Etnisitenin Kayganlığı



Ocak 2008'de Virgül dergisine yazdığım, etnisite kavramıyla ilgili bir kitap üzerine yazdığım bir tanıtım yazısı. Bloga daha önce koymuştum ama sanırım blog teknolojisinde bazı şeyler değişmiş ve okunması zorlaşmış. O yüzden tekrar koyuyorum ve ayrıca bu konu günümüzdeki önemini hala önemini korumaya devam ettiğinden bu yazıda geliştirdiğim bazı argümanlarım üzerine tekrar kafa yormak istiyorum. Yani etnisite yazılarının devamı gelecek.


Etnisitenin Kayganlığı 


The Archaeology of Ethnicity
Constructing Identities in the Past and Present
Siân Jones




Son yıllarda etnisite kavramının kullanımında gözle görülen bir artış var. Özellikle siyasi ve kültürel talepler bu kavrama başvurularak savunuluyor veya bunlara yine aynı kavram kullanılarak karşı çıkılıyor. Dolayısıyla bu kavramı ayrıntılı bir şekilde tartışan ve inceleyen çalışmalar önemli oluyor.

Siân Jones’un kitabı tam da etnisite kavramını daha iyi anlayabilmek, bu konuyla ilgili tartışmaları daha ayrıntılı bir şekilde özümsemek için yazılmış. Başlığına bakıldığında etnisitenin kökeniyle ilgili bir kitap; gerçekten de etnisite kavramının insan toplumlarında nasıl belirdiğini, belirebildiğini uzun uzun tartışıyor. Kitabın etnisiteyle ilgili kısmını ikiye bölmek mümkün: Etnisite kavramıyla ilgili yaklaşımların (ki yazar bunları iki temel başlık altında topluyor) sunulduğu bölüm ve ardından yazarın, ağırlıklı olarak Bourdieu’ya dayandırdığı kendi tanımını sunduğu bölüm. Ayrıca etnisitenin arkeoloji alanında nasıl anlaşılması ve yorumlanmasına da bir bölüm ayrılmış.  

Yazar on dokuzuncu yüzyılın başında (antropolojiyi oluşturacak alanda) belirmiş ırk yaklaşımıyla başlıyor. Bunu, insan gruplarını ezeli-ebedi, kapalı, homojen ve özsel bütünler şeklinde kategorileştirme çabalarının başlangıcı olarak görüyor. Siân Jones tartışmasını daha çok antropoloji/arkeoloji alanıyla sınırlıyor ama bu alan için ileri sürdüğü ırk, kültür ve etnisite evrimsel çizgisinin insanlığın diğer alanlarını da benzer şekilde etkilemiş olduğu söylenebilir. Bu üç kategori sadece antropoloji alanıyla sınırlı kalmamış, popüler günlük söylemlerin de parçası olmuştur. Irklar üzerinden gruplara ayırma artık büyük çapta gözden düşmüş olmasına rağmen, diğer ikisi hâlâ bizimle beraber. Her ne kadar her üç kavram da aynı ezeli-ebedi özsel grup yaklaşımının ürünüyse de, ırkçı yaklaşım doğrudan bedensel özelliklere işaret ettiğinden daha fazla tepki toplamış. Oysa ırk kelimesinin hem Türkçede hem de bazı Avrupa dillerindeki orijinal anlamı aynı soydan olmak; fiziksel özelliklerle ilişkilendirilmesi daha sonra. Bu açıdan bakıldığında, hem kültür hem de etnisite kavramları ırkın bu orijinal anlamına özellikle popüler alanda yakınlar. Irk temelli yaklaşım insanları fiziksel özelliklerine göre gruplandırmaya dayanırken, kültür ve ardından etnisite temelli gruplandırmalar, on dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru belirmiş kültürel evrelere göre sınıflandırmaya dayanan sosyo-kültürel yaklaşımın farklı ifadeleri. Fiziksel özelliklerin yerini sosyo-kültürel özelliklerin alması ne kadar olumlu bir adım olarak gözükse de, ırk yaklaşımının bütüncülük, homojenlik, sınırlandırılmışlık, belli bir özün sürdürülmesi gibi varsayımları devam etmiştir. Ezeli-ebedi, özsel gruplandırmada eğilim, farklılıklardan çok benzerlikleri açığa çıkarma ve kullanma yönündedir. Yazar etnisiteyi on dokuzuncu yüzyılın başında belirmiş bu yaklaşımın son ürünü olarak tanımlıyor. Aynı soydan veya aynı gruptan gelmeyi ifade eden bir kavram olarak etnisitenin geçmişini antik çağa kadar götürmek mümkün. Ancak yazar bu konuya değinmiyor, kendisini antropoloji ve arkeoloji alanlarıyla sınırlıyor.

Siân Jones etnisite kavramına ayırdığı ilk bölümde bu kavramı başlıca iki yaklaşım çerçevesinde tartışıyor: Kökensel (primordial) etnisiteler ve araçsal (instrumental) etnisiteler. Yazara göre bu iki yaklaşımın temelinde etnisitenin nesnelci ve öznelci tanımlarını görmek mümkün: Etnik gruplar bireylerden bağımsız bir şekilde var olan ortak nesnel kültürel pratiklere ve/veya sosyo-kültürel ilişkilere mi dayanıyor? Yoksa etnik gruplar esasen bireylerin öznel algılama süreçleri ve toplumsal örgütlenmeleri tarafından mı belirleniyor? Bu noktada kanımca önemli bir soru beliriyor: Kültür ile etnisite arasındaki ilişki nasıl tanımlanmalı? Popüler söylemlerde bu ikisinin birbiriyle sorunsuz bir şekilde ilişkilendirildiğini görüyoruz. Oysa bu ikisini farklı süreçlerin sonucu olarak düşünmek gerekebilir.    

Kültür, tanımlanması epey zor bir görüngü: Hem ürünsel bir sonuç hem de bir süreç olarak tanımlamak mümkün. Bir yandan bir topluluğun ürettiği maddi ve manevi her şey olarak düşünülen kültür, aynı zamanda insanların yaşadıkları dünyayı anlamlandırabilmek için ürettikleri araçlar (simgeler, söylemler, değerler) olarak da tanımlanabiliyor. Buna ek olarak kültür insanın gelişimini tamamlayabilmesi ve var olabilmesi için ana karnından sonra faaliyete geçen biyolojik/psikolojik bir algılama/bilme/öğrenme süreci olarak da tanımlanabilir. Bir süreç olarak görüldüğünde, kültürün üç önemli unsuruyla karşılaşıyoruz: aynılaştırma, biriktirme ve aktarma. Biyolojik/psikolojik bir süreç olarak kültür, gruplar halinde yaşayan insanın var olabilmesi açısından hayati önemde. Bu sayede birbirine benzer (her açıdan yakın) bireylerden oluşan insan grupları ortaya çıkıyor. Fakat işin bir de gruplar arası yanı var: Grup oluşturabilmek ve bu şekilde var olabilmek için insanların ayırımcı olmaları da gerekiyor. Yani iki farklı süreçten bahsediyoruz: Grup oluşturabilmek için birbirine benzeme ve yine grup oluşturabilmek için diğerlerini ayırma. Her iki sürecin kültürel olduğunu kabul etsek bile (ki bu tartışmaya açıktır) temelde iki farklı süreç söz konusudur. Etnisite ayırımcı sürecin ürettiği bir görüngü olarak karşımıza çıkıyor. Bir süreç olarak kültür benzeme ve benzetmeye dairken, etnisiteninse kendini farklı görme ve kılmayla ilgili bir durum olduğu görülüyor. Her iki sürecin temelinde öznel bir grup topografyası olduğunu söyleyebiliriz. Bu topografya benzemeyi sağlarken, aynı zamanda diğer grup topografyalarını ayırmak, dışarıda tutmak için üretilen süreçlerin (bu tartışmada etnisitenin) de kaynağı oluyor. Her insan yetişme evresini belli bir grup topografyasının sınırları içinde geçirdiğinden ve bu evre onun üzerinde daha sonra karşılaşacağı evrelerden biyolojik/psikolojik anlamda çok daha güçlü ve etkili olduğundan, bu çerçevede bir kökensellikten, popüler söylemlerdeki şekliyle bir “öz kültür”den bahsetmek mümkün olabiliyor. “Öz kültür” ilk anda değişmezliği çağrıştırıyor ama daha çok en dayanaklı veya değişmesi en güç olan bağlamında düşünmek daha yerinde olabilir. Farklı grup topografyalarının uzun vadede en ilk topografyanın belirleyiciliğini azaltabildiği bilinen bir şey. Neticede birbirinin üzerine eklenen topografik grup katmanlarından ve bunların arasında en dayanıklı olarak tanımlanabilecek bir “kökensel” ilk grup katmanından bahsetmek çok daha uygun gözüküyor. Böylece etnisite çok daha farklı bir şeye dönüşüyor.  

Her ne kadar bir topografik grup yaklaşımından yola çıkmıyorsa da, yazarın, kitabının kendi benimsediği etnisite tanımına ayırdığı kısmında etnisiteye bu çerçevede yaklaştığını görüyoruz: Etnisite benzerliklerden çok esasen bir farklılık bilincinin kabul edilmesi, ortaya çıkarılması olarak sunuluyor. Yazar bu noktada, etnisite böyle tanımlandığı takdirde, aşağı yukarı her türlü farklılık bilincinin, farklılık ilanının, bir etnisite olarak tanımlanabileceğini ve bunun doğru olmadığını ekliyor. Aksi takdirde birçok toplumsal çıkar grubunu etnik farklılaşma bilinci bağlamında görmemiz gerekecektir. Oysa etnisite çok daha derin bir farklılık ilanına dayanıyor.  Bu noktada yukarıda bahsedilen ve yazarın çok daha ayrıntılı şekilde işlediği kökensel katman saptamasına geri dönmek gerekiyor. “Öz kültür” veya “kökensel topografik katman” kavramlarının çağrıştırabileceği ezeli-ebedi değişmez özler anlayışından uzak durarak bir kültürel doğumdan bahsettiğimizde veya günümüzde artık birçok araştırmacı tarafından kabul edildiği üzere, biyolojik doğumu doğum sonrasında önemli bir süreyi de kapsayacak şekilde düşündüğümüzde, etnisitelerin daha çok bu ilk kökensel döneme dair süreçlerin ortaya çıkardığı simge, söylem, değer ve pratiklerden yapılan öznel tercih ve seçimler sonucunda ortaya çıktıkları ileri sürülebilir. Yani etnik kimliklerin malzemesi insanların en ilk kökensel grup katmanından ve aslında bunu çağrıştıracak kurguların oluşturulmasından kaynaklanıyor. Bir seçme süreci söz konusu olduğundan, en ilk katman tamamen veya büyük oranda kurgusal olabilir, hatta kurgulanan şey, birçok özelliğiyle bu en ilk katmanı birebir yansıtmıyor da olabilir. Önemli olan, etnisitelerin kökensel bağ ihtiyacı veya arzusuna dayanan ayırımcılık bağlamında ortaya çıkmaları. Burada muhtemelen tamamen hayali bir şeyden bahsetmemek de gerekiyor. Her ne kadar bir kurgulamadan, yeniden yapmadan bahsetmek mümkünse de, üzerinde durulması gereken, bu süreç içinde ortaya çıkan duygulanmaların gerçekliği ve bunların gayet güçlü kökensel duygusal bağlantılar şeklinde belirmesi. Yazar etnisitelerin ortaya çıkmalarıyla ilgili bir ikinci önemli unsura daha dikkat çekiyor: Kültürel temas veya farklı grup topografyalarının teması. Sonuç, toplumsal bilginin temas sonucu beliren farklılığı nesnelleştirecek düşünsel ifadelendirmeye dönüşmesi oluyor. Bu noktada farklılığı olumlu bir alternatif olarak değerlendirecek üretimlerin çıkması da mümkün. Etnisite tek çözüm değil. Temas sırasında ortaya çıkacak farklılık bilincinin oluşumu çeşitli şekillerde tetiklenebilir. Ekonomik sıkıntılar da bunlardan biri olabilir. Meseleyi bir grubun kendi kökensel grup topografyasını savunmakla sınırlamamak da gerekiyor. Süreci başlatan tetikleme mekanizması çok farklı şeylerin savunulduğuna işaret edebilir. Hatta kökensel değerlerin, simgelerin ve pratiklerin savunulmasının altında çok farklı şeylerin savunuluyor olabileceği de unutulmamalıdır. Neticede yazar etnisitelerin ortaya çıkmasında her ne kadar bir kökensel katmanla ilişkilendirilme görüyorsa da, süreci sürükleyen mekanizmanın hem öznel oluşuna hem de bunun şimdinin sorunları, çatışmaları ve yüzleşmeleriyle ilişkilendirilmesi gerektiğine işaret ediyor.       

Bu tartışmayı etnisiteyi daha iyi kavramamızı sağlayacak üç ilginç tespitle bitirebiliriz: (1) etnisitelerin oluşum sırasında diğer gruplarla var olan diyalogların biçim ve içeriğinden etkilenmeleri; (2) etnisitelerin malzemelerinin zaman içinde değişebileceği; ve (3) etnik grupların izlerini geçmişe doğru takip etmenin güçlüğü. Birinci tespit şu ana kadarki argümanların doğal sonucu. Bir grubun etnisiteye dönüşümü bir başka grupla girdiği temas ile doğrudan bağlantılıysa, oluşan diyalogun türünün, yani biçim ve içeriğinin, her iki taraftaki etnisite oluşumlarını yakından etkilemesi gerekiyor; yani gruplar bir bakıma birbirlerinin etnik kimliklerini oluşturuyor. Kökensel katmanların kökensel düşmanlıklar veya rekabetler kapsayacak şekilde tasarlanabilmeleri de mümkün.  İkinci tespit, etnik kimliği ortaya çıkaran sürecin farklı dönemlerde farklı tür malzemeyi işleme sokabileceğidir. Etnisitelerin tarihlerine kısa bir bakış bile önem verilen özelliklerin nasıl değiştiklerini gösterebilir. Bazı durumlarda gerçek veya tasarımsal kökensel katman dini olarak adlandırılabilecek bir atmosfer içinde şekillenebilir. Bazı durumlardaysa çok daha dünyevi veya “laik” bir ortam söz konusu olabilir. Örneğin, Osmanlı sonrası ulus devletlerin neredeyse büyük kısmının etnik kimliklerinin geçmişteki dini kimliklerinden etkilendikleri veya dini etnik kimlikler içerdikleri ileri sürülebilir. Çok farklı malzemeler de kullanılabilir. Örneğin on dokuzuncu yüzyılın giyinik Avrupalısıyla “yarı-çıplak” veya “çıplak” Pasifikli veya Afrikalısının karşılaşmasının bir giyinme veya giyinmeme faktörünü var olan veya doğmakta olan etnik kimliklere soktuğu ileri sürülebilir. Üçüncü tespit ilk iki tespitten kaynaklanıyor. Kullanılan kökensel grup topografyaları ve farklı ile ilk temasın maddi ve manevi koşulları değiştikleri sürece, ortaya çıkan farklılık ilanlarının içerikleri de değişecektir. Benzer şekilde, aynı grup zaman içinde farklı gruplarla diyaloga girdiği sürece, değişik farklılık ilanları ortaya çıkacak ve bu ilanı yapan grubun kendisi de haliyle değişecektir. Örneğin bir grubun içerdiği bazı alt gruplar zaman içinde değişik farklılık ilanlarından ötürü grup dışında kalabilir. Farklı birleşmeler veya dağılmalar ortaya çıkabilir. Bu durumda bugün var olan grupların geçmişte hangi gruplara karşılık geldiklerinin tespiti olanaksızlaşacaktır. Çünkü tanımlar ve bunları ortaya çıkaran zihniyetler farklı olacaktır. Bugünün bireylerinin atalarının ne tür kökensel gruplar oluşturdukları sorusu elbette sorulabilir ama yapılacak araştırma soruyu sormakla yetinmek zorunda kalacaktır. Çünkü günümüz etnik gruplarına dâhil bireylerin atalarının muhtemelen çok farklı gruplarda yer aldıkları görülecektir. Ve bu farklı gruplar arasında söylemsel ilişkiler kurmak da, farklı zamanlara ait oldukları için mümkün olmayacaktır.

Toparlayacak olursak, her şeyden önce etnisite kavramını ortaya çıkaran sürecin ne olduğu üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor. Gruplar arası ilişkiler veya bir grubun içinde bulunan alt gruplar arasındaki ilişkiler türlü türlü farklılık ilanlarına veya bilinçlenmelerine yol açabilir. Bir birey ve bir kültür bir yığın farklılık ilanını aynı anda temsil edebilir ama bunların arasında kökensel olarak tanımlayabileceğimiz farklılık ilanları etkisi en güçlü olanlardır. Etnisite, şimdinin koşullarının tetiklediği süreçlerin sonucu olarak gerçek veya kurgusal kökensel farklılık ilanıdır. Farklı dönemler ve farklı koşullar değişik farklılık ilanlarını getirebilecekleri gibi, belli koşulların ürünü olarak gördüğümüz etnisitenin biçim ve içeriği de zaman içinde değişebilir. Son derece dünyevi bir etnisite zaman içinde bu yapısından uzaklaşabilir. Her ne kadar ezeli-ebedi homojen özsel bütünler fikri son iki yüzyıldır kendisini popüler dünyada ve hatta akademik çevrelerde kabul ettirdiyse de, bunu daha ziyade etnisite zihniyetini mümkün kılan bir meta-söylem olarak görmek daha uygun olacaktır. Etnik milliyetçilikten şikâyetçi olup bu ana formüle dokunmamak çelişkili bir durumdur. Kökensel farklılık ilanı sonuçta insana ait doğal bir davranıştır ama bunun bu formül doğrultusunda şekil almasının ne kadar doğal olduğu tartışmaya açıktır.

  

Yorumlar