Dervişler, Anadolu, İslam ... yazısına gelen aşağıdaki yoruma cevap:
Tarihlerde ve diğer eserlerde (örn., menkıbeler) geçen sufi, derviş, abdal, kutb, şeyh, pir, veli, baba, dede, bacı, fakih, molla, hoca gibi unvanları olan dini önderlerin (Ede Bali, Ak Şemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Şeyh Bedreddin, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Ahmed Yesevi ve hatta Mevlana ile İbn-i Arabi de dahil, ve de tabii ki sayıları belirsiz daha niceleri) ne kadarı gerçektir? Gerçekten varolmuşlarsa bile, öyküleri ne kadar gerçektir?
Tabii, tarihlerde ve diğer eserlerde söylediğin gibi Müslüman dini önderler ve/veya bunların öyküleri bu kadar çok geçtiğine göre, bunların ne kadar fazla bir miktarının kendisi ve/veya öyküsü hayal ürünü olursa olsun, o zamanlar Anadolu'da ve muhtemelen izleyen dönemlerde Rumeli'de Müslüman dini önderlerin görece çok olduğunu ve Osmanlı'nın ve hatta tarihteki diğer Anadolu Müslüman devlet ve beyliklerinin kuvvetli İslami (ortodoks ve/veya heterodoks) temelleri olduğunu söyleyebiliriz sanırım, yanılıyor muyum?
Sence Osmanlı'da (hem üst sınıflarda hem de sıradan halk arasında) ortodoks yan mı ağır basıyordu heterodoks yan mı, ve bunlar tarih içinde nasıl bir gelişim gösterdi? Selçuklu'da (hem Anadolu hem de Büyük Selçuklu) ve diğer Anadolu Müslüman devlet ve beyliklerinde durum nasıldı?
Bu insanlar ne kadar gerçek? Sanırım bu kişileri yaşamış, geçmişte var olmuş insanlar olarak ve diğer insanların gözünde ulaştıkları, onlar tarafından uygun görüldükleri tarihsel kişilikler olarak ayırmak gerekiyor. İkinci daha uydurma olabilir ama bunların hangisi daha gerçek? Muhtemelen tarihçilere göre birincisi ve genel kalabalığa göre de ikincisi daha gerçek olacaktır. Aynı şekilde öyküleri de, bunları gerçek kabul edenler için epey gerçektir. Ama tarihçilere veya diğer araştırmacılara göre, bu öykülerin bir kısmı sonradan uydurulmuş veya eklenmiş olabilir ya da bunların atfedildikleri kişilerle hiçbir ilgisi olmayabilir. Fakat zaten tarihin kendisi ne kadar gerçek? Meseleye tarih açısından bakınca bu ayrımı yapmanın pek bir anlamı yok.
Muhtemelen İslami yönleri çok daha güçlü. En azından İslam’ı o dönemin en önemli ideolojilerinden biri olarak benimsemiş durumdalar. Burada siyasi bir ideoloji olarak İslam ile ibadet edilen bir din olarak İslam’ı birbirinden ayırmak gerekiyor. Bence birinci daha geçerliydi.
Üst sınıflardaki gelişim daha heterodokstan daha ortodoksa doğru. Sıradan Müslümanlar arasında da gelişim benzer şekilde gibi. Diğer dinlerin üyelerine gelince, bu konu hakkında pek bir şey söyleyemeyeceğim. Bu bölgedeki varlıkları daha eski olduklarından, muhtemelen daha kemikleşmiş bir ortodoksluğun yerleşmiş olduğunu söyleyebiliriz ama her dinde olduğu gibi bu diğer dinlerde de (Hıristiyanlık ve Yahudilik) zaman zaman çeşitli heterodoks akım veya girişimlerin ortaya çıktığı düşünülebilir, her ne kadar bunların etkisi muhtemelen daha az olmuşsa da. Sanırım bu dinlerin durumunda (tabii buna Müslümanlığı da ekleyebiliriz), modernitenin gelişinin çeşitli heterodoks yapılanmaların ortaya çıkmasına yol açtığı söylenebilir.
Yorumlar
Yorum Gönder