Anadolu'ya Oğuz Göçü Tartışması - Türkçeleşme ve Türkleşme Üzerine

Sabah gazetesinde yayınlanan söyleşideki “Orta Asya göçü bir efsane” sözü bana ait değildi. Bu söyleşi sırasında böyle bir söz sarf etmedim ama söyleşiye öyle bir başlık benim bilgim dışında eklendi. Açıkçası hiçbir zaman Orta Asya’dan bir göç olduğunu reddetmedim ki, böyle bir şey yapmam aptallık olurdu. Ama gazete sanırım sansasyonel bir haber üretmek için böyle bir başlık seçti. Ortaya çıkan gürültünün daha fazla büyümemesi için ben de üzerine gitmedim bu kasti hatanın. Bu söyleşiye Virgül dergisinde çıkan yazım yol açmıştı ve orada benim seçtiğim başlık “Orta Asya’dan Anadolu’ya Gelen Oldu mu?”ydu. Yazı okununca böyle bir göçü reddetmediğimde görülüyor.

Bu konuyla ilgili olarak benim şu anda ulaştığım nokta, meseleyi bir Orta Asya katkısının tartışılması şeklinde ortaya koymak. Genelde bir Oğuz göçünden bahsediyoruz ama ben bunda bile acele edilmemesini düşünüyorum. Ortada bir Orta Asya göçü miti var. Bir de gerçekten bir göç var. Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Orta Asya göçü mitinin gerçekliği tartışmaya açık. Eğer Orta Asya göçünden bahsedeceksek, bunun elden geldiğince bu mitten soyutlanması gerekiyor.

Orta Asya’dan kimler geldi? Türkçe konuşan insanlar geldi ama bunların yanında başkaları da gelmiş olabilir. Eğer meseleyi etnik gruplar bağlamında tartışacaksak, epey zor bir durumla karşı karşıyayız. Oğuzlar denen bir grubun olduğunu yadsıyamayız ama bu grubun içeriğini tam olarak bildiğimizi de söyleyemeyiz. Söyleyenler çok ama ben açıkçası bu söylenenlerin çok sağlam kanıtlarla desteklendiğini sanmıyorum. Hem Rumlar (Bizanslılar) hem de Ermeniler bu gelenleri farklı şekillerde adlandırıyorlar. Hata yapmış olabilirler veya tamamen kendi dönemlerine ait bir terminoloji kullanmış olabilirler. Hangisinin doğru olduğunu bilmiyoruz. O yüzden ilk yapmamız gereken, bu göçü, aralarında Türkçe konuşanların da olduğu Ortaya Asya yönünden gelenlerin göçüne dönüştürmek olmalı. Daha sonra da kim sorusunu cevaplandırmalıyız. Kim sorusunda zorlanıyoruz. Kolaycılığa kaçıyor ve hepsini Türk yapıp çıkıyoruz. Bunun üzerine daha fazla düşünmemiz gerekiyor.

Bir Türkleştirmenin olup olmadığını da bilmiyoruz. Muhtemelen daha çok bir Müslümanlaştırma söz konusuydu. Bu süreç sırasında da Türkçenin en azından ikinci bir dil olarak yayılması; ama bunu da bilmiyoruz. On ikinci ya da on beşinci yüzyılda Anadolu’nun ne kadarı Türkçe konuşuyordu, bir fikrimiz yok. Eğer sadece erkeklerden bahsediyorsak, zaman içinde Anadolu’nun en azından göre Türkçeleştiğini söyleyebiliriz. Kadınlardan bahsediyorsak, bence o kadar ciddi bir Türkçeleşme söz konusu değildi. Cumhuriyet döneminden hemen önce ve mübadele sırasında Türkiye’ye gelen Müslümanların arasında Türkçe konuşmayanların sayısının hiç de az olmadığını biliyoruz. Giritlilerin çoğu için ana dil Yunancaydı. Belli ki Balkanlarda ne Türkçeleşme ne de Türkleşme vardı. Balkanları Türkçeleştirmeyen bir imparatorluğun Anadolu’yu Türkçeleştirdiğini düşünmemiz için bir sebep yok.

Bu dönemde Ankara’dan bugünkü Türkiye’nin doğu sınırına kadarki bölgenin dilsel açıdan nasıl bir dünya olduğunu düşünelim. Kürtçe var, Ermenice var, Rumca var. Arapça da var ve bunların arasında Türkçe de var. Cumhuriyet’ten hemen önce Adana Ermenilerinin ve Karaman Rumlarının Türkçe konuştuklarını biliyoruz. Ama diğer yandan diğer yerlerde de Ermenice konuşuluyor. Sanırım erkek nüfusun büyük kısmı Türkçeye aşinaydı. Bazı bölgelerde her dilden kelimeler alan suni yerel dillerin olduğunu da düşünebiliriz. Sonuç olarak Cumhuriyet dönemine kadar ciddi bir Türkçeleştirme uygulamasının olduğunu gösteren işaretler yok. Bazı bölgelerin Türkçeleşmesi tamamen doğal süreçler sonucunda ortaya çıkmış gözüküyor.

Bir de bu arada eklemek istiyorum, Türkçeleştirmeyi iki farklı boyutta düşünmek gerekiyor: Sözcüklerin Türkçeleşmesi, imlanın Türkçeleşmesi. Örneğin Ermenicede cümle kuruluşunun Türkçeleştiği söylenebilir. Günümüz Ermenileri cümlelerini Türkçedeki özne-nesne-yüklem biçimine uygun kuruyorlar. Ama Fransızcada Hind-Avrupa biçimindeymiş. Sanırım Ermenicenin kendisinde de böyle bir kolaylık var ama eğer bu iddiam doğruysa, Türkçeleştirmeyi iki farklı boyutta ele almak gerekiyor. Örneğin Türkçede de İran kalıplarının ve hatta Hind-Avrupa cümle yapısının etkilerini görmek mümkün.

Sözcüklere gelince, ilk önce Türkçenin bu anlamda ne kadar Türkçe olduğunu kabul etmek gerekiyor. “Madem Türk halkı büyük oranda dönme, neden Türkçe'de doğrudan Rumca ve Ermenice kökenli kelimeler az ve genellikle bu coğrafyada olup Orta Asya'da pek veya hiç bilinmeyen - en azından o dönemler - şeylerle kısıtlı (örn, bazı sebze-meyve ismleri, çoğu deniz balığı ismi)?” diyorsunuz. Açıkçası dönme kelimesini pek sevmiyorum. Bir tür alçaltma içeriyor. Bu açıdan baktığımızda Türkler de dönme oluyor. Rumca kökenli kelimeler hiç de az değil. Ermenicenin durumundan pek emin değilim ama oradan da kelimeler alınmış. Dil devrimi ve dilin Türkçeleştirilmesi bu tür etkileri görmemizi biraz daha zorlaştırıyor. Diğer yandan insanların yerli olması dillerinin de yerli kalacağını göstermiyor. Nasıl işlerine daha çok yarayacak bir dine geçiyorlarsa, dilde de aynısını yapabilirler. Bence çok daha geçerli bir ipucu yer isimleri. Yer isimlerinin Cumhuriyet dönemine kadar varlığını sürdürmüş olması, o yerlerin hiçbir zaman tamamen boşaltılmadıklarına işaret edebilir. Ne Ankara, ne İstanbul, ne İzmir, ne Antalya Türkçe. Dolayısıyla, dil sorusunu çok geniş bir bağlamda ele almak gerekiyor ki, daha bir de küfürler ve hakaretler var. Şaşırtıcı bir şekilde çoğu ya da küçümsenmeyecek bir kısmı Türkçe değil.

Etnik aidiyetlerin dışında düşünmeye çalışmak bence de daha doğru bir yaklaşım. Çünkü bu dönemde etnik kimliklere çok önem verilmemiş gibi. Türkleşmeye pratik olarak yaklaşmaktan tam olarak ne kastettiğinizi anlayabilmiş değilim. Eğer günlük yaşamın dayattığı baskılar sonunda Müslümanlaşmaktan ve dil olarak da Türkçenin seçilmesinden bahsediyorsanız, buna katılıyorum. Ama bu tür Türkleşmenin çok büyük sayılarda olduğunu sanmıyorum. Pratik anlamda bir Türkleşme günlük faktörlere bağlı olacağından sürekli değişim içinde olacaktır. Burada da farklı gruplar düşünmek de yarar olabilir. Gayrimüslim aslında sorunlu bir kategori. Osmanlı’da böyle bir ayrım var ama aynı zamanda seçkinler ve halk gibi bir ayrım da var. Türkçe bu iki grup içinde farklı oranlarda yayılmış olabilir. Bir Müslüman köyüyle gayrimüslim, sanırım bu durumda Hıristiyan, köyünün bireyleri birbirleriyle yakın ilişkiye geçmedikleri sürece birbirlerinin dillerini bilmeleri gerekmeyecektir. Kadınlar büyük ihtimalle tamamen kendi dillerini konuşuyorlardı. Ama Hıristiyan köyün seçkinleri ekonomik ve siyasi nedenlerden ötürü karşı tarafın dilini konuşmak zorunda kalacaktır. Diğer yandan karışık köylerde veya kasabalarda durum farklı olacaktır. Doğuda kış mevsiminde Hıristiyan köylerinin Kürt aşiretlerini ağırlaması uygulamasının çift dilliliğe yol açtığını düşünebiliriz. Ama bu arada dönem dönem bu ilişkiler çok değişmiş de olabilir. Örneğin Selçuklu döneminde daha kozmopolit bir dünya var olduğunu biliyoruz, ama Osmanlı’nın olgunlaştığı dönemden itibaren de görece daha Müslüman bir Anadolu’dan bahsedilebilir. Sonuç olarak çok karışık bir süreç söz konusu ve henüz bu alandaki çalışmalar emekleme çağında. Benim bildiğim kadarıyla bu kadar kapsamlı bir araştırma yok.

Genelde bugüne bakarak Anadolu’nun Türkleşmiş olduğunu kabul ediyoruz ve bunun geçmişte bir ara gerçekleştiğini varsayıyoruz. Bence çok yeni bir süreç söz konusu. Daha çok sözel bir geçmişle karşı karşıya olduğumuzdan araştırma yapmak epey zor. Yazılı eserlerin olduğu durumlarda bile halkın ne konuşmuş olduğunu söylemek çok zor. Osmanlı’nın son dönemine bakarak bir sonuca varmak da kolay değil. Çünkü on dokuzuncu yüzyılda modernleşmenin etkisiyle birçok grup kendi dillerine dönmeye başlıyor. Ama sonuçta avantajlı dilin daha çok tercih edileceğini düşünerek bazı sonuçlara varmak mümkün.

Üstün medeniyet tezine pek rağbet etmiyorum. Bu dönemde temel ayrım din eksenli. Bizans bir anı olarak zihinlerdeki yerini korumuş olabilir. Örneğin bir Rum adlandırması var. Ama asıl ayrım Hıristiyanlık Müslümanlık ekseninde. Dolayısıyla üstün din söylemi daha geçerli olmuş olabilir ama burada da aslında tam tersi bir durumdan bahsetmek gerekiyor. İslam daha üstün bir konumda gözüküyor ama daha önce belirttiğim gibi, üstünlük söylemi daha ziyade baskının olduğu durumlarda ortaya çıkabilir. Nispeten adil bir dünya varsa, insanların eşit olmayan koşullarından pek fazla şikâyet etmiş olduklarını sanmıyorum. Bir Hıristiyan köyünde İslam’ın üstünlüğünü görmek epey zor olmuş olabilir. Yani bir seçim yapma zorunluluğuyla karşılaşmamış olabilirler. Osmanlı’nın özel bir Türkleştirme siyaseti olmadığından, Balkanlar daha çok Hıristiyan kalmış. Anadolu’da durum daha farklı. Neredeyse yedinci yüzyıldan itibaren Müslüman akınlarına maruz kalmış. Ama Malazgirt’ten sonra bile Birinci Dünya Savaşı öncesinde ciddi bir Hıristiyan nüfusu barındırıyor Doğu Anadolu. Müslüman dünyasına bu kadar yakın bir yerde bile Hıristiyanlar epey uzun bir süre varlıklarını sürdürmüş.

Bu arada aklıma gelmişken, Türkçeleşmenin ve Türkleşmenin Müslüman gruplar arasında ne kadar etkili olduğuna bakarak bir Türkleşme mi, yoksa Müslümanlaşma mı olduğu konusunda ve sürecin niteliği hakkında iyi kötü bir fikre ulaşabiliriz. Örneğin Kuzey Irak ve güneydoğu Anadolu bölgesinde küçümsenmeyecek bir Türkmen varlığı olmuş. Çeşitli konfederasyonlar kurulmuş. Buna rağmen ne Türkçeleşme ne de Türkleşme gözüküyor. Zamanla kaybolduğu da iddia edilebilir. Ama Kürt aşiretlerinin varlığını sona erdiremedikleri gibi, aksine, bazı araştırmacılara göre, kendileri Kürtleşmişler. Demek ki, her iki tarafın Müslüman olduğu durumlarda bu iki süreç de etkisiz kalıyor. Bunun bir açıklaması Orta Asya’dan gelen Türkiklerin sayısının azlığı olabilir. Anadolu’daysa bu sayı azlığı, Müslümanlığın temsilcisi olduklarından bir avantaj teşkil etmemiş olabilir. Çünkü yerliler Müslüman olmayı seçiyorlar, Türk olmayı değil. Türkçeyi kullanmaları daha çok bir yan etki. Yine incelenmesi gereken ilginç bir bölge Bosna olabilir. Buranın halkının Müslümanlığı seçtiğini biliyoruz. Sonuç olarak, bu tür karşılaştırmalarla bazı sonuçlara veya tahminlere ulaşabiliriz. Çünkü yazılı kaynaklar açısından çok iyi bir durumda değiliz.

Yorumlar

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. "Bu rakam ortalama yüzde 10-15 civarında. Yani Orta Asya'dan bu topraklarda yaşayanların yüzde 10-15'i gelmiş ve nüfus yapısını da değiştirememişler. Hiç de Orta Asya'dan Anadolu'ya 'bir kısrak başı gibi uzanan' bir durum söz konusu değil. Orta Asya göçü bir efsane. Zaten gelen az sayıdaki insanın geni de çok daha kalabalık yerli toplulukların içinde kaybolmuş. Ayrıca gelenlerin Türk mü, İranlı mı veya Afgan mı olduğunu da bilmek çok zor." (timuçin binder)

    O zaman, söyleşinizden alıntıladağım yukarıki paragraftaki kalınlaştırdığım cümleyi siz sarf etmediniz, öyle değil mi?

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  6. Bir de bu arada eklemek istiyorum, Türkçeleştirmeyi iki farklı boyutta düşünmek gerekiyor: Sözcüklerin Türkçeleşmesi, imlanın Türkçeleşmesi. Örneğin Ermenicede cümle kuruluşunun Türkçeleştiği söylenebilir. Günümüz Ermenileri cümlelerini Türkçedeki özne-nesne-yüklem biçimine uygun kuruyorlar. Ama Fransızcada Hind-Avrupa biçimindeymiş. Sanırım Ermenicenin kendisinde de böyle bir kolaylık var

    Türkler gelmeden önce Ermenice'deki sentaks nasıldı? Bu arada, özne-nesne-yüklem aynı zamanda Farsça'nın da kelime düzeni. Ermenice'ye pekala Farsça'dan (muhtemelen Orta Farsça) da geçmiş olabilir.

    ama eğer bu iddiam doğruysa, Türkçeleştirmeyi iki farklı boyutta ele almak gerekiyor. Örneğin Türkçede de İran kalıplarının ve hatta Hind-Avrupa cümle yapısının etkilerini görmek mümkün.

    Örnek verebilir misiniz?

    YanıtlaSil
  7. Rumca kökenli kelimeler hiç de az değil. Ermenicenin durumundan pek emin değilim ama oradan da kelimeler alınmış.

    Bu konuda yapılmış bildiğiniz çalışmalar var mı?

    YanıtlaSil
  8. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  9. Bu arada aklıma gelmişken, Türkçeleşmenin ve Türkleşmenin Müslüman gruplar arasında ne kadar etkili olduğuna bakarak bir Türkleşme mi, yoksa Müslümanlaşma mı olduğu konusunda ve sürecin niteliği hakkında iyi kötü bir fikre ulaşabiliriz. Örneğin Kuzey Irak ve güneydoğu Anadolu bölgesinde küçümsenmeyecek bir Türkmen varlığı olmuş. Çeşitli konfederasyonlar kurulmuş. Buna rağmen ne Türkçeleşme ne de Türkleşme gözüküyor. Zamanla kaybolduğu da iddia edilebilir. Ama Kürt aşiretlerinin varlığını sona erdiremedikleri gibi, aksine, bazı araştırmacılara göre, kendileri Kürtleşmişler. Demek ki, her iki tarafın Müslüman olduğu durumlarda bu iki süreç de etkisiz kalıyor. Bunun bir açıklaması Orta Asya’dan gelen Türkiklerin sayısının azlığı olabilir.

    Belki de o bölgedeki Türkmenler Kürtler'in arasında fazla barınamadı ve zamanla çoğu Türkler'in daha yoğun olduğu Anadolu'nun iç bölgelerine göç etti.

    YanıtlaSil
  10. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  11. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  12. Ne Ankara, ne İstanbul, ne İzmir, ne Antalya Türkçe.

    Bu, konuyu çok basite indirgemek olmuyor mu? Birleşik Devletler'de de çok sayıda yerli dillerinden kalma yer ismi var, ama kimse bugün buralarda yaşayan halkın baskın olarak yerli kökenli olduğunu söylemiyor.

    YanıtlaSil
  13. Bu arada, Virgül dergisinde yayınlanan yazınızı bu bloga ekleyebilir misiniz? Ya da varsa, yayınlandığı bir internet sayfasına link verebilir misiniz? Bir kişinin gazete elinden geçmiş söyleşisini okumaktansa, bizzat kendi elinden çıkma yazısını okumayı her zaman tercih ederim.

    YanıtlaSil
  14. Girit, Bosna gibi örnekler çok periferal. Geçiş bölgelerinde böyle tampon toplulukların olması doğal.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder