. Kentlerde epey gelişkin kanalizasyon ve su sistemleri bulunmaktadır. İndüs medeniyeti her açıdan ileri bir medeniyet olmuştur. Bu da haliyle var olan doğal kaynakların diğer medeniyetsel bölgelerle karşılaştırıldıklarında çok daha fazla kullanılmış olduklarını göstermektedir ki, İndüs’ün sonunu da muhtemelen bir ekolojik felâket getirmiştir. İndüs medeniyetinde var olan ideolojik dokuya veya dini inançlara baktığımızda, doğurganlık ve bereket düşüncelerinin epey önemli olduklarını görüyoruz. Yaratma ve doğurganlıkla bağlantılı tanrı ve tanrıçalara tapılmıştır. Ana tanrıça ve boynuzlu doğurganlık tanrısının varlığına inanılmış, ağaçlar ve hayvanlar kutsal kabul edilmiştir. İndüs medeniyetinde kutsallık atfedilen bu nesnelerin varlıklarını bu medeniyetin ardından belirmiş Hindu inanç sisteminde sürdürdüklerini görüyoruz.
Ana tanrıça ve bu boynuzlu doğurganlık tanrısının adına nasıl ulaşabilirm?
YanıtlaSil