Haçlılar İslam Medeniyetinde Karanlık Çağa Yol Açtı mı?
"Zannedersem Moğol istilaları en büyük etkiyi Orta Asya ve Doğu Avrupa'nın belli
bölümleri dışında Anadolu, İran ve Transkafkasya'da yaptı. Moğollar'ın
tetiklemesiyle yurtlarını terkeden en başta Türki gruplar olmak üzere çeşitli
Orta Asyalı halklar akın akın önce İran, sonra Transkafkasya ve Anadolu'ya
geldiler ve buralarda zaten çeşitli Oğuz gruplarının (en başta Selçuklular)
yönetiminde bir-iki yüzyıldır sağlanmış olan Müslüman hegemonisinin kanatları
altında yaşamaya başladılar. Bu da bu bölgelerde derin kültürel değişimlerin
yolunu açtı.
Bu arada Haçlı Seferleri'ni karanlık çağ tetikleyicisi
olarak gören ayrı bir görüş var. Onun hakkında fikirleriniz nedir? Ve size göre
İslam dünyası niye Batı'ya göre geri kaldı, İslam'ın ilk yüzyıllarındaki
uygarlık alanındaki gelişmelerin neden devamı gelmedi?"
Ben genelde Karanlık Çağ fikrine karşıyım. Eğer mesele bir başka medeniyetsel gelişime göre diğer bir medeniyetin geride kalıp kalmadığının saptanmasıysa, Karanlık Çağ kavramı kullanılabilir. Ama eğer yaklaşım, belli bir gelişimi mutlaklaştırarak her medeniyetin ulaşması gereken en son nokta olarak görmek ve buna göre de diğer medeniyetlere not vermekse, bunu yanlış buluyorum.
Kültürel veya bu durumda medeniyetsel ekoloji olarak tanımlayabileceğim bir yaklaşımdan yola çıkıyorum. Terim çok yeni değil ama sanırım yaygın bir şekilde kabul görmüş de değil. Sanırım genel bir tanım sunacaksak, ekolojiye bir kültürle çevresi arasındaki ilişkilerin incelenmesi veya kültürün içinde bulunduğu çevre diyebiliriz. Benim kullanımım da buna yakın. Nesne ve bunun içinde olması gereken bağlam saptamasından hareketle, kültürlerin ve medeniyetlerin çevreleriyle girdikleri ilişkilerin incelenmesi olarak tanımlıyorum kültürel ve medeniyetsel ekolojileri. Tabii burada medeniyetleri ayırmak gerekiyor; çünkü onlar kendi çevrelerini yaratıyor. Meseleyi bu şekilde koyunca, medeniyetsel dediğimizin kendine özgü bir medeniyetsel ekosistemle gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Aslında belki de medeniyetin kendisini bir ekosistem olarak görmek gerekiyor ama biyolojide kullanılan ekosistem kavramıyla bir karışıklık yaratmamak için sanırım medeniyetsel ekosistem demek daha doğru.
Bu yaklaşıma göre, çeşitli kültürel ve medeniyetsel ekosistemlerden bahsedebiliriz. Kültür ve medeniyet kavramlarını birbirinden ayırıyorum. Örneğin Pastoral Avrasya göçebelerinin veya genelde pastoral göçebelerin medeniyetler oluşturduğunu söyleyemeyiz; bunlar için kültür kavramını kullanmak daha doğru. Hatta bu bağlamda belli dönemlerde geçerli olabilecek bir Avrasya Bozkır kültürünün var olduğunu da kabul edebiliriz ama bunu medeniyet olarak adlandırmak zordur.
Ekosistem denince, canlı ve cansız dünyanın oluşturduğu bağımsız birim anlaşılıyor. Medeniyetsel dünyada da benzer bir durumdan bahsetmek mümkün. Elbette tam bağımsızlık mümkün değil ama birbirlerinden ayrılabilecek medeniyetsel ekosistemler olduğu söylenebilir. En azından geriye doğru gittikçe bu daha net bir şekilde gözüküyor.
İslam dünyası denildiğinde de, en azından bazı genel parametreler açısından görece bağımsız bir ekosistemin var olduğu söylenebilir. Sistem kendi içinde daha alt medeniyetsel ekosistemler barındırıyor olabileceği için, genel parametreler açısından demeyi tercih ettim; ama İslam dünyası şeklinde birleşen, en azından dini veya ideolojik ve hatta yaşam tarzı anlamında tek bir medeniyetsel ekosistemin olduğu söylenebilir. Aynısı kanımca Hıristiyanlık için de geçerlidir.
Bu iki medeniyetsel ekosistem ortaçağ olarak adlandırdığımız dönemde birbirlerine çok benziyor. Zaten bu yüzden de bu ikisini, eğer daha üst düzeyde bir karşılaştırma yapacaksak, bir Batı ekosistemine dâhil edebiliriz. Tüm bu tartışmada pastoral grupları dışarıda tutuyorum. Onları daha çok kültürel ekosistemler olarak incelemek gerekiyor ve bu da pastorallerin dünyasında en az iki önemli ekosistem görmemize yol açabilir: Avrasya bozkır kültürel ekosistemi ve Kuzey Afrika-Ortadoğu çöl kültürel ekosistemi.
Kabaca İslamiyet’e baktığımızda, bir kere pastoral unsurun bu medeniyetsel bölgenin şekillenmesinde önemli bir rolü olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. İslamiyet Arabistan’da ve pastoral veya yarı pastoral bir yaşamın baskın olduğu bir dünyada meydana çıkıyor. Elbette kentsel formasyonlar da, sayıları az olsa da var. Zaten o yüzden yarı-pastoral demeyi uygun buldum. Ama medeniyetlerin de etkisi var. Bir yanda Hıristiyan Roma (eğer yanlış terimde ısrar edeceksek Bizans) ve diğer yanda da Zoroastrian İran var. Biraz ileride de o sırada yıldızı her geçen gün parlayan Hindu/Budist Hindistan var. İslam, insan kaynakları açısından, her iki medeniyetsel ekosistemle kenetlenerek büyüyor ama bir süre sonra da Avrasya bozkırlarından gelen ciddi bir pastoral baskı ve ardından da kenetlenme yaşıyor. Bu ekosistemin son sayfasındaysa Avrupa üzerinden modern çağla karşılaşmasını görüyoruz.
Eğer bu medeniyetsel ekosistem için bir karanlık çağdan bahsedeceksek, bunun sanırım iki yolu var: Ya kendi iç dinamiklerine göre bir gerilemeye işaret edeceğiz ya da başka bir medeniyetsel ekosisteme göre geride kaldığını ileri süreceğiz. Birincisini göstermek epey zor. Neye göre bir gerilemeden bahsedebiliriz bu durumda. Eğer söz konusu ekosistem kendi dinamikleri gereğince değişiyorsa, bunun doğru veya yanlış olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Nitekim İslam dünyasında böyle bir değişimin olduğunu ve daha dini/muhafazakâr bir yapının belirdiğini söyleyebiliriz ama bu gelişimin yanlış olduğunu söyleyemeyiz. Hatta her sistemde görülmesi gereken bir şey olduğunu bile iddia edebiliriz. Denge durumuna ulaşmış her sistem bu noktaya ulaşacaktır. Bir dönem Helen felsefesini görmemiz ve daha sonra bunun ortadan kalkmış olmasına bir değer biçmek kanımca yanlış olacaktır. Sistem var olan koşularla göre değişebilir. Helen felsefesi tartışmayı bıraktılar diye o sistemin kötüye gittiğini söyleyemeyiz. Kültürel alanda bir değişiklik vardır ama bu belki de o dönem ve o koşullar açısından olması gereken bir değişimdir.
İkinci seçenek daha uygun gözüküyor. Ama burada da bir karşılaştırmadan ziyade dışarıdan gelen etkiler sonucunda sistemin yaşadığı sorunlardan bahsedebiliriz. Bu sorunların en başında da o sistemin kendi bireylerinin gözündeki değerinin azalmasıdır. Bireyler diğer sistemin ürünlerini tercih etmeye başlar ve hatta bazı durumlarda diğer sistemde yaşamayı tercih edebilirler. Bunun nedenleri arasında diğer sistemin ekonomik, siyasi ve toplumsal başarıları olabilir. Başarıyı da kısaca bir sitemin insanların ilgisini çekecek ve dolayısıyla sistemi sürdürmek için daha fazla bireyin olmasını sağlayacak adımlar atması şeklinde tanımlıyorum. Örneğin siyasi anlamda daha güçlü olmak insanların ilgisini çekebilir. Çeşitli sağlık sorunlarını çözmek aynı şekilde bunu sağlayabilir. İletişimi ve etkileşimi arttırıcı değişiklikler, yeni statü araçlarının bulunması ve var olan sistemin diğerlerine göre daha rahat koşullarda sürmesi.
Genel anlamda İslam medeniyeti modern çağ öncesinde kendi içinde dengeye ulaşmış bir sistemdir. Avrasya bozkırlarından gelen göçebelerle de belli bir denge yakalamıştır. Üstelik İslam’ın bu tür denge (pastoral-medeni arasında) konusunda uzmanlaşmış bir sistem olduğunu da ileri sürebiliriz. Doğuşu zaten bu şekilde olmuştur. İslam olarak adlandırdığımız medeniyetsel ekosistemin ortaya çıkardığı çevre budur ya da bu tür koşullara uyum sağlayan bir çevre yaratmıştır. Ama bir süre sonra Hıristiyan dünyasının Avrupa’ya dönüşmesiyle ortaya çıkacak modern çevreye hazır değildir. Bu noktada sorunlar yaşamaya başlar ve bu sorunlarla uğraşamadığından, gerekli adımları atacak kapasitesi olmadığından (zamanla ekonomik alanda da gerilemiştir) gerilediğini söyleyebiliriz ama bu aslında diğer medeniyetin ilerlemiş olmasıdır. İslam gerilememiş, sadece ulaştığı son noktadan ileri gidememiştir. Karanlık Çağ tabiri daha çok gerilemeyi çağrıştırdığından çok doğru bir seçim olmasa da, sanırım çekiciliğini yitirmiş bir medeniyete işaret etmek için kullanılabilir.
Haçlı Seferlerine gelince, ben burada bir Karanlık Çağ’ın başlangıcını görmüyorum. Bu söylediklerim açısından bakıldığında, Haçlılar hiç de önemli bir sorun değildir İslam Medeniyeti için. Haçlıları daha çok kendi içinde sorunlar yaşayan Hıristiyan dünyasının olaylarından biri olarak görmek gerekiyor. Avrupa’nın oluşumunda en azından ideolojik bir rolünün olduğunu söyleyebiliriz. Avrupa için bir öteki yaratmıştır. Bu açıdan bakıldığında önemlidir ama bunun tersinin olduğunu söylemek zordur. Müslüman için de Hıristiyan ötekidir ama bu dönemde Müslüman kendi sistemi içinde mutludur. Onunki kıskançlıkla karışık bir öfke değildir. Tabii bu kıskançlığı abartmamak gerekiyor. Ama o dönemde Avrupa’nın doğusunun daha zengin olduğunu da kabul etmeliyiz. Yukarıda yaptığım tanım açısından baktığımızda, bir Müslüman için Hıristiyan medeniyetinin bir çekiciliği yoktur. En fazla ideolojik açıdan İstanbul gibi yerlerin fethi önemlidir. Hıristiyan dünya açısından doğularındaki medeniyetler daha tercih edilir durumdadır; en azından ekonomik açıdan. İdeolojik açıdan baktığımızda onların da kendi medeniyetlerinden memnun olduklarını kabul etmemiz gerekiyor. Bilim alanında ve özellikle de yaşamı kolaylaştıran bilimsel gelişmeler ve yapılanmalar açısından Avrupa’nın doğusu daha çekici bu dönemde.
Modern çağdaysa bu durumun tersine döndüğünü görüyoruz. Artık tüm dünyayı etkileyen, zorlayan bir Avrupa var ve çekicilik bu tarafa geçmiş. Bu etkiler diğer medeniyetsel ekosistemleri zorluyor. Yeni yöntemler, araçlar geliştirmeleri gerekiyor. Bu noktadan itibaren bir sorundan bahsetmek bence çok daha uygun. Eğer İslam’ın içine düştüğü bir Karanlık Çağ’dan bahsedeceksek, bu modern çağla geliyor. Çekicilik ibresi tamamen moderniteden ve onun da bugünkü versiyonu olan tüketici moderniteden yana dönmüştür. Sorulması gereken, İslam’ın tüketici moderniteyle kenetlenecek kapasitesi olup olmadığıdır. Bu kapasiteyi belirleyecek olan da, İslam’ın bu süreçte nasıl bir işlev yükleneceği, daha doğrusu bu süreçte İslam’a ihtiyaç olup olmadığıdır. Tüketici modernleşmenin yarattığı olumsuz etkilere karşı koymak veya buna karşı eleştiri üretmek anlamında bir işlevi olabilir. Eğer bunu başarabilirse, yani böyle bir çekicilik sunabilirse veya sunabildiği ölçüde, İslam’ın yeni bir sentezin ürünü ve dolayısıyla da yeni bir medeniyetsel ekosistem olarak belirmesi mümkün gözükmektedir. Bunu başaramadığı sürece ya da tamamen farklı bir rota benimseyerek “bir zamanlar var olmuş şanlı medeniyet” imgesine ve ideolojisine dönüşmesiyse, sanırım tamamen ters bir etki yaratacak ve İslam’ın biraz daha yok oluşun batağına gömülmesi anlamına gelecektir.
Ortaçağın İslami medeniyetsel ekosistemi artık yoktur. Bugünün İslam’ını tamamen farklı bir ekosistem olarak değerlendirmek gerekmektedir ve ben bunu modernleşmeye direnen veya modernleşmeyle kenetlenmeye çalışan İslam olarak tanımlıyorum. Eğer arzulanan sonuç, İslam medeniyetine eski yükselişini yaşatmaksa, bu hayalden başka bir şey değildir. O medeniyetsel ekosistem artık yoktur veya küçük paketler halinde var olmaya çalışmaktadır. Ama bu paketler kanımca önemli. Çünkü eğer yeni bir medeniyet çıkacaksa, bu paketlerden çıkacak veya bu paketler de sonunda yok olacak ve tüketici modernite olarak adlandırdığım medeniyetsel ekosistem dünyanın bu bölgesinde de tek egemen sistem olacaktır. İslam da muhtemelen bugün Hıristiyanlığın olduğu noktada bulacaktır kendisini.
Sonuç olarak, eğer İslam medeniyetinin kendisini içinde bulduğu bir Karanlık Çağ’dan bahsedeceksek ilk önce perspektifimizi netleştirmemiz gerekiyor. Haçlı Seferleri’nin bu anlamda öneminin olduğunu sanmıyorum. Ama örneğin Keşifler dönemi olarak adlandırdığımız Avrupa yayılmacılığı, Avrupalıların bir yandan Amerika kıtalarına çıkmaları, Atlantik okyanusunun kendi denizlerine çevirmeleri, diğer yandan da Hint Okyanusu’nu zaman içinde “ele geçirmeleri”nin bu süreci anlamak için çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Deniz teknolojisi, silah teknolojisi, hastalıklara karşı yeni mücadele yöntemleri, tarım alanında sağlanan ilerlemeler, tüm bunların dikkate alınması gerekiyor. Tabii bunlarına arasına bir de, daha önce belirttiğim gibi, pastoral göçebelik ile köylülük arasındaki etkileşimin uzun vadede İslam dünyası üzerindeki olumsuz etkilerini de katabiliriz. Modern medeniyetin bazı çok temel kavramları var. İslam’ın bu kavramları içselleştirdiğini söylemek zor. Kullanıyor ama çok sınırlı bir düzeyde. Bu da bu dünyanın yaşadığı sıkıntıların en büyük nedeni.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil"Pastoral göçebeler İslam medeniyet bölgesine belli bir istikrar getiriyor; istikrar kısa vadede olumlu olsa da, uzun vadede daha istikrarsız ve esnek olan Hıristiyan medeniyeti yeni atılımlarla İslam medeniyeti karşısında bariz bir şekilde üstünlük sağlıyor."
YanıtlaSilSon iki makalenizde Avrasya bozkır pastorallerinin göçlerinin İslam medeniyetine etkisiyle ilgili yaptığınız çıkarım aşağı yukarı böyle. Peki sizce Avrasya bozkırlarından Orta Doğu'ya hiç göç olmasaydı nasıl bir tablo ortaya çıkacaktı? Örneğin, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki çöl pastoral göçebeleri tek başlarına benzer bir sonucu doğurabilir miydi, yoksa İslam dünyasında Batı'dakine benzer bir medeniyetsel ilerleme yaşanabilir miydi?
Bu arada, son makalenizin sonunda modern medeniyetin İslam'ın içselleştiremediği bazı temel kavramları olduğunu yazmışsınız. Burada temel kavramlardan kastınız nedir? İnsan hakları, demokrasi, eşitlikler, sekülarizm, pozitivizm, vs?
Son olarak, önceki makalenize yorumumun ilk pargrafıyla ilgili hiçbir şey yazmamışsınız. Sanıyorum onunla ilgili herhangi bir itirazınız yok, öyle değil mi?