Kayaköy’den Kayıköy’e: Anadolu’nun Rumları ve Tarihçiliğimiz
Şöyle bir haber
çıktı geçen hafta gazetelerde: Kayaköy Kayıköy olacakmış. Şu Fethiye’deki terk
edilmiş Rum köyü Kayaköy. Köyde iki tane kilise kalıntısı var. Bariz şekilde
Rum köyü. Neden birileri buranın adını Kayı yapmak ister?
Ama habere konu
olan araştırmaya bakınca işin rengi biraz değişiyor. Değiştirilmek istenen,
Levissi adındaki Rum köyünün adı değil, ovadaki Türkmen köyünün adı. Anlaşılan
yöredeki bazı kişiler, araştırmalara göre yüzlerce yıl Kayı olarak bilinmiş bu
köyün adının Kayaköy olarak bilinmesinden şikayetçi. Bu ismin tarihi gerçekleri
yansıtmadığını söyleyerek geçmişlerine sahip çıkmak istiyorlar. Bir de tabii
yörenin sadece bu Rum köyüyle anılmasından rahatsızlar. Muhtemelen işin özü de
aslında burada.
Kayıköy adını
savunan araştırmacıların elbette haklı bir yanı var. Son beş yüzyıldır bu
yörede bir Türkmen varlığı var ve bu tarihi mirasın da sahiplenmesi istiyorlar.
Yöre sadece Rum köyüyle tanınmamalı. Araştırmacılar burada iki noktaya dikkat çekiyorlar.
Birincisi Levissi olarak bilinen Rum köyünün sakinlerinin daha çok ticaretle
uğraştıkları, ovadaki toprakları işlemediklerini belirtiyorlar. Ovadaki
topraklar burada yaşayan Türkmenler tarafından işlenmiş. Çünkü başka bir köy
daha var. Ayrıca bugün sadece kalıntıları kalmış bu köyün bu haline on
dokuzuncu yüzyılda dışarıdan aldığı Rum göçüyle ulaştığını, o zamana kadar önemsiz
bir köy olarak kaldığını söylüyorlar. Yani bugün kalıntıları görülen köy bu
haline bu yörede yaşayan Rumlar sayesinde ulaşmamış.
Konuya sadece
son beş yüz yıllık bir zaman aralığı açısından bakıldığında bu söylenenlere
itiraz etmek elbette mümkün değil. Ama bu aralığı biraz genişleterek geçmişe
daha farklı bir mercekten baktığımızda ortaya daha başka bir tarih çıkıyor.
Türkmenlerin bu
yöreye sonradan ve üstelik bir istila sonucunda geldiğini biliyoruz. Eğer bu
istila sonucunda ovaya yerleşen Türkmenler olmasaydı, muhtemelen burayı Rumlar
kullanıyor olacaktı ve köyün büyümesi on dokuzuncu yüzyıla kadar beklemeyecekti.
Dolayısıyla Rum köyüne bir parça
haksızlık edilmiş oluyor. On dokuzuncu yüzyılda dışarıdan Rum göçü var ama daha
önce de buradaki Rum varlığının özgürce gelişmesini engelleyen bir durum var.
Burada geçmişi
Likya dönemine, yani en azından üç bin yıl geriye giden bir yerleşimin olduğu
biliniyor. Antikçağda adı Lebessos/us olan bu yerleşim Bizans İmparatoru Heraklius
zamanında 640 yılında kaleme alınmış Notitia Episcopatuum’da bir piskoposluk
olarak gözüküyor. 10. yüzyılın başlarında yazılmış VI. Leo’ya atfedilen bir
belgedeyse Myra metropolitliğine bağlı görülüyor. Levissi’nin bulunduğu tepenin
hemen ardında Gemiler Adası mevkiindeyse Bizans döneminde epey gelişkin bir Rum
liman şehri olduğu biliniyor. Arap akınlarının başlamasıyla buradaki halkın
zaman içinde Levissi’ye geçtiği veya Levissi’yi kurduğu düşünülüyor. Akın
sözcüğü Anadolu Müslüman tarihinde her zaman pozitif bir çağrışım yapmıştır;
iyi bir şey olarak algılanmıştır. Ama Anadolu Hıristiyan tarihi açısından
bakınca akın yıkım getiren bir istila hareketidir.
Bu tarihsel
gelişimin ayrıntıları muhtemelen daha fazla araştırma gerektiriyor. Ama şu bir
gerçek: Müslüman Arap ve daha sonra da Oğuz/Türkmen akınları ve aslında
istilası başlamadan önce burada parlak bir Rum varlığı var. Bu istila olmasaydı
bu varlık bugün muhtemelen daha farklı bir konumda olacaktı. Yani burada beş
yüzyıldır var olmuş bir Türkmen köyü ve dolayısıyla geçmişi var derken, bu
ayrıntıyı atlamak geçmişe tam anlamıyla sahip çıkmak olmuyor. Daha sonra
Osmanlı döneminde Elviz olarak adlandırılmış Levissi’nin bugün biraz daha öne
planda olmasının bir nedeni de acaba bu köyün bu istilanın ve sonunda yok
edilmiş bir kültürün parçası olması olabilir mi? Ayrıca Anadolu’da bu ve
benzeri Rum yerleşimlerinin bir de tam mübadeleden önce yaşadıkları kısa sürmüş
ama acılarla dolu, zorla gönderilmeye çalışıldıkları ve bu yüzden de çeşitli
baskı ve yıldırma hareketlerine maruz kaldıkları bir evre var. “Gerçek tarih”
ortaya çıkartılırken bu ayrıntıların da unutulmaması gerekiyor. Yok
unutuluyorsa, ister istemez neden unutuluyor sorusu akla geliyor.
Cumhuriyet
dönemi tarihçiliğinin bu ayrıntıları atlamak gibi bir sorunu olduğu görülüyor. Çok
az sayıdaki istisnalar dışında, bu tarihçilik, resmi veya gayri resmi, Anadolu’daki
Rum varlığını bu açıdan konuşmamakta ısrar ediyor. Hatta daha da ileri giderek
bu var oluşu önemsizleştirmeye çalışıyor. Topraklarını istila edip kültürel
varlıklarına ciddi bir darbe vurduktan sonra dönüp de aslında zaten çok ciddi
bir varlıklarının olmadığını söylemek tarihi çarpıtmak olmuyor mu?
Elbette bu geçmişi
yazmak o kadar da kolay değil. Çünkü bir kez Rum varlığı kabul edildiğinde, bu
varlığa ne olduğunun da açıklanması gerekecek. Açıklandığı takdirde de bir
istila ve önemli ölçüde yıkım süreciyle yüzleşmek gerekecek. Ne resmi
tarihçilik ne de yerel tarihler bu sorunu nasıl çözeceklerini henüz bulamadılar
veya bulmak istemiyorlar. Dolayısıyla da ya bu geçmişten bahsetmeyerek
önemsizleştirilme yoluna gidiyor ya da açık açık yer isimlerinin
değiştirilmesi, bu döneme ait kalıntılara gerekli ilginin gösterilmemesi
yoluyla bu geçmişi yok etmeye çalışıyorlar.
Daha da ileri
gidilebiliyor. Bugün Anadolu’da yaşayanlara Anadoluluk atfediliyor ve bir
zamanlar bu topraklarda yaşamış ve hâlâ son derece az sayıda yaşayan Rumlar da bir
zamanlar Anadolu’yu “istila etmiş” Yunanlıların kalıntıları olarak görülüyor.
Ama bu Anadolular bir yandan da Orta Asya’dan geldiklerini kabul ediyorlar. Bu
arada başka bir garip durum da Yunanca konuşmuş İyonyalıların da Anadolulu
kabul edilmeleri. Ortaya haliyle şöyle garip bir durum çıkıyor. İyonyalılar ve
onlardan yaklaşık 1800 yıl sonra gelmiş Oğuzlar Anadolulu oluyor. Arada var
olmuş Rumlar ve dolayısıyla Bizans bu tablonun dışında tutuluyor.
Bir bölgenin
tarihinde istilalar kaçınılmaz. Dünyada sayısız örnekleri var. Her zaman sonradan
gelenler oluyor. Anadolu da sayısız istilalar yaşamış. Hint-Avrupa dillerinin
Anadolu dışında doğduklarını kabul edersek, ki araştırmalar en azından şimdilik
bu seçeneği destekliyor gibi, bugün “öz Anadolulu” kabul edilen Hititler,
Luviler, Karyallılar, Likyalılar vd de istilacı. İyonyalılar tarihi kaynaklara
göre zaten dışarıdan gelmiş. Hint-Avrupa dili konuşan Ermeniler ve Kürtleri de
dışarıda tutarsak ve Oğuzların/Türklerin zaten dışarıdan geldiğini biliyoruz,
geride kim kalıyor? Ama birilerinin burada olduğunu biliyoruz. Genetik
çalışmalara göre uzun süredir burada yaşayan bir topluluk mevcut. Diğer yandan
istilalar sonucu gelenler de var. Bu tarih nasıl yazılacak? Şu anki haliyle
komik ve ayrımcı, istediğini Anadolulu kabul eden, istediğini istilacı yapan
bir tarihle karşı karşıyayız. Son istilacı kendi gündemine, kendi siyasi
çıkarlarına göre Anadolu’nun geçmişini yeniden yazmaya çalışıyor. Aksini yazmak
elbette daha zor. Yüzleşmeler olması gerekecek, biz tanımının değiştirilmesi
gerekecek, çok kültürlü bir içerik üzerinde uğraşılacak. Zor ama uzun vadede
böyle bir tarih sadece daha tutarlı olmakla kalmayacak, gereksiz bu benim
geçmişim bu onun geçmişi tartışmalarını geride bırakarak daha sağlıklı,
kendiyle daha barışık bir topluma yol açacaktır. Maalesef Kayaköy-Kayıköy
tartışmasının hâlâ epey uzak olduğu görülüyor bu idealden.
Timuçin Binder
Gerçekten objektif bir bakış açısı,maalesef bizede şimdiye kadar bazı gerçekler gözardı edilerek anlatılmış tarih,zaten biraz araştıran birisi Anadolu'da Türkmenlerden önce bu topraklarda başka yaşamların olduğunu ve bu insanlarında çoğunlukla antik Yunanca konuştuğunu anlayabilir.Hal böyleyken türkmen boylarının Anadolu'ya girip burada yaşayan çoğunlukla Rum ahaliyi zorla topraklarını terketmeye zoerladıklarını söylemeliyiz..
YanıtlaSil