Burası ve Ötesi Semineri: Farklı Yaşam Biçimleri Farklı Dini Yapılar
Burada bizi ilgilendiren iki önemli nokta var. Birincisi, belli bölgeler ve yaşam biçimleri insanların bazı sinyallere daha çok maruz kalmasına olanak sağlar. Dolayısıyla ilk başta bahsetmiş olduğum ayrım ortaya çıkar. İkinci olarak da, sinyallerin miktarının artması, karmaşıklaşması veya içeriğinin değişmesi, bunlara verilen tepkinin de aynı şekilde karmaşıklaşmasını ve yeniden düzenlenmesini getirir.
Fakat burada evrimci bir sistem düşünmemiz gerekmiyor. Yani söylemek istediğim şey avcı-toplayıcı gruplardan pastoral gruplara geçişin doğal olarak daha karmaşık ve kimisine göre daha “gelişmiş” bir din anlayışına yol açması değil. Karmaşıklık daha ziyade söz konusu yaşam biçiminin o sırada karşılaştırılan topluluğun içerdiği insan sayısıyla bağlantılı olarak ortaya çıkardığı iletişimin içeriksel anlamda ne kadar sinyali gerekçelendirmesiyle ilgili bir durum olarak görülmelidir. Ancak böyle bir analizin sonunda karmaşıklık düzeyi açısından bakıldığında minimumdan maksimuma giden bir şema yaratılabilir ve böyle bir şemada 500 kişilik avcı toplayıcı topluluğu 50 kişilik tarım topluluğundan daha karmaşık bir dini sistem sunabilir. Fakat genelde tarım toplumları daha büyük gruplar ortaya çıkartma eğiliminde olduklarından uzun vadede ortaya çıkan sonuç tarım toplumlarının daha karmaşık sistemler ürettikleri izlenimi olmuştur. Diğer yandan çok farklı bir alana baktığımızda, örneğin kahramanlık söylem ve pratiklerine, pastoral toplumların çok daha karmaşık sitemler üretmiş olduklarını söyleyebiliriz. Yani bu tür karşılaştırmaları tamamen nesnel referanslardan yola çıkarak yapmak mümkün değildir.
Yine de her şeye rağmen böyle bir sınıflandırma yapmaya kalkıştığımızda bazı genel çizgiler yakalayabilmemiz mümkün olmaktadır. Burada belli unsurlara bakacağım ve bunlardan ilki çevre (habitat) olacak. Antropologlar beş temel yaşam biçimi kabul etmektedir: avcı-toplayıcılık, bahçecilik (çapa tarımı), tarım, göçebe hayvancılık ve kent yaşamı. Avcı toplayıcıların 200.000 yıl önce belirdiği ve 10.000 yıl önce tüm dünyayı kapladıkları kabul edilmektedir. Bu yaşam biçimleri arasında en uzun sürmüş olanıdır. Avcı toplayıcıların çevreyle olan ilişkileri uyum fikri üzerine kurulmuş gözükmektedir. Bunu örneğin ölüme olan yaklaşımlarında görebiliriz. Ölüm, dünyada var olan uyumun sürmesi için gerekli görülebilmektedir ama ölüm doğanın teselli edilmesi gerekliliğiyle beraber gelmektedir (Goodman, 18). Bahçecilik bazı yerlerde nispeten kısa sürmüş bir evredir. Bu yaşam biçiminde kadının önemli bir rolü vardır ve bunu genellikle bahçecilerin mitlerinde görürüz. Örneğin, bir Amerikan yerli topluluğu olan Creeklere ait bir mitte mısırın nasıl yetiştirileceğini öğreten kadındır. Bahçecilerin geçirdiği değişiklik önemlidir. İnsan ilk kez doğadan uzaklaşmakta, ona yabancılaşmaktadır. Artık ölüm doğanın teselli edilmesini değil, toplumsal dokudaki yaranın tedavi edilmesini gerekmektedir. Doğanın veya ana olarak algılanan dünyanın zorla kontrolü ve bir şeyler vermeye zorlanması, yoğun bir suçluluk duygusunun ortaya çıkmasına neden olur. Bu, avcı toplayıcıların tavırlarından çok farklıdır. İlk defa bahçecilerle birlikte dünyanın sonu kavramı belirir (age., 19).Avcı toplayıcılarda baskın fikir dengeyken, bahçecilerde biçim değiştirmedir (age., 20). Tarımcıların durumundaysa hâkim fikir iktidar yanılsaması, doğayı kontrol ettiklerine dair inançtır. Doğa hâlâ oradadır ama artık uzaktır. Onun yerine yeni bir çevrenin ortaya çıkmaya başladığını görürüz. Eğer bahçecilerde hâlâ doğayla ilişkiye girmek mümkündüyse, tarımcılarda bu artık iyice ortadan kalkmış; daha doğrusu evcilleştirilmiş bir doğa doğayla topluluk arasına girmiştir. Kontrol bu evcilleştirilmiş doğa üzerinedir. Aslında doğanın kontrolü değil, yok edilerek yeni bir çevrenin ortaya çıkarılması için kullanılması söz konusudur. Doğaya tamamen yararcı bir zihniyetle yaklaşılır. Doğayı kirletmeye dair bir suçluluk duygusu artık yoktur. Onun yerine “kötü” bitkilere ve aynı şekilde “kötü” hayvanlara karşı bir paranoya hâkimdir. Ürünü korumak için bunlar yok edilmelidir. Kötünün ayıklanması ve yok edilmesine yönelik bir zihniyetin ortaya çıktığından bahsedebiliriz. Sınır kavramı ve bununla birlikte gelen sınıra yönelik her türlü tecavüzün tehdit olarak algılanması belirir. Dünyanın sonu anlatılarında daha toplumsal bir tonun hâkim olduğu görülür: Bir felaket tüm dünyayı kötülüklerden ve kötülerden temizleyecektir. Aynı temayı geçmişe dair olan tufan anlatılarında da görürüz (age., 27). Burada tarımsal yaşamdan kaynaklanan periyodik bir döngüden de bahsedebiliriz. Diğer yandan hayvanların evcileştirilmesi erkeğin cinsel gücünün üzerinde yoğunlaşmayı getirir; “phallic” sembol belirir.
Göçebe hayvancılara gelince, her şeyden önce, her ne kadar doğal çevreyi örneğin tarımcıların durumunda olduğu gibi değiştirme ihtiyacı içinde olmasalar da, parçası da değildirler. Doğa ile hayvancılar arasında da tıpkı toprağı işleyenlerin durumunda olduğu gibi (bunun en uç örneği kentlilerdir) bir ara bölge mevcuttur. Bu ara bölge, daha yerleşik olan kentlilerin yaşamında doğanın, daha doğrusu, bu topluluklarda hâkim olan zihniyet açısından yaklaşacak olursak, vahşi doğanın tamamen ortadan kalkmasını, bir bakıma kovulmasını getirirken, göçebe hayvancılardaysa bu düzeyde olmasa da doğanın kullanılması ve dikkat edilmesi gereken bir şeye indirgenmesini getirir. Avcı topluluklarında gördüğümüz vahşi doğayla uyum içinde bütünleşme fikri göçebe hayvancılarda da görülmez. Doğa hem kullanılması hem de sunduğu tehlikeler açısından dikkat edilmesi gereken bir şeydir. Doğadan uzak olmak, arada aşılması gereken bir ara bölgenin olduğu, kısacası iki farklı iletişim dünyasının var olduğu kurban ve haber taşıyıcı pratiklerinin mevcut olmasından da anlaşılabilir. Bunların var olmasını bir yandan bir bölgenin iletişim biçiminin diğer bölgede kullanılamaması ve diğer yandan da iletişimde özel kişilerin gerekmesiyle açıklayabiliriz. Diğer yandan göçebe toplayıcılarda dünyanın sonu geleneklerine rastlanmadığını görürüz. Göçebe hayvancılarda özellikle dikkat çeken bir özellik sürülerin güvenliğinin ve her an yok olma ihtimallerinin çevreyle ilgili bilgi toplama pratiğini öne çıkartmış olmasıdır. Göçebe hayvancılar her an işlerin ters gidebileceği bir dünyadadır. Olumlu koşullar her an olumsuz koşullara dönüşebilir. Bu da haliyle çevrenin sürekli incelenmesini, en uygun koşulların bulunmaya çalışılmasını gerektirmektedir. Yerleşik tarımcılar çözümü bulundukları bölgede aramak zorundadırlar. Oysa bir yerden bir yere gitme olanağı olan göçebe hayvancılar için önemli olan çok daha geniş bir alanın anlaşılmasıdır. Tarımcılarda ana fikir var olan sembolik dünyanın hiçbir zaman bozulmamasını sağlamak olurken, göçebe hayvancılardaysa karşılaşılan sembolik sistemlerin süratle anlaşılması veya karşılaşılan yerlerin süratle simgeselleştirilmesi öne çıkabilmektedir. Göçebe hayvancılarda rastlanan bir başka özellikle de tek bir bölgenin ana bölge olarak algılanmasıdır. Var olan bölgeler arasında tek bir bölge sunduğu avantajlar açısından öne çıkar.
Yorumlar
Yorum Gönder