Grup, Kültür, İletişim - II
Bilme/Simgesel İletişim
İnsana dair ikinci önemli özellikse düşünmeleridir. Düşünmeyi, neyin düşünme olduğunu tanımlamak zorsa da, düşünme ile simgesel iletişim yeteneği arasında bir ilişki olduğunu görmek pek zor değildir. Bazı araştırmacılara göre simgesel iletişim, simgelere dayanan iletişim, diğer canlıların neredeyse hiçbirinde rastlanmayan bir özelliktir. Bu ilk bakışta epey büyük bir iddia olarak gözükebilir ama diğer yandan, insanın bu anlamda canlıların yeryüzündeki evriminde önemli bir eşiği temsil ettiğini de kabul etmek gerekebilir. Yine de bu yeteneğin yoktan var olmadığını da unutmamak gerekiyor. Her ne kadar araştırmalar sürüyorsa da, insanın en yakın akrabaları şempanzeler ve bonobolar arasında da simgesel iletişimin izleri görülmektedir ama insan bariz bir şekilde bu alanda epey ilerdedir. İnsanın simgesel iletişim olarak genellediğimiz düşünsel yeteneklerine göz attığımızda, en yakın akrabalarıyla bazı açık farklılıklar görülmektedir:
İnsan diğer primatlarla karşılaştırıldığında en başta kendisini farkında olma özelliğiyle onlardan ayrılır. İnsan bireyselliğini farkındadır. Bir şempanze aynadaki görüntünün kendisi olduğunu öğrenebilir. Biraz zor olsa bir orangutan da bunu becerebilir. Gorillerinse böyle bir yeteneği yoktur. İnsan üretebilir. Ufak parçalardan daha büyük bir şey vücuda getirebilir, yani yaratıcıdır. İnsan dışındaki hayvanların yaşamı bir deneyimden diğerine şeklindedir. Kolektif bilgi üretimi yoktur. Geçmişte olmuş olayları kendi içinde tutarlı bilgiye dönüştüremezler. Bu özelliği, kuşaktan kuşağa bilgi aktarımını az da olsa insansılarda görmeye başlarız. Ama onlar da geçmiş olayları anlamlı bilgiye dönüştürme ve genellemeler yapmada zayıftır. İnsan kategorilere ayırabilir, neden-sonuç ilişkileri kurabilir, nesnelere zamansal ilişkilere yerleştirebilir. İnsanı diğer primatlardan ve genelde hayvanlardan ayıran en önemli özelliğiyse, bu konuya başlarken belirttiğimiz gibi, konuşabilmesidir. Tabii buna bağlantılı olarak insanın öğrenme yeteneğine de değinmek gerekiyor. Diğer insansılar hem yavaş öğrenirler hem de belleklerinde çok az sözcük tutabilirler. Ama en önemlisi, kendi dillerini üretme, yaratma yeteneklerinin olmamasıdır. Bununla beraber özellikle şempanzelerle bonoboların epey karmaşık (yani gelişkin) bir grup yaşamı vardır. Bu konuda birçok insanları hatırlatırlar. Örneğin, gruplar halinde örgütlenebilir, birbirleriyle çete savaşlarına girebilir, rakiplerini tuzak kurarak ortadan kaldırabilirler. Yine insanlar gibi yas tutma özellikleri, ölmüş de olsalar kendi türlerine ait bireyleri diğer türlerin üyelerine teslim etmeme gibi ilginç benzerlikler de vardır. [1]
Bu konuya evrim kuramı açısından baktığımızda, bu yeniliğin en azından uzun vadede büyük bir avantaj sağlamış olduğu ileri sürülebilirse de, düşünmeye yol açmış düşünen beynin böyle bir avantajdan ötürü ortaya çıktığını söylemek de çok kolay değildir.[2] Eğer söz konusu değişiklik büyük bir avantaj getirmişse, neden sadece insanlarda ortaya çıkmıştır. Herhangi bir türe büyük bir avantaj sağlayan bir özelliğin evrim süreci sırasında daha sık seçilmesini gerekirdi. Bu yüzden belki de daha farklı bir açıklama getirmek ve belki de büyük beyni bir yan ürün olarak düşünmemiz gerekecektir. Ama diğer yandan, bu gelişimin büyük bir bedelle geldiğini de görüyoruz ve bu da bu kadar büyük bir bedelin ancak büyük bir avantaj durumunda orta çıkması gerektiğini düşündürüyor. Diğer memelilerle karşılaştırıldığında, doğum sonrasında en büyük beyin gelişimini insan yaşar ama aynı zamanda en uzun süre son derece muhtaç olan tür de insandır: Hiçbir memeli beyni doğumdan hemen sonra iki katlık bir büyüme yaşamaz ve hiçbir memelinin yürümesi için on beş ay gerekmemektedir. İnsan yavrusu on beş ay boyunca gerçekten savunmasızdır. Sürünme yeteneği bile yoktur. İnsanın doğumdan sonra hem hızlı beyin büyümesi hem de fiziksel acizlik konularından eşsiz olması, bu ikisi arasında bir ilişki olduğunu düşündürüyor. Ama bir kez daha insanın büyük beyninin böyle bir organ yararlı olduğundan değil, evrimsel koşullar böyle bir gelişimi ilk kez mümkün kıldığından ortaya çıkmış olduğunu hatırlatmak gerekiyor.[3] Her ne kadar insanın büyük beyinli olması önemliyse de, sık yapılan yanlış, bu gelişimin böyle bir şeyin yararlı olmasından ötürü ortaya çıktığının düşünülmesidir. Bu noktada bilinen tek şey, evrim koşullarının böyle bir organın ortaya çıkmasını mümkün kılan fiziksel koşullara yol açmış olmalarıdır. Neticede evrim sürecinde hiçbir gelişim yararlı olduğu veya gerektiği için ortaya çıkmaz. Fiziksel koşulların değişimi bazı değişikliklere giden yolları açar ve bu değişiklikler bazı türleri veya tür değişimlerini diğerleri karşısından avantajlı kılar.
Bununla beraber insanın “akıllı beyni” onu uzun vadede diğerleri karşısında daha avantajlı kılmıştır (Burada başarıdan kastedilen, diğer türlerle karşılaştırıldığında geride daha fazla sayıda çocuk bırakılmasıdır). Genel eğilim “akıllı beynimizi” sadece bir alet olarak görme yönündedir. Oysa “akıllı beynin” aynı zamanda bir yaşam biçimine yol açtığını da dikkate almak gerekmektedir. İnsanın sadece “akıllı beyni” olan bir tür değil, aynı zamanda buna ihtiyaç duyan bir türdür. İnsanın bu özelliği, primatlarda görülen diğer özelliklerin üzerine gelmemiştir. İnsan bu özelliğiyle birlikte farklı bir türe dönüşmüştür. Yeni bir özelliğin ortaya çıkması aynı zamanda birçok özelliğin kaybolması anlamına gelmektedir çoğu kez ama en önemlisi, bu değişiklikleri yeni yaşam biçimlerinin ortaya çıkması şeklinde düşünmeliyiz. Bu kadar büyük ve gelişkin beyni olan bir tür elbette bu beyni kullanacak, üstelik kullanma ihtiyacı içinde olacaktır. Yoksa gereksiz bir farklılığı taşıyan bir tür olacaktır ki, vücudun toplam enerjisinin yaklaşık %20’sini tüketen bir organın kullanılmaması diye bir şey söz konusu olamaz. Bir işlevi olması gerekiyor ki, insan vücudundaki enerji dağıtımı sıralamasında en başta gelsin. Dolayısıyla insanın sadece “akıllı beyni” olduğunu değil, “bilme açlığı”nın olduğunu da düşünmemiz gerekecektir. Genel hatlarıyla insan türüne baktığımızda, bilmek için evrimleşmiş bir tür görürüz. İnsanın en güçlü yanı bilebilmesidir. Simge kullanımı çok gelişkin bir türden bahsediyorsak, aynı zamanda bunu kullanma gereksiniminin de çok yüksek olduğu bir türden bahsetmemiz gerekiyor. İnsanda simge kullanımı böyle bir özelliğe ihtiyaç duyduğundan gelişmemiştir elbette ama simge kullanımında çok gelişmiş türün yaşam biçimi de bu kullanım doğrultusunda gelişecektir. Tıpkı çok hızlı türlerin saldırı ve savunma stratejilerinin bu özellik çerçevesinde şekillenmesi gibi, insanın stratejilerinin de onun en önemli özelliği çerçevesinde şekillenmesini beklemek normal olacaktır. Ama burada daha farklı bir noktaya daha işaret etmeye çalışmaktayız ki, o da insanın yaşamına, içinde yaşadığı dünyaya bakışının da bu yönde şekilleneceğidir. Bu durumda insanın habitatının, yani yaşam alanının, bilinebilen bir dünya şeklinde düşünülecektir ve insan kendisini her şeyi bilmeye çalışan bir tür olarak görecektir, bunun baskısını hissedecektir. Dolayısıyla insan dediğimiz tür de bu iki durum birlikte gözükür: Simge kullanımı ile simge kullanımına ihtiyaç aynı anda vardır. Her ikisini de dayatan değişim, insan beyninin simgesel iletişimi mümkün kılan bir yönde gelişmiş olmasıdır. Bu elbette bir anda gerçekleşmiş bir süreç değildir. Diğer primatlarda, diğer insansılar da (yani şempanzeler, bonobolar, goriller vb.) ve en önemlisi diğer iki ayaklı insansılarda da (nesli tükenmiş australopitler gibi), insanda gördüğümüz beynin başlangıcını temsil eden bir beyin söz konusudur; insanda görülen gelişimin bir başlangıcı vardır. Ama bu beyin ancak insanda bugün gördüğümüz simge kullanımına yol açacak şekilde gelişmiştir ve bu gelişim epey yüksek bir bedelle gelmiştir. Burada söylenmeye çalışılan, bu beynin sadece karmaşık simge kullanımına değil, aynı zamanda bunun bir zorunluluk şeklinde hissedilmesini sağlamaya da yol açmış olmasıdır. Simge kullanımı insan için bir seçenek değil, bir zorunluluktur; insanı diğer türlerden ayırmamızı sağlayan bir zorunluluk. İnsan simge kullanır ve bunu yapmadan yaşayamaz. İnsan bilerek yaşamak zorundadır. İnsan, onu ayakta tutacak, yaşamasını sağlayacak kaynaklara ulaşmak için bilmek zorundadır.
[1] Stanley, S.M., Children of the Ice Age, How a Global Catasthrophe Allowed Humans to Evolve, Harmony Books, New York[2] Richerson, P.J. ve Boyd, R. 1998, The Pleistocene and the Origins of Human Culture: Built for Speed, 5th Biannual Symposium on the Science of Behavior: Behavior, Evolution, and Culture. February 23, 1998, University of Guadalajara, Mexico.[3] Stanley, agy.
İnsana dair ikinci önemli özellikse düşünmeleridir. Düşünmeyi, neyin düşünme olduğunu tanımlamak zorsa da, düşünme ile simgesel iletişim yeteneği arasında bir ilişki olduğunu görmek pek zor değildir. Bazı araştırmacılara göre simgesel iletişim, simgelere dayanan iletişim, diğer canlıların neredeyse hiçbirinde rastlanmayan bir özelliktir. Bu ilk bakışta epey büyük bir iddia olarak gözükebilir ama diğer yandan, insanın bu anlamda canlıların yeryüzündeki evriminde önemli bir eşiği temsil ettiğini de kabul etmek gerekebilir. Yine de bu yeteneğin yoktan var olmadığını da unutmamak gerekiyor. Her ne kadar araştırmalar sürüyorsa da, insanın en yakın akrabaları şempanzeler ve bonobolar arasında da simgesel iletişimin izleri görülmektedir ama insan bariz bir şekilde bu alanda epey ilerdedir. İnsanın simgesel iletişim olarak genellediğimiz düşünsel yeteneklerine göz attığımızda, en yakın akrabalarıyla bazı açık farklılıklar görülmektedir:
İnsan diğer primatlarla karşılaştırıldığında en başta kendisini farkında olma özelliğiyle onlardan ayrılır. İnsan bireyselliğini farkındadır. Bir şempanze aynadaki görüntünün kendisi olduğunu öğrenebilir. Biraz zor olsa bir orangutan da bunu becerebilir. Gorillerinse böyle bir yeteneği yoktur. İnsan üretebilir. Ufak parçalardan daha büyük bir şey vücuda getirebilir, yani yaratıcıdır. İnsan dışındaki hayvanların yaşamı bir deneyimden diğerine şeklindedir. Kolektif bilgi üretimi yoktur. Geçmişte olmuş olayları kendi içinde tutarlı bilgiye dönüştüremezler. Bu özelliği, kuşaktan kuşağa bilgi aktarımını az da olsa insansılarda görmeye başlarız. Ama onlar da geçmiş olayları anlamlı bilgiye dönüştürme ve genellemeler yapmada zayıftır. İnsan kategorilere ayırabilir, neden-sonuç ilişkileri kurabilir, nesnelere zamansal ilişkilere yerleştirebilir. İnsanı diğer primatlardan ve genelde hayvanlardan ayıran en önemli özelliğiyse, bu konuya başlarken belirttiğimiz gibi, konuşabilmesidir. Tabii buna bağlantılı olarak insanın öğrenme yeteneğine de değinmek gerekiyor. Diğer insansılar hem yavaş öğrenirler hem de belleklerinde çok az sözcük tutabilirler. Ama en önemlisi, kendi dillerini üretme, yaratma yeteneklerinin olmamasıdır. Bununla beraber özellikle şempanzelerle bonoboların epey karmaşık (yani gelişkin) bir grup yaşamı vardır. Bu konuda birçok insanları hatırlatırlar. Örneğin, gruplar halinde örgütlenebilir, birbirleriyle çete savaşlarına girebilir, rakiplerini tuzak kurarak ortadan kaldırabilirler. Yine insanlar gibi yas tutma özellikleri, ölmüş de olsalar kendi türlerine ait bireyleri diğer türlerin üyelerine teslim etmeme gibi ilginç benzerlikler de vardır. [1]
Bu konuya evrim kuramı açısından baktığımızda, bu yeniliğin en azından uzun vadede büyük bir avantaj sağlamış olduğu ileri sürülebilirse de, düşünmeye yol açmış düşünen beynin böyle bir avantajdan ötürü ortaya çıktığını söylemek de çok kolay değildir.[2] Eğer söz konusu değişiklik büyük bir avantaj getirmişse, neden sadece insanlarda ortaya çıkmıştır. Herhangi bir türe büyük bir avantaj sağlayan bir özelliğin evrim süreci sırasında daha sık seçilmesini gerekirdi. Bu yüzden belki de daha farklı bir açıklama getirmek ve belki de büyük beyni bir yan ürün olarak düşünmemiz gerekecektir. Ama diğer yandan, bu gelişimin büyük bir bedelle geldiğini de görüyoruz ve bu da bu kadar büyük bir bedelin ancak büyük bir avantaj durumunda orta çıkması gerektiğini düşündürüyor. Diğer memelilerle karşılaştırıldığında, doğum sonrasında en büyük beyin gelişimini insan yaşar ama aynı zamanda en uzun süre son derece muhtaç olan tür de insandır: Hiçbir memeli beyni doğumdan hemen sonra iki katlık bir büyüme yaşamaz ve hiçbir memelinin yürümesi için on beş ay gerekmemektedir. İnsan yavrusu on beş ay boyunca gerçekten savunmasızdır. Sürünme yeteneği bile yoktur. İnsanın doğumdan sonra hem hızlı beyin büyümesi hem de fiziksel acizlik konularından eşsiz olması, bu ikisi arasında bir ilişki olduğunu düşündürüyor. Ama bir kez daha insanın büyük beyninin böyle bir organ yararlı olduğundan değil, evrimsel koşullar böyle bir gelişimi ilk kez mümkün kıldığından ortaya çıkmış olduğunu hatırlatmak gerekiyor.[3] Her ne kadar insanın büyük beyinli olması önemliyse de, sık yapılan yanlış, bu gelişimin böyle bir şeyin yararlı olmasından ötürü ortaya çıktığının düşünülmesidir. Bu noktada bilinen tek şey, evrim koşullarının böyle bir organın ortaya çıkmasını mümkün kılan fiziksel koşullara yol açmış olmalarıdır. Neticede evrim sürecinde hiçbir gelişim yararlı olduğu veya gerektiği için ortaya çıkmaz. Fiziksel koşulların değişimi bazı değişikliklere giden yolları açar ve bu değişiklikler bazı türleri veya tür değişimlerini diğerleri karşısından avantajlı kılar.
Bununla beraber insanın “akıllı beyni” onu uzun vadede diğerleri karşısında daha avantajlı kılmıştır (Burada başarıdan kastedilen, diğer türlerle karşılaştırıldığında geride daha fazla sayıda çocuk bırakılmasıdır). Genel eğilim “akıllı beynimizi” sadece bir alet olarak görme yönündedir. Oysa “akıllı beynin” aynı zamanda bir yaşam biçimine yol açtığını da dikkate almak gerekmektedir. İnsanın sadece “akıllı beyni” olan bir tür değil, aynı zamanda buna ihtiyaç duyan bir türdür. İnsanın bu özelliği, primatlarda görülen diğer özelliklerin üzerine gelmemiştir. İnsan bu özelliğiyle birlikte farklı bir türe dönüşmüştür. Yeni bir özelliğin ortaya çıkması aynı zamanda birçok özelliğin kaybolması anlamına gelmektedir çoğu kez ama en önemlisi, bu değişiklikleri yeni yaşam biçimlerinin ortaya çıkması şeklinde düşünmeliyiz. Bu kadar büyük ve gelişkin beyni olan bir tür elbette bu beyni kullanacak, üstelik kullanma ihtiyacı içinde olacaktır. Yoksa gereksiz bir farklılığı taşıyan bir tür olacaktır ki, vücudun toplam enerjisinin yaklaşık %20’sini tüketen bir organın kullanılmaması diye bir şey söz konusu olamaz. Bir işlevi olması gerekiyor ki, insan vücudundaki enerji dağıtımı sıralamasında en başta gelsin. Dolayısıyla insanın sadece “akıllı beyni” olduğunu değil, “bilme açlığı”nın olduğunu da düşünmemiz gerekecektir. Genel hatlarıyla insan türüne baktığımızda, bilmek için evrimleşmiş bir tür görürüz. İnsanın en güçlü yanı bilebilmesidir. Simge kullanımı çok gelişkin bir türden bahsediyorsak, aynı zamanda bunu kullanma gereksiniminin de çok yüksek olduğu bir türden bahsetmemiz gerekiyor. İnsanda simge kullanımı böyle bir özelliğe ihtiyaç duyduğundan gelişmemiştir elbette ama simge kullanımında çok gelişmiş türün yaşam biçimi de bu kullanım doğrultusunda gelişecektir. Tıpkı çok hızlı türlerin saldırı ve savunma stratejilerinin bu özellik çerçevesinde şekillenmesi gibi, insanın stratejilerinin de onun en önemli özelliği çerçevesinde şekillenmesini beklemek normal olacaktır. Ama burada daha farklı bir noktaya daha işaret etmeye çalışmaktayız ki, o da insanın yaşamına, içinde yaşadığı dünyaya bakışının da bu yönde şekilleneceğidir. Bu durumda insanın habitatının, yani yaşam alanının, bilinebilen bir dünya şeklinde düşünülecektir ve insan kendisini her şeyi bilmeye çalışan bir tür olarak görecektir, bunun baskısını hissedecektir. Dolayısıyla insan dediğimiz tür de bu iki durum birlikte gözükür: Simge kullanımı ile simge kullanımına ihtiyaç aynı anda vardır. Her ikisini de dayatan değişim, insan beyninin simgesel iletişimi mümkün kılan bir yönde gelişmiş olmasıdır. Bu elbette bir anda gerçekleşmiş bir süreç değildir. Diğer primatlarda, diğer insansılar da (yani şempanzeler, bonobolar, goriller vb.) ve en önemlisi diğer iki ayaklı insansılarda da (nesli tükenmiş australopitler gibi), insanda gördüğümüz beynin başlangıcını temsil eden bir beyin söz konusudur; insanda görülen gelişimin bir başlangıcı vardır. Ama bu beyin ancak insanda bugün gördüğümüz simge kullanımına yol açacak şekilde gelişmiştir ve bu gelişim epey yüksek bir bedelle gelmiştir. Burada söylenmeye çalışılan, bu beynin sadece karmaşık simge kullanımına değil, aynı zamanda bunun bir zorunluluk şeklinde hissedilmesini sağlamaya da yol açmış olmasıdır. Simge kullanımı insan için bir seçenek değil, bir zorunluluktur; insanı diğer türlerden ayırmamızı sağlayan bir zorunluluk. İnsan simge kullanır ve bunu yapmadan yaşayamaz. İnsan bilerek yaşamak zorundadır. İnsan, onu ayakta tutacak, yaşamasını sağlayacak kaynaklara ulaşmak için bilmek zorundadır.
[1] Stanley, S.M., Children of the Ice Age, How a Global Catasthrophe Allowed Humans to Evolve, Harmony Books, New York[2] Richerson, P.J. ve Boyd, R. 1998, The Pleistocene and the Origins of Human Culture: Built for Speed, 5th Biannual Symposium on the Science of Behavior: Behavior, Evolution, and Culture. February 23, 1998, University of Guadalajara, Mexico.[3] Stanley, agy.
Yorumlar
Yorum Gönder