Tarih, Yüzleşme ve Kürdistan
Mağduriyet,
tarih, siyaset. Yerliler ve sonradan gelenler. Ve tabii isimler. İsimler
üzerine kopartılan fırtınalar. Yer isimleri. Telaffuz edildiğinde veya
edilemediğinde her şeyi paramparça olacağına inanılan yer isimleri. Yıllar önce
milliyetçi saiklerle değiştirilmiş ve şimdi iade edilen, edilmesi istenen
isimler.
Ama çeşitli
sorular geliyor akla bu arada. İsim iadesi tam olarak ne kadar geriye gitmeli.
Örneğin, Kürdistan yeterli mi? Yoksa daha öncesine de gitmek gerekiyor mu? Gitmenin
veya gitmemenin gerekçesi ne olabilir? Söz konusu bölge Kürdistan olmadan
önceki döneme ait, sayıları son derece azalmış olsa da hâlâ varlığını sürdüren
kültürleri içermeli mi? Yoksa çoğulcu demokrat olup sayıca baskın unsur oldukları
için bu bölgenin Kürdistan olarak adlandırılması gerektiğini mi kabul etmeliyiz?
Sayı her şey mi?
Ya yaşanan
mağduriyetler? Bugünün mağduru dünün de mağduru mudur? Eğer değilse ve de dünün
gaddarı olmuş olma ihtimali varsa, bugünkü mağduriyetine nasıl yaklaşmamız
gerekiyor?
Elbette “ne halleri
varsa görsünler” veya “yesinler birbirlerini” demek çözüm değil. Ama uzun
yıllar birlikte kendilerinden ufakları, güçsüzleri dövmüş iki kankadan biri
diğerini dövmeye başladığında, ortaya çıkan mağduriyetin biraz farklı bir
mağduriyet olacağını da kabul etmek gerekmiyor mu?
Biraz sert mi
oldu? Ama ciddi bir yüzleşme çabasına girmeden tarihi çarpıtmak da eş derecede
sert oluyor.
Örneğin, yerel
bir gazetede şöyle bir şey okudum (ki bu yaklaşımında tek olduğunu
düşünmüyorum):
“… hah bak orası
Mezopotamya. Sen bu tanımı tarih dersinden hatırlarsın bak kesin. İşte o
Mezopotamya, hatırlarsan Türklerin Anadolu’ya göçünden bile önce Kürtlerin
yerleşik hayat yaşadıkları, vaktiyle çok verimli olan, kendi kültürlerini miss
gibi yaşattıkları Mezopotamya’dır.”
Ve ardından
devam etmiş yazar:
“… devlet
politikası işte, hani tarih dersinde göğsünü acayip kabartan bir Kanuni dönemi
vardır ya, fetih üstüne fetih, elli kere haritayı yeniden çizdiren günler, işte
o günler bitince, politikadan anlamayan devletimiz Kürtlerin o güzel
topraklarının da, kültürlerinin de içine afiyetle sıçmıştır.” (http://www.arenabodrum.com/deniz-sezgun-yazdi-evet-abi-kurdistan-ya-ne-olacakti/)
Yazar, başbakanın,
Kürtlerin yaşadığı bölgeye Kürdistan demesinin doğru olduğunu göstermeye çalışıyor.
Her ne kadar başbakan Kuzey Irak’a Kürdistan demiş ve Türkiye’nin güneydoğusunu bunun dışında
tuttuğunu iki veya üç gün sonra onunla yapılan bir röportajda belirttiyse de,
bir yerlere Kürdistan demiş olması, Türk-Kürt çatışması bağlamında tabii ki
önemli bir olay, önemli bir adım. Tamam diyelim.
Bir yeri farklı
bir şekilde adlandırmak, daha doğrusu, belli bir yere, belli bir bölgeye
Kürdistan demek. Gürültü bundan kopuyor. Her ne kadar yukarıdaki satırların
yazarı, “Bırak insanlar oraya ne derlerse desinler. Kürdistan, Kürdiye, Land of
Kurds. Onlara kalsın artık.” diyorsa da, mesele bu kadar basit değil. Ama
bildik ulusalcı söylemlerden ötürü değil, tamamen farklı bir açıdan, geçmişle
yüzleşme taraftarlarının da unuttuğu farklı bir açıdan bakıldığında ortaya
değişik bir tablo çıkıyor.
İlk önce, madem
bu siyasi tartışmaya tarih katılıyor, yazarın ve onunla birlikte başka bir çok
kişinin icat ettikleri tarihi bir parça düzeltmek gerekiyor. Kürtler, eğer
tartışmamızı bu etnik grubun adıyla sınırlandıracaksak, düşünülenin aksine, bugün
yaşadıkları bu topraklara pek öyle Türklerden çok önce gelmiş değiller. Eldeki
kaynaklar aşağı yukarı aynı zamanda, yani yazarın bahsettiği şu “Türk göçü”yle
birlikte geldiklerini gösteriyor.
Bu elbette çok
önemli olmayabilir. Ama geliş şekilleri Türklerinkinden pek farklı olmadığından,
yani Kürtler de bu topraklarda o sırada yaşayan kültürlerin yerlerinden
edilmeleri sürecine bilfiil katıldıklarından bu önemli bir ayrıntı oluyor. Eğer
meseleyi yerlilik-yabancılık ve yerleşiklik-göçebelik karşıtlığı açısından ele
alacaksak, bu bölgenin o sırada, yazara göre, “kendi kültürlerini miss gibi
yaşatanları” Süryaniler ve Ermenilerdi. Yüzlerce yıl sonra Kürt ve Türkün,
başbakanın çok sevdiği ifadeyle bir zamanların iki sıkı kardeşinin, başka
kültürlerin topraklarını zor yoluyla ele geçirme sürecinin yirmi birinci yüzyıldaki
perdesinde kavgaya tutuşmuş olması bu gerçeği değiştirmiyor. Süryaniler ve
Ermeniler ve o sırada burada var olmuş diğer alt kültürler açısından
bakıldığında, bu topraklara Türkiye yerine Kürdistan denmesi, bu kültürlerin ellerinden
alınmış toprakların bir gaddarın ismi yerine diğerininkiyle adlandırılması
(gaddar sert kaçmış olabilir ama eski dile sadık kalacaksak, mağduriyet
yaşatana gaddar denir) onlar için önemli bir farklılık getirmiyor.
Diğer yandan
şunu da belirtmekte yarar var. Meseleye genetik çalışmalar açısından
yaklaştığımızda, bugün bu topraklarda yaşayanların büyük kısmı epeyce uzun bir süredir
bu topraklarda yaşayan insanlar. Yani bugün Kürt olarak adlandırılanlar
muhtemelen neolitik dönemin (yani kabaca on, on beş bin yıl öncesinin) başka şekillerde
adlandırılmış topluluklarının devamı. Tabii aynı çalışmalar bu durumun bugün
kendilerini Türk olarak adlandıranlar için de geçerli olduğunu söylüyor.
Bununla beraber, ortada sahiplenilen etnik bir adlandırma olunca ve bu adlandırma
milliyetçi bir kapışma bağlamında yapılmaya kalkışıldığında, seçilen adların
tarihlerine, başkaları için ne ifade ettiklerine de bakmak gerekiyor ve konuya
bu şekilde yaklaşınca, her iki ad da, bu bölgede bu adlar buraya gelmeden önce
burada yaşayan kültürlerin yıkımına, büyük ölçüde ortadan kalkmalarına sebep
olmuş adlar.
Birilerinin
kendilerine Türk veya Kürt demesinde elbette hiç bir sakınca yok. Herkes
kendisini istediği şekilde tanımlayabilir ve bu isimleri taşıyarak herhangi bir
haksızlığa maruz kalmadan eşit bireyler olarak yaşamak isteyebilir. Ama bu
toprakların bugüne kadar (ve hatta bugün de) sadece kendilerinden ibaret olmuş
olduğu fikrine kapılmamalılar.
Bir kültürün
üyelerinin, bu durumda Kürtlerin, çeşitli sebeplerle haksızlıklara, zulümlere
uğramış, acı mağduriyetler yaşamış, kısaca ciddi bir etnik ayrımcılığa maruz
kalmış olması tabii ki kabul edilemez; siyaseten itiraz edilmesi, karşı
konulması gereken bir durumdur. Ama bu mücadele milliyetçi söylemin dar
kalıplarının dışına çıkmadığında, ki bir bölgenin etnik bir isimle
adlandırılması, anayurt söylemi, diğer kültürleri yok saymak vb çabalar milliyetçiliğe
girer, haliyle karşıt itirazlar gelecektir; birileri de, “bir dakika bu
meseleye sadece son yüz yıl değil, bir de son bin yıl öncesini düşünerek bakalım”
diyecektir, özellikle bu birileri hâlâ ortalıktaysa.
Çok basit bir
tarih araştırması bile, eğer “güneş teorisi”nin Kürt versiyonlarını bir kenara
bırakırsak, yani tartışmamızı bugün var olan modern etnik kimliklerle yürütecek
olursak, bugün Anadolu olarak tanımladığımız bölgedeki (ki sınırları biraz daha
genişleterek bugünün Kuzey Irak’ını da dahil edebiliriz) kültürlerin Türk ve
Kürt adlarını ilk kez duyduğu ve kayda geçtiği tarih on birinci yüzyıl ve
sonrasıdır. “Anadolu’nun fethi”nde sık sık ortak hareket etmiş bu iki Müslüman
topluluk (o dönemde her iki topluluğu da Anadolu’ya doğru harekete geçiren en
önemli etken İslam’dı; diğeri de ekonomi) Anadolu’ya birlikte yerleşmiş ya da
birlikte zorla ele geçirmiştir. Bugün birbirlerinden pek haz etmeyen bu iki
etnik grubun birlikteliği uzun bir süre devam etmiş ve bu birliktelik her
seferinde yerli kültürlerin topraklarından biraz daha uzaklaştırılması,
atılması veya en iyi ihtimalle ikinci sınıf topluluklara dönüştürülmesi
anlamına gelmiştir. Çaldıran Savaşı bu bölgeye Kürtlerin adamakıllı
yerleşmesinde önemli bir dönüm noktasıdır. Ama tabii bu birlikteliğin son
perdesi ve birçok bakımdan en sert yıkımın yaşandığı zaman yirminci yüzyılın
hemen başı, Birinci Dünya Savaşı dönemidir.
Böyle bir tarih
söz konusu olunca, bir yerlere Kürdistan demek ve bunu Kürtlerin en azından
birkaç bin yıldır yaşadıkları yer olduğu iddiasıyla yapmak bana göre tarihin
çarpıtılmasından ve burada daha önce var olmuş ve hâlâ ufak paketçikler halinde
var olmaya devam eden kültürlere büyük haksızlıktan başka bir şey değildir.
Böyle bir
adlandırma ciddi bir tarihsel yüzleşmeyle birlikte gerçekleştirilmediği sürece
çok kültürlü yaşamın kapısını aralayan bir adım olmayacaktır. Burada yaman bir
çelişki söz konusudur. Kürtlerin bir kültür olarak tanınma talepleri elbette
haklı bir taleptir ama bunu daha değişik bir şekilde ve her şeyden önemlisi de
en azından bin yıllık varlıklarının başka kültürler üzerinde yol açtığı kültürel
mağduriyetlerle yüzleşerek yapmaları zorunluluğu vardır. Oysa burada kolay yol
seçilerek tamamen milliyetçi bir adlandırmayla yetinilmektedir.
Burada üzerinde
durulması gereken en önemli nokta, Kürdistan adlandırmasının tek kültürcü olması,
Kürtlerin şiddetle eleştirdikleri Türkiye, yani sadece Türklerin yaşadığı yer
adlandırmasından farklı olmamasıdır. Böyle bir adlandırma sonuçta tek kültürcü bir
tarihi ve bunun çok kültürlü bir ortama dayatılmasını da getirmektedir. Kürtlerin
amacı Türklerin veya Türk devletinin onlar üzerindeki ayrımcı kültürel ve etnik
baskısını sona erdirmekse, bunun şekli, aynı düzeni daha küçük ölçekte ve
farklı bir adla hayata geçirmeye çalışmak olmamalı. Farklı kültürlerin bir
arada yaşadığı bir yer, demografik oranlar ne olursa olsun, hiçbir zaman tek
bir kültürü öne çıkartan, ödüllendiren ve diğerlerinin üzerinde bir konuma
yerleştiren bir şekilde adlandırılmamalıdır. Modern demokrasinin en önemli
şartı olan azınlık yaşamlarının eşit koşullarda var olmasını sağlamanın yolu her
şeyden önce böyle bir adlandırmadan kaçınmak olmalıdır.
Kürtler, eğer tartışmamızı bu etnik grubun adıyla sınırlandıracaksak, düşünülenin aksine, bugün yaşadıkları bu topraklara pek öyle Türklerden çok önce gelmiş değiller. Eldeki kaynaklar aşağı yukarı aynı zamanda, yani yazarın bahsettiği şu “Türk göçü”yle birlikte geldiklerini gösteriyor.
YanıtlaSilÇok basit bir tarih araştırması bile, eğer “güneş teorisi”nin Kürt versiyonlarını bir kenara bırakırsak, yani tartışmamızı bugün var olan modern etnik kimliklerle yürütecek olursak, bugün Anadolu olarak tanımladığımız bölgedeki (ki sınırları biraz daha genişleterek bugünün Kuzey Irak’ını da dahil edebiliriz) kültürlerin Türk ve Kürt adlarını ilk kez duyduğu ve kayda geçtiği tarih on birinci yüzyıl ve sonrasıdır. “Anadolu’nun fethi”nde sık sık ortak hareket etmiş bu iki Müslüman topluluk (o dönemde her iki topluluğu da Anadolu’ya doğru harekete geçiren en önemli etken İslam’dı; diğeri de ekonomi) Anadolu’ya birlikte yerleşmiş ya da birlikte zorla ele geçirmiştir.
Anadolu'ya Ermeni ve Süryani topraklarını da dahil ediyorsan, yani bugünün "Doğu Anadolu", "Güneydoğu Anadolu" bölgeleri, Kuzey Irak ve Ermenistan Cumhuriyeti'ni de dahil ediyorsan, bu dediklerin pek doğru değil. 10. asırda Ermeni ve Süryani topraklarında Kürt hanedanlar tarafından idare edilen bir dizi emirlik vardı, örn., Şeddadiler, Mervaniler, Revvadiler (Revvadiler Arapken 10. asırda Kürtleşmiş, Kürtleşmeleri topraklarında Kürt mevcudiyetine işaret eder). Ayrıca, Arap kaynakları 9. asırda ve muhtemelen öncesinde de Süryani coğrafyasında, daha spesifik olmam gerekirse, bugünün "Güneydoğu Anadolu Bölgesi" ve Kuzey Irak'ında Kürtlerin yaşadığına işaret ediyor. Kürtlerin İslam öncesinde de Süryani coğrafyasında bulunduklarına işaret eden kaynaklara girmiyorum bile.
Anadolu ve civarına Türki göçü 11. asırda başladı (ondan öncesinde sadece Arapların getirdiği küçük köle asker gruplarından söz edebiliriz). Ama eldeki tarihi kaynaklardan görülüyor ki Kürtler Ermeni ve bilhassa da Süryani coğrafyasında Türki göçünden önce de mevcuttu. Ne kadar nüfusları vardı bilemeyiz, kaynaklar o hususta kafi değil. Türki göçünden sonra Kürtlerin bundan istifade ederek Ermeni ve Süryani coğrafyasında ve bir parça Rum coğrafyasında yayıldıkları doğru, ama bu Kürtlerin Türki göçünden evvelki Ermeni ve bilhassa Süryani coğrafyasındaki mevcudiyetlerini görmezden gelmemiz için kafi sebep değil.
Sanırım ilk önce şu bahsettiğin kaynaklara girmeni isteyeceğim. Çekinme. Aksine sevinirim. Yanlış bildiğim bir şey varsa düzeltme şansı yakalarım. Ondan sonra diğer hususları da daha derinlemesine tartışırım.
YanıtlaSilYalnız şu noktaya işaret etmek istiyorum. Bu yazı binlerce yıldır şu anda bulundukları yerde yaşayan Kürtler fikrine karşı yazıldı. Şu ana kadar yazdıkların, Kürtlerin de tıpkı Türkler gibi Süryani ve Ermeni yaşam alanlarına sonradan geldiği iddiamı çürütmüyor. Azerbaycan bu iddiama dahil olmadığı için zaten Şeddadiler ve Revvadilerden bahsetmeye gerek yok. Mervaniler’e gelince, hem kuruluş tarihleri hem emirliğin bulunduğu yer hem de ortaya çıkış şekilleri dikkate alındığında bu iddiamı onlar da çürütmüyor. Sonuçta tüm saydıkların buraya doğru bir gelişe işaret ediyor, binlerce yıldır burada yaşadıklarına değil. O yüzden sanırım şu bahsettiğin kaynaklara girmen gerekecek.
Tamam kuzey Irak’ın bir sınır teşkil ettiği söylenebilir. Burada, özellikle bu bölgenin güney ve güneydoğu sınırlarında Kürtlere rastlandığı söylenebilir. Bunu reddetmiyorum. Zaten oralardan yayılıyorlar. Ama bu şimdi yaşadıkları bölgede binlerce yıldır yaşadıklarını göstermediği gibi, tek başlarına yaşamış olduklarını hiç göstermiyor.
Neyse, dediğim gibi, ilk önce kaynakları göreyim, sonra devam ederiz.
Eğer bugünkü Azerbaycan ve Ermenistan cumhuriyetlerinin topraklarını iddiana dahil etmiyorsan dediklerinde haklısın, zira 10. asırda Transkafkasya'da bir Kürt yayılması olduğu anlaşılıyor.
YanıtlaSilMervaniler dediğin gibi çok geç bir tarihte ve münferit bir örnek. Zaten Mervani toprakları muhtemelen gayri-Müslim nüfusun çok ağır bastığı bir coğrafyaydı, yani Selçuklular gelmeseydi oradaki zaten çok az olan Müslüman Kürt nüfusun gayri-Müslim düşman devletler tarafından topraklarından sürülmesi çok kolaydı.
Hasılı, sanırım sen haklısın. Kaynakları daha iyi tedkik edince şimdi sana daha çok hak verdim.