Kayıtlar

Giritli Müslümanların Geçmişi

Resim
Girit göçmenlerinin (hem mübadil hem muhacir) üzerinde Anadolu’ya ayak bastıkları andan itibaren bir baskı söz konusu olmuştur. Geldikleri birçok yerde “gavur” veya “yarı-gavur” olarak adlandırılmışlardır. Bunun sebebi muhtemelen neredeyse hepsinin anadilinin Yunancanın Girit lehçesi olmasıydı. Bu yüzden, Kurtuluş Savaşı veya o günkü adıyla İstiklal Harbi esasen Yunanlılara karşı verilmiş olduğundan, büyük ihtimalle Yunanlılarla ilişkilendirilmişlerdi. Yarı-gavurluğa terfi etmeleri herhalde Müslüman olmalarının anlaşılmış olmasındandı. Bu tavra bazı başka Yunanistan göçmenleri de maruz kalmıştır.  Bu tavrın Girit göçmenlerinin geçmişlerine ve de tarihlerine yaklaşımları üzerinde olumsuz etkileri olmuştur. Gavur veya yarı-gavur olarak görülmemek için kendilerinin en az onları bu şekilde adlandırılanlar kadar Türk olduklarını göstermeye çalışmışlardır. Bu sebeple geçmişlerini büyük ölçüde çarpıtmışlardır. Bu söyleme göre, Giritli göçmenlerin ataları aslında daha önce Anadolu

İşlevlerini yitirmiş değerlerde ısrar: Değer tapınımcılığı, değerlerimiz saplantısı

Şöyle bir haber çıktı gazetelerde birkaç hafta önce: “Öğrencilerin değer karmaşası yaşamamaları” için Pendik ilçesindeki okullarda kep ve cüppe giyilmesi yasaklandı. Değer karmaşası… Arada kaynadı gitti bu haber ama biraz düşünecek olursak, asıl sorunumuz burada. Bu saplantımızda. Osmanlı’nın son döneminden beri geçmemiş hastalığımız     Batı’dan teknolojisini, kurduğu veya geliştirdiği çeşitli sistemleri, örneğin eğitim sistemini, örneğin milliyetçilik, halk egemenliği gibi ideolojilerini, fikirlerini almakta bir sakınca görmüyoruz ama iş değerlere geldiğinde orada dur diyoruz. Osmanlı’nın son döneminden beri böyle bir mücadele veriyoruz. Nafile de olsa veriyoruz. Peki tam olarak ne bu kaybetmek istemediğimiz değerlerimiz? Her sistem kendi değerlerini üretir. Ürettiği teknolojiye karşılık gelir bu değerler. Teknoloji, bir kültürün ürettiği materyal ve hizmetleri, ulaşmak istediği hedefleri ortaya çıkarmak için kullandığı ve geliştirdiği teknik, yöntem ve sistemlerin t

18 Mart’ı, Çanakkale’yi Anlamak veya Yüzyıl Sonra Hâlâ Anlayamamak

Resim
Bir toplumda geçmişin nasıl sunulduğu, anlatıldığı, nasıl tarihleştirildiğiyle o toplumda ne tür bir dilin hâkim olacağı arasında yakın bir ilişki vardır. Verilenin içeriği kadar, verilme tarzı da son derece önemlidir. Tarihin önemli işlevlerinden biri bir toplumun nasıl bir dil kullanacağını,  nasıl bir dille konuşacağını belirlemektir. Bu dil bar ışçıl olabileceği kadar savaşı çağıran, yüceleştiren, hatta kutsallaştıran bir dil de olabilir.   Anmalar, kutlamalar, ne tür bir dilin seçildiğine, tarihin nasıl bir tarzda verildiğine dair en önemli göstergelerden biridir. Ç anakkale Savaşı anma ve/veya kutlamaları bu anlamda çok önemli bir örnektir.   Bu savaş,  Osmanlı’nın son yıllarında yapılmış çok büyük bir hatanın, Birinci Dünya Savaşı’nın ya da o günkü dille Büyük Savaş’a, Cihan Harbi’ne dâhil olmanın getirdiği insan kıyımının, bu gayet yüksek bedelin hatırlandığı, zihinlere kazınmaya çalışıldığı bir anma yerine, sadece sorgusuz sualsiz fedakârlığın, ölüme koşmanın yü

Kayaköy’den Kayıköy’e: Anadolu’nun Rumları ve Tarihçiliğimiz

Şöyle bir haber çıktı geçen hafta gazetelerde: Kayaköy Kayıköy olacakmış. Şu Fethiye’deki terk edilmiş Rum köyü Kayaköy. Köyde iki tane kilise kalıntısı var. Bariz şekilde Rum köyü. Neden birileri buranın adını Kayı yapmak ister? Ama habere konu olan araştırmaya bakınca işin rengi biraz değişiyor. Değiştirilmek istenen, Levissi adındaki Rum köyünün adı değil, ovadaki Türkmen köyünün adı. Anlaşılan yöredeki bazı kişiler, araştırmalara göre yüzlerce yıl Kayı olarak bilinmiş bu köyün adının Kayaköy olarak bilinmesinden şikayetçi. Bu ismin tarihi gerçekleri yansıtmadığını söyleyerek geçmişlerine sahip çıkmak istiyorlar. Bir de tabii yörenin sadece bu Rum köyüyle anılmasından rahatsızlar. Muhtemelen işin özü de aslında burada. Kayıköy adını savunan araştırmacıların elbette haklı bir yanı var. Son beş yüzyıldır bu yörede bir Türkmen varlığı var ve bu tarihi mirasın da sahiplenmesi istiyorlar. Yöre sadece Rum köyüyle tanınmamalı. Araştırmacılar burada iki noktaya dikkat çekiyorla

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SÜLEYMAN ŞAH SÖYLEMİ

Geçtiğimiz hafta bir Süleyman Şah fırtınası esti? Kafalar karıştı. Osman Gazi’nin babası mı, yoksa dedesi mi ya da Kutalmış oğlu Süleyman mı olduğu hemen anlaşılamadı. Okul dönemi tarih bilgileri zorlandı. İktidar ecdadımız, muhalefet vatan toprağını kaybettiniz dedi. Ama Süleyman Şah söyleminin kendisiyle, bu söylemin, büyük çoğunluğumuz ne kadar da Süleyman Şah’ın kim olduğunu bilmiyorsa da, tarihsel kimliğimizin çok önemli ve bence artık olumsuz bir parçası olduğu tartışılmadı. Süleyman Şah’la ilgili ciddiye alınacak tartışmaların büyük kısmı daha ziyade bu türbedeki zatın hangi Süleyman Şah olduğu üzerinde yoğunlaştı. Ya Osman Gazi’nin dedesi ya da Selçuklu ailesinden Kutalmış oğlu Süleyman idi. Bu tartışmalar sırasında bir söylem olarak Süleyman Şah konusuna bildiğim kadarıyla girilmedi. Tarih neredeyse her zaman bugün için bir geçmiş yaratma faaliyetidir. Osmanlı tarihlerini   okurken o dönemin bugününü göz önüne alırsak, aslında bu tarihlerde de kendi bugünlerine d

Anadolu’nun Hint-Avrupa Geçmişiyle Ne yapıyoruz, Ne Yapmalıyız?

Yeni bir toplum yaratılırken veya ortaya çıkarken en önemli konulardan biri de tarihtir, o toplumun kendisine bir geçmiş yaratmasıdır. Var olan bir geçmişin ortaya çıkarılmasından bahsetmiyorum. Ortaya çıkarılması gereken bir geçmiş elbette vardır. Ama bu geçmiş her zaman bir bulamaç şeklindedir, neyin ne olduğu çoğu kez, hatta her zaman belirsizdir. Çeşitli kültürel, toplumsal ve siyasi katmanlar, olaylar karmakarışık bir haldedir. Tarihçiler bu bulamaçtan, tarih adını verdiğimiz anlamlı bir öykü, bir anlatı çıkartırlar ve bu öykü her zaman söz konusu toplumun o günkü öncelik ve beklentilerinden oluşur. Söz konusu bulamaç, bu öncelik ve beklentilere göre bir süzgeçten geçirilir, bir seçim sürecinden geçer. Dolayısıyla, geçmiş hiçbir zaman her şeyiyle birlikte çıkmaz karşımıza, bazı katmanlar dışarıda bırakılır, bazısı da değiştirilerek yeniden kullanıma sokulur. Anadolu’nun geçmişi de bu süreçten fazlasıyla nasibini almıştır. Kendisine yeni bir geçmiş tasarlamaya, kurgulamay

Etnisitenin Kayganlığı

Ocak 2008'de Virgül dergisine yazdığım, etnisite kavramıyla ilgili bir kitap üzerine yazdığım bir tanıtım yazısı. Bloga daha önce koymuştum ama sanırım blog teknolojisinde bazı şeyler değişmiş ve okunması zorlaşmış. O yüzden tekrar koyuyorum ve ayrıca bu konu günümüzdeki önemini hala önemini korumaya devam ettiğinden bu yazıda geliştirdiğim bazı argümanlarım üzerine tekrar kafa yormak istiyorum. Yani etnisite yazılarının devamı gelecek. Etnisitenin Kayganlığı   The Archaeology of Ethnicity Constructing Identities in the Past and Present Siân Jones Son yıllarda etnisite kavramının kullanımında gözle görülen bir artış var. Özellikle siyasi ve kültürel talepler bu kavrama başvurularak savunuluyor veya bunlara yine aynı kavram kullanılarak karşı çıkılıyor. Dolayısıyla bu kavramı ayrıntılı bir şekilde tartışan ve inceleyen çalışmalar önemli oluyor. Siân Jones’un kitabı tam da etnisite kavramını daha iyi anlayabilmek, bu konuyla ilgili tartışmaları daha

Tarih, Yüzleşme ve Kürdistan

Mağduriyet, tarih, siyaset. Yerliler ve sonradan gelenler. Ve tabii isimler. İsimler üzerine kopartılan fırtınalar. Yer isimleri. Telaffuz edildiğinde veya edilemediğinde her şeyi paramparça olacağına inanılan yer isimleri. Yıllar önce milliyetçi saiklerle değiştirilmiş ve şimdi iade edilen, edilmesi istenen isimler. Ama çeşitli sorular geliyor akla bu arada. İsim iadesi tam olarak ne kadar geriye gitmeli. Örneğin, Kürdistan yeterli mi? Yoksa daha öncesine de gitmek gerekiyor mu? Gitmenin veya gitmemenin gerekçesi ne olabilir? Söz konusu bölge Kürdistan olmadan önceki döneme ait, sayıları son derece azalmış olsa da hâlâ varlığını sürdüren kültürleri içermeli mi? Yoksa çoğulcu demokrat olup sayıca baskın unsur oldukları için bu bölgenin Kürdistan olarak adlandırılması gerektiğini mi kabul etmeliyiz? Sayı her şey mi? Ya yaşanan mağduriyetler? Bugünün mağduru dünün de mağduru mudur? Eğer değilse ve de dünün gaddarı olmuş olma ihtimali varsa, bugünkü mağduriyetine nasıl yaklaş