Büyük Değişim: Diyar-ı Rum/Anadolu'da Hıristiyanlıktan Müslümanlığa Geçiş Örneği - II
Türklerin ya da Oğuzların gelişiyle birlikte Anadolu’da birçok şeyin değişmiş olduğu söylenebilir. Bana göre her yüz yılda yüzde on her toplumun kaldırabileceği bir değişim. Bu yüzden burada çok büyük bir değişim göremiyorum. Normal bir süreç söz konusu. Ama ilk yüz yıla baktığımızda epey büyük bir değişim söz konusu olmuş olabilir ama bu soruyu cevaplandırmamızı sağlayacak verilere sahip değiliz. O günün tarihçilerinin neler yazdığına bakabilir ve özellikle de yazarken içinde oldukları ruh halini anlamaya çalışabiliriz. Bu bize bazı işaretler sunabilir. Yine aynı şekilde örneğin on yedinci yüzyılda yaşamış bir Osmanlı tarihçisinin imparatorluk topraklarındaki kültürel çeşitlilikten veya Hıristiyanların varlığından ne kadar etkilendiğine, bunu nasıl sunduğuna bakabiliriz. Bu tür çalışmalar olmayan verilerin yerini doldurmamızı sağlayabilir. Ancak ondan sonra büyük veya küçük nitelemesinde bulunabiliriz. Bu arada tarihin başka dönemlerinde farklı bölgelerde ortaya çıkmış aynı tip süreçlere bakabiliriz.
Bir de tabii kapasite konusunu dikkate almamız gerekiyor. Bir yerlerde doğal hızdan bahsettim. Örneğin üç, dört kişi kendi haline bırakıldıklarında zaman içinde birbirlerine benzeyecek (eğer büyük ölçüde bir arada yaşıyorlarsa) ve bir süre sonra, benzer diğer gruplarla karşılaştırıldıklarında kendi mikro kültürlerini yaratmış olacaklardır. Doğal değişim hızından kastım bu. Bir de aralarından biri çıkıp bir program veya bir ideoloji üreterek artık bu doğrultuda yaşamaları gerektiğini söyleyebilir. Burada artık doğalın sınırları dışına çıkılmaktadır. Çünkü katılımcılardan veya grubun üyelerinden belli bir programa, öğretiye veya ilkeler kümesine uymaları istenmektedir. Rastlantısallığın oranı düşmeye başlayacaktır. Bir süre sonra bu işle görevlendirilmiş kurumların da devreye girmesiyle bu süreç doğallıktan iyice uzaklaşacaktır.
Diyar-ı Rum’dan böyle bir sürecin varlığından bahsedebiliriz. Söz konusu topraklar Hıristiyan diyarı olmaktan İslam diyarı olmaya doğru şekil değiştiriyor. İnsanlar dinlerini değiştiriyor. Bu arada gayri Hıristiyanların da bu bölgeye gelip yerleştiklerini görüyoruz. Çok doğal olmayan bir süreç var. Çünkü Müslümanlık, bölgeyi Müslümanlaştırma amacı, felsefesi ve bunun için yaratılmış kurumlarıyla geliyor. Bu konuda her iki din de birbirine çok benziyor. Yine de modern çağın icat edeceği kurum ve pratiklerle karşılaştırıldığında o kadar da hızlı ilerleyen bir süreçle karşı karşıya olmadığımızı söyleyebiliriz. Çünkü her şeyden önce Müslümanlığın diğer kitap dini toplulukları, şartları kabul ettikleri sürece kendi haline bırakma ilkesi var. Örneğin buradaki değişimi İspanya’nın Hıristiyanlar tarafından fethedilmesiyle karşılaştırdığımızda büyük bir değişimin söz konusu olmadığını düşünebiliriz. Ama burada mesele gerçek sürecin büyük bir değişime işaret edip etmemesinden ziyade, bizim bugün bunu büyük bir süreç olarak ele almak istememiz.
Bahsedilen dönem birçok değişiklikler içeren bir dönem. Her şeyden önce on birinci yüzyıl ve yirmi birinci yüzyıl gibi bir dönemlendirmenin kendisi epey keyfi bir tercih. Türklerin gelişinin etkilerini inceliyor bile olsak, son noktayı nerede koymamız gerektiği meselesi epey tartışmaya açık. Yirminci veya yirmi birinci yüzyıl tercihlerden biri olabilir ama bu ne kadar doğru veya yerinde bir tercih olacaktır. Çünkü son noktayı bu kadar geriye koyarak modern dönemin sebep olduğu süreçleri de araştırmamıza dâhil etmiş oluyoruz ki, bu da ciddi bir karışıklığa, elmalarla armutları karıştırmaya yol açar. İkinci bir konu da seçtiğimiz değişimin niteliğinin, içeriğinin, yani ne olduğunun nasıl belirleneceği meselesi. Sonuçta biz yapacağız bu seçimi. Bu bin yıllık süreçte neyin büyük değişiklik olduğunun belirlenmesini sağlayacak bizim dışımızda başka bir ölçüt yok. Bu değişimin tarihi çeşitli şekillerde yazılabilir. Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçiş bunlardan bir tanesidir. Bu elbette önemli bir değişimdir. Din tercihlerinin ve savaşlarının ortaçağın en önemli konularından biri olduğunu düşünürsek, tabii ki önemli bir değişim söz konusudur; ama bugünden geriye bakarak ve özellikle de bugünü açıklamak, anlamlandırmak için bir tarih yazıyorsak, bu değişimin böyle bir anlatının belirleyici unsurlarından biri olup olmaması gerektiği tartışmaya açıktır. Şimdiyi açıklayacak veya açıklamada kullanılacak önemli bir değişim bulunabilir ama bu modern çağın dinamikleriyle açıklanabilecek bir değişim olacaktır. Ortaçağla ilişkisi çok fazla olmayacaktır. Yirminci yüzyılın başında yaşanmış etnik/milli çatışmalar elbette Osmanlı sistemi üzerinde şekillenmiştir ama bu sistemin ortaya çıkış nedeni olarak Malazgirt’e kadar gitmek bence gayet sorunlu bir indirgemecilik ve epey ideolojik bir tutumdur. Elbette her tarih ideolojiktir, bir şeyleri gerekçelendirmeye çalışır ama işin dozunu kaçırarak inandırıcılığı yitirmek de mümkündür ki, bugün bu toprakların yerli halkları veya “gerçek” halkları fikrinin en azından belli kesimlerde öne çıkmaya başlamış olması, bugüne kadar iyi kötü varlığını sürdürmüş olan bu etnik anlatının dozunu kaçırmış olmasındandır. Bu da haliyle bir başka dozu kaçmış anlatıya, Anadolu halkı veya halkları mitine yol açıyor. Her neyse, asıl sorun, bu kadar uzun bir dönemi tek bir büyük değişimle açıklamaya çalışmak. Eğer konu bir dinden diğer dine geçişin ne kadar büyük bir değişime yol açtığının saptanmasıysa, sanırım bu süreçleri diğer benzer süreçlerle karşılaştırmak daha yerinde olacaktır. Bu açıdan bakıldığında bence Anadolu veya Diyar-ı Rum süreci yavaş bir süreçtir. Çok daha kısa sürede dini veya mezhebi tamamen değişen başka bölgeler vardır ki, sanırım bu konuda Avrupa Hıristiyanlığı çok daha hızlıdır diyebiliriz.
Bir de tabii kapasite konusunu dikkate almamız gerekiyor. Bir yerlerde doğal hızdan bahsettim. Örneğin üç, dört kişi kendi haline bırakıldıklarında zaman içinde birbirlerine benzeyecek (eğer büyük ölçüde bir arada yaşıyorlarsa) ve bir süre sonra, benzer diğer gruplarla karşılaştırıldıklarında kendi mikro kültürlerini yaratmış olacaklardır. Doğal değişim hızından kastım bu. Bir de aralarından biri çıkıp bir program veya bir ideoloji üreterek artık bu doğrultuda yaşamaları gerektiğini söyleyebilir. Burada artık doğalın sınırları dışına çıkılmaktadır. Çünkü katılımcılardan veya grubun üyelerinden belli bir programa, öğretiye veya ilkeler kümesine uymaları istenmektedir. Rastlantısallığın oranı düşmeye başlayacaktır. Bir süre sonra bu işle görevlendirilmiş kurumların da devreye girmesiyle bu süreç doğallıktan iyice uzaklaşacaktır.
Diyar-ı Rum’dan böyle bir sürecin varlığından bahsedebiliriz. Söz konusu topraklar Hıristiyan diyarı olmaktan İslam diyarı olmaya doğru şekil değiştiriyor. İnsanlar dinlerini değiştiriyor. Bu arada gayri Hıristiyanların da bu bölgeye gelip yerleştiklerini görüyoruz. Çok doğal olmayan bir süreç var. Çünkü Müslümanlık, bölgeyi Müslümanlaştırma amacı, felsefesi ve bunun için yaratılmış kurumlarıyla geliyor. Bu konuda her iki din de birbirine çok benziyor. Yine de modern çağın icat edeceği kurum ve pratiklerle karşılaştırıldığında o kadar da hızlı ilerleyen bir süreçle karşı karşıya olmadığımızı söyleyebiliriz. Çünkü her şeyden önce Müslümanlığın diğer kitap dini toplulukları, şartları kabul ettikleri sürece kendi haline bırakma ilkesi var. Örneğin buradaki değişimi İspanya’nın Hıristiyanlar tarafından fethedilmesiyle karşılaştırdığımızda büyük bir değişimin söz konusu olmadığını düşünebiliriz. Ama burada mesele gerçek sürecin büyük bir değişime işaret edip etmemesinden ziyade, bizim bugün bunu büyük bir süreç olarak ele almak istememiz.
Bahsedilen dönem birçok değişiklikler içeren bir dönem. Her şeyden önce on birinci yüzyıl ve yirmi birinci yüzyıl gibi bir dönemlendirmenin kendisi epey keyfi bir tercih. Türklerin gelişinin etkilerini inceliyor bile olsak, son noktayı nerede koymamız gerektiği meselesi epey tartışmaya açık. Yirminci veya yirmi birinci yüzyıl tercihlerden biri olabilir ama bu ne kadar doğru veya yerinde bir tercih olacaktır. Çünkü son noktayı bu kadar geriye koyarak modern dönemin sebep olduğu süreçleri de araştırmamıza dâhil etmiş oluyoruz ki, bu da ciddi bir karışıklığa, elmalarla armutları karıştırmaya yol açar. İkinci bir konu da seçtiğimiz değişimin niteliğinin, içeriğinin, yani ne olduğunun nasıl belirleneceği meselesi. Sonuçta biz yapacağız bu seçimi. Bu bin yıllık süreçte neyin büyük değişiklik olduğunun belirlenmesini sağlayacak bizim dışımızda başka bir ölçüt yok. Bu değişimin tarihi çeşitli şekillerde yazılabilir. Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçiş bunlardan bir tanesidir. Bu elbette önemli bir değişimdir. Din tercihlerinin ve savaşlarının ortaçağın en önemli konularından biri olduğunu düşünürsek, tabii ki önemli bir değişim söz konusudur; ama bugünden geriye bakarak ve özellikle de bugünü açıklamak, anlamlandırmak için bir tarih yazıyorsak, bu değişimin böyle bir anlatının belirleyici unsurlarından biri olup olmaması gerektiği tartışmaya açıktır. Şimdiyi açıklayacak veya açıklamada kullanılacak önemli bir değişim bulunabilir ama bu modern çağın dinamikleriyle açıklanabilecek bir değişim olacaktır. Ortaçağla ilişkisi çok fazla olmayacaktır. Yirminci yüzyılın başında yaşanmış etnik/milli çatışmalar elbette Osmanlı sistemi üzerinde şekillenmiştir ama bu sistemin ortaya çıkış nedeni olarak Malazgirt’e kadar gitmek bence gayet sorunlu bir indirgemecilik ve epey ideolojik bir tutumdur. Elbette her tarih ideolojiktir, bir şeyleri gerekçelendirmeye çalışır ama işin dozunu kaçırarak inandırıcılığı yitirmek de mümkündür ki, bugün bu toprakların yerli halkları veya “gerçek” halkları fikrinin en azından belli kesimlerde öne çıkmaya başlamış olması, bugüne kadar iyi kötü varlığını sürdürmüş olan bu etnik anlatının dozunu kaçırmış olmasındandır. Bu da haliyle bir başka dozu kaçmış anlatıya, Anadolu halkı veya halkları mitine yol açıyor. Her neyse, asıl sorun, bu kadar uzun bir dönemi tek bir büyük değişimle açıklamaya çalışmak. Eğer konu bir dinden diğer dine geçişin ne kadar büyük bir değişime yol açtığının saptanmasıysa, sanırım bu süreçleri diğer benzer süreçlerle karşılaştırmak daha yerinde olacaktır. Bu açıdan bakıldığında bence Anadolu veya Diyar-ı Rum süreci yavaş bir süreçtir. Çok daha kısa sürede dini veya mezhebi tamamen değişen başka bölgeler vardır ki, sanırım bu konuda Avrupa Hıristiyanlığı çok daha hızlıdır diyebiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder