OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SÜLEYMAN ŞAH SÖYLEMİ
Geçtiğimiz hafta
bir Süleyman Şah fırtınası esti? Kafalar karıştı. Osman Gazi’nin babası mı,
yoksa dedesi mi ya da Kutalmış oğlu Süleyman mı olduğu hemen anlaşılamadı. Okul
dönemi tarih bilgileri zorlandı. İktidar ecdadımız, muhalefet vatan toprağını
kaybettiniz dedi. Ama Süleyman Şah söyleminin kendisiyle, bu söylemin, büyük
çoğunluğumuz ne kadar da Süleyman Şah’ın kim olduğunu bilmiyorsa da, tarihsel
kimliğimizin çok önemli ve bence artık olumsuz bir parçası olduğu tartışılmadı.
Süleyman Şah’la
ilgili ciddiye alınacak tartışmaların büyük kısmı daha ziyade bu türbedeki
zatın hangi Süleyman Şah olduğu üzerinde yoğunlaştı. Ya Osman Gazi’nin dedesi
ya da Selçuklu ailesinden Kutalmış oğlu Süleyman idi. Bu tartışmalar sırasında
bir söylem olarak Süleyman Şah konusuna bildiğim kadarıyla girilmedi.
Tarih neredeyse
her zaman bugün için bir geçmiş yaratma faaliyetidir. Osmanlı tarihlerini okurken o dönemin bugününü göz önüne alırsak,
aslında bu tarihlerde de kendi bugünlerine dair geçmiş kurgulama, uygun bir
geçmiş yaratma faaliyetinin söz konusu olduğunu görmek pek zor değildir. Amaç
Osmanlı’nın Anadolu’daki faaliyeti ve dolayısıyla da çeşitli konulara dair hak
talepleri için uygun bir kılıf hazırlamaktır, uygun bir meşruiyet söylemi
yaratmaktır.
Süleyman Şah’tan
bahseden ve ilk Osmanlı tarihlerinden biri olan Aşık Paşazade tarihine de bu
açıdan yaklaşmakta yarar var. Burada Süleyman Şah’tan Osman Gazi’nin dedesi
olarak bahsedildiği doğrudur. Ama nasıl bahsedilmektedir? Asıl üzerinde
durulması gereken nokta budur.
Aşık Paşazade
tarihinde Süleyman Şah’la ilk olarak Osmanoğulları soyunun adları bölümünde
karşılaşmaktayız. Burada Nuh Peygamber’den başlayıp Osman Gazi’ye gelen bir
şecere sunulmaktadır. Osman Gazi’nin soyu şöyledir: Nuh Peygamber, Yafes, Maçi,
Çin, Turmuş, Yantemür, Korluga, Karahul, Süleyman Şah, Karalu Oğlan, Amudı,
Karaca, Kurtılmış, Çarboga, Sevinç, Togar, Baybus, Kızıl Boğa, Kamarı, Bansup,
Karahan, Tozak, Aykutluk, Karahan, Oğuz, Gök Alp, Basuk, Toktimur, Sugar,
bakıyı, Sunkur, Kaynıtur, Togar, Aykolug, Bayıntur, Kızıl Boğa, Kaya Alp,
Süleyman Şah Gazi, Ertuğrul ve Osman Gazi’dir.
Bu girişten
sonra Aşık Paşazade Türklerin Süleyman Şah önderliğinde nasıl Erzurum ve
Erzincan üzerinden Anadolu’ya geldiklerini, fetihler yaptıklarını, ardından çeşitli
zorluklarla karşılaştıklarını, özellikle de davarlarında kayıplar yaşadıklarını,
bunun üzerine geri dönmeye karar verdiklerini, ama Türkistan yerine Halep’e
gittiklerini ve burada bir kaza sonucunda Süleyman Şah boğulduktan sonra göçer
halkın dağıldığını, Süleyman Şah’ın oğullarından Ertuğrul’un Pasin Ovası’na
geçtiğini, uzun süre orada kaldığını ve bir süre sonra Sultan Alaeddin tekrar
Rum ülkesine yönelince, onun da Batı’ya göç ettiğini anlatır.
Ardından Osman
Gazi’nin öyküsüne geçer ve burada Süleyman Şah şöyle belirir: “Tursun Fakıh
bunun üzerine “Han’ım! Bu iş için Sultan’dan icazet ve izin gerektir.” deyince,
Osman Gazi, “Bu şehri ben bizzat kendi kılıcımla aldım, sultanın bunda bir
faydası olmadı, ondan niçin izin alayım? Ona sultanlık veren Allah bana da
gazayla hanlık verdi. (…) Sonra o, “ben Selçuk soyundanım” derse, ben de Gök
Alp oğluyum derim. Yok eğer ben bu ülkeye onlardan önce geldim derse, benim
dedem Süleyman Şah da ondan önce gelmiştir.” dedi. Halk Osman Gazi’den bu
haberi işitince kabul ettiler.” Ondan sonra adına hutbe okutur. Sene 1299’dur. Osmanlı’nın
kuruluşu.
Görüldüğü gibi,
burada açık bir iktidar mücadelesi söz konusudur. Osman Gazi artık Anadolu’daki
gücünü epey yitirmiş Selçukluya karşı kendi bölgesinde iktidarı ele geçirmeye
çalışmaktadır. Ama bunu belli bir meşruiyet zeminine oturtarak yapması
gerekmektedir ki, halk onu kabul etsin. Bir yandan değerli bir soydan geldiğini
ve diğer yandan da Anadolu’ya Selçukludan önce geldiğini göstermek istemektedir.
Birincisi için Gök Alp’i kullanmaktadır. İsim benzerliğine bakarsak, Gök Alp
Oğuz Han’ın dördüncü oğlu Gök Han’dır. Bu onu Üçoklar’a yerleştirmektedir. Bu
aşamada Kayı boyundan olmanın henüz önemli olmadığı görülüyor. Çünkü bu durumda
Oğuz Han’ın ilk oğlu Gün Han’ın soyundan geldiğini iddia etmesi gerekirdi.
Selçuklu Oğuz Han’ın altıncı oğlu Deniz Han’ın soyundan geldiğinden Gök Alp’in
yeterli olduğu düşünülmüş olmalı.
İkinci noktanın,
yani Anadolu’ya daha önce geldiklerinin kanıtı olarak da Süleyman Şah’ı öne
sürmektedir. Süleyman Şah’ın burada anlatılan öyküsü bariz şekilde Kutalmış
Oğlu Süleyman’ın Malazgirt’ten sonra Bizans’la girdiği ilişkinin ve ardından da
mücadelenin öyküsüdür. Burada birçok unsur bir araya getirilmiştir ama bu sonuç
olarak Türkmenlerin ilk önce Anadolu’nun her yanına yayıldıkları ve ardından
Bizans’ın tekrar güçlenmesiyle Anadolu’nun ortasına sıkıştırıldıkları ve bir
kısmının da hayvanları için daha uygun bölgeleri tercih ettiklerinin öyküsüdür.
Bu Türkmenlerin ve de Selçuklunun Anadolu’ya gelişidir. Süleyman Şah’ın
Malazgirt’le beraber geldiğini hatırlarsak, tarih 1071’dir ve Osman Gazi’nin
dedesi olması mümkün değildir. Olsa olsa büyük veya büyük büyük dedesi
olabilir. Başka bir Süleyman Şah olması da mümkün değildir, eğer erken gelme
iddiasında bulunulacaksa.
Osman Gazi’nin
faaliyet gösterdiği alanın ondan neredeyse iki yüz yıl önce Kutalmış’ın oğlu
Süleyman Şah’ın faaliyet gösterdiği ve Anadolu Selçuklularının ilk kurulduğu
yer olduğunu dikkate alırsak, Süleyman Şah’ın namı Osman Gazi’nin zamanında
yerel Türkmen çevrelerde, özellikle kuzey Anadolu’da, tarihsel bir öykü olarak
çeşitli değiştirilmiş şekillerde muhtemelen varlığını sürdürmekteydi. Dedesinin
siyasi amaçlar için bu Süleyman Şah’la kaynaştırılmış veya hatta ona böyle bir
dede icat edilmiş olması hiç de uzak bir ihtimal değil.
Bu söylemin
Osman Gazi için bir anlamı ve yararı vardı. Nuh, Oğuz, Gök Alp ve Süleyman
Şah’ı içeren şeceresi biri Orta Asya Türk diğeri İslami olmak üzere iki
meşrulaştırma geleneğini tek bir söylem şeklinde bir araya getirmektedir. Bir
bakıma Türk-İslam sentezinin başlangıcıdır diyebiliriz. Osman Gazi’ye özgü
değildir. Bu dönemde İslam dünyasında bir kalıp olarak belirdiğini görüyoruz. İslam’la
yeni tanışmış Türkler için böyle bir kalıp gerekli görülmüş olmalı. Osman Gazi
bunu kendi soyundan bazı isimleri de kapsayacak şekilde genişletmiş olmalı.
Süleyman Şah’ın önemiyse, Anadolu’yu sahiplenmede Selçukluyu söylemsel olarak
bertaraf etmede rol oynamasıdır. Elbette Selçuklu da soyunu Süleyman Şah’a
götürebilirdi ama Osman Gazi’nin ortaya çıktığı dönemde Selçuklu ile Türkmenler
kültürel olarak farklı yönlere savrulmuştu. Süleyman Şah’ın sahiplenilmesine
Türkmenlerin asıllarına dönme girişimi olarak da bakılabilir.
Toparlayacak
olursak, burada bir gelenek icadı söz konusudur. Süleyman Şah geleneği
Osmanlı’nın kendisini meşrulaştırmak için ürettiği ilk söylemdir diyebiliriz. Türbede
hangi Süleyman’ın yattığına gelince, Osman Gazi bile bunu önemsememiş olabilir.
Önemli olan, burada yaratılan söylemdir ve bunun ne anlama geldiğidir. Bugün bu
söylem dipdiri şekilde ayaktadır. Muhalefetin tepkisi de aslında pek bu
söylemin içeriğine değildir. Bu bir sahiplenme söylemidir ve bu sahiplenmeyi belli
bir grup adına yapan bir söylemdir. Bugünkü iktidarın hedeflerine son derece
uygundur. Ülkenin demokratikleşmesi arzusu açısından bakıldığındaysa da
ayrımcılığıyla sorunlu bir söylemdir. Dolayısıyla, uygun tepki vatan toprağı
kaybedildi değil, bu vatan toprağının zaten kaybedilmesi ve bununla birlikte bu
söylemin bırakılması gerektiğini ileri sürmek olmalıydı.
Timuçin Binder
Türkiye'de siyaset ilim yerine sembolleri baz aldıkça muhalefetten beklediğin reaksiyon gelmez, Timuçin.
YanıtlaSilAçıkçası beklediğimi düşündüğün reaksiyonu beklemiyorum muhalefetten. Sadece bir parça göstermeye çalışıyorum onların da aslında iktidardan pek farklı olmadıklarını.
YanıtlaSilYanlış ifade ettim. "Muhalefetten görmeyi arzu ettiğin" demeliydim.
YanıtlaSilMuhalefet, yani CHP ve MHP, sağ görüşü temsil ettiklerinden, bu kadar farklı ve bence ileri bir reaksiyon tabii ki beklemiyordum. Epey sol olmak gerekiyor böyle bir reaksiyon için.
YanıtlaSil