Tarih Nedir ve Ne Tür Tarihçilik - VIII

Öneri Olarak Tarih

Şu ana kadar anlatılanlar mutlak ve nesnel bir tarihsel gerçeklikten bahsedilemeyeceği izlenimini vermiş bulunuyor. Nitekim Ankersmit’e göre tarihçinin anlatısı bizim dışımızda, bizden bağımsız bir tarihsel gerçekliğin yeniden sunulması değil, ilk kez sunulmasıdır; geçmişten gelen izlere dayanarak tarihsel gerçekliğin nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir öneridir. Sonuçta tarihçilerin yaptığı çeşitli öneriler sunmaktır ve bu önerilerin inandırıcılıkları ancak bu çeşitli önerilerin ortaya çıkardıkları kendilerine özgü veya bazı durumlarda ortak alanlarda sınanabilir veya kabul edilebilir. Bu yaklaşım elbette alışıldık nesnel ‘tarihsel gerçeklik’ yaklaşımından çok farklıdır ama zaten şu ana kadarki tartışma böyle bir boyutun hiçbir zaman öne sürülemeyeceğini göstermiştir. Anlatılmaya çalışılan, bir farklı açılardan bakma da değildir. Çünkü günümüzde birçok tarihçinin kabul etmiş olduğu aynı olaya farklı açılardan bakma yaklaşımı sonuçta hâlâ tek bir nesnel gerçekliğin var olduğu ön kabulünden hareket etmektedir. Oysa her tarihsel anlatının esasında bir öneri olduğu, tarihçinin geçmişi yeniden sunmadığı ama inşa ettiği, yani kurduğu görüşü tarihin ne olduğuyla ilgili çok farklı bir yaklaşımdır. Burada söylenmeye çalışılan bir tarihsel gerçekliğin, yani dokunulmamış, kendi içinde tutarlı geçmişin olmadığı, geçmişin farklı şekillerde tekrar tekrar yaratıldığıdır. Bu noktada, yukarıda belirtildiği gibi, tarih denen bir şeyin olmadığı, tarihçinin bir şeyler uydurduğu gibi yanlış bir düşünceye kapılmak da mümkündür. Bu yanlışın temelinde nesnellikten sapmanın yanlış olduğu, ancak nesnel bilginin ciddiye alınabileceği, gerçek bilgiye ulaşmanın her türlü öznelliği ortadan kaldırmaktan geçtiği düşüncesi yatmaktadır. Tarihçiliğin doğası böyle bir şeyin yapılamayacağını göstermektedir. Bu nedenle tarihçiliğin ne olduğunun tanımlanması bu düşünceden kurtularak yapılmalıdır. Tarihçiliğe gerçekleştiremeyeceği bir tarafsızlık veya nesnellik görevi yüklemek anlamsızdır ve bir dayanağı da yoktur. Böyle bir şeyin mümkün olduğu veya olabileceği hiçbir şekilde gösterilememiştir, gösterilememektedir; koskoca bir varsayımdır söz konusu olan. Tarihçilik, genelde varsayıldığı gibi, şimdiden önce olmuş olay ve kişileri o dönemde yaşamış birinin bileceği şekilde bilmek değil, ama tarihçilerin yaptığı, kurduğu, gibi bilinmesidir, yani geriye bakmaktır.[1] Tarihçi bugünden geriye bakarak gördükleri üzerine tutarlı anlatılar üreten kişidir. Bunun tersini veya bundan farklı bir şey beklemenin, istemenin, kendisi gayri-tarihseldir.


Tarihin İtici Gücü: Yeni Ve Farklı Geçmişler Yaratma Özgürlüğü

Tarihçiliğin bu şekilde tanımlanması garip ve hatta gayri-etik gelebilir. Buradan çok sorunlu, kaotik, bir yere varabileceğimizi, her şeye rağmen tek bir nesnel geçmiş fikrine dayanmanın daha olumlu olacağını ileri sürebiliriz. Neden tek bir nesnel geçmiş fikrine bu kadar ihtiyaç duyuyoruz? Bu sorunun yanıtlanması bizi doğrudan bu tartışmanın başında yaptığımız saptamaya, yani tarihsel bellek ve tarihsel bilincin çok önemli bir kültürel işlevi olduğu konusuna getirir: Grup kimliği oluşturmaya.[2] Kişinin, daha doğru bir deyişle kişinin kendisini ait gördüğü grubun, onun dünyasının sınırlarını çizer, onu diğerlerinin dünyasından, ona yabancı olan bir dünyadan veya dünyalardan ayırır. Kişinin çevresinde ona ait bir aşinalık sunar. Her grubun aşinalığı, aşina olduğu dünya, diğerinden, ötekinden farklı olduğuna göre, bu dünyayı daha sağlam bir zemine oturtacak tarihsel bellek ve tarih bilinç de doğal olarak ötekininkinden farklı olacaktır. Yani tarihçilin hedefi ve sonucu farklı tarihsel belleklerin ve tarih bilinçlerinin yaratılmasıdır. Durum böyle olunca, tek bir nesnel geçmişte ısrar etmek de anlamsız olmaktadır. Tam tersine, olması gereken, grup sayısı kadar geçmiştir. Her grubun geriye bakışı kendi koşullarından, tercihlerinden ve seçimlerinden etkileneceğinden, geçmişin nasıl anlaşılması veya görülmesi gerektiğine dair birden fazla öneri olması gerekmektedir. Eğer tarihsel bellekten kastedilen bir grubun kendisine uygun gördüğü, kendisine yakıştırdığı geçmişse, bu geçmişe, o grubun üyesi olmadan herhangi bir doğruluk veya gerçeklik atfetmek mümkün değildir. Mesele sonunda grupların kendilerine uygun gördükleri geçmişleri karşılaştırmaya indirgendiğinde de, yapılacak çok fazla bir şey yoktur. Bir grubun kendine uygun gördüğü geçmişin kabulü veya reddi ancak hep birlikte daha farklı bir dünya, bir aşinalık üreterek, bunu sağlayacak daha geniş kapsamlı bir tarihsel öze ve bunun ortaya çıkaracağı bir geçmişe gönderme yaparak mümkün olabilir.

Bu süreç içinde geçmişten gelen izlerin, yani gerçekten olmuş olayların hiçbir rolü olmayacak mıdır? Elbette olacaktır ama bunlar bize hiçbir zaman tam bir tablo sunmadığından, her zaman karışık, düzensiz ve anlaşılmaz bir şekilde ulaştıklarından, mesele son kertede hangi tarihçinin veya tarihçilerin anlatısının baskın anlatıya dönüşeceğinde kilitlenmektedir. Aynı olaylar veya izler farklı şekillerde bir araya getirilerek, farklı anlatılar sunulabilir. Bu süreçte geçici bir süre için son noktanın konulmasını sağlayacak olan, hangi anlatının gruplar arası ilişkilerde benimseneceğidir. Bu, geçmişin nasıl anlaşılması gerektiğine dair yeni bir öneri yapılana kadar yürürlükte kalacak anlatısal öz olacaktır. Sonuçta meseleyi “gerçeklerin” ortaya çıkarılması değil, üzerinde uzlaşılacak “gerçekler”in üretilmesi, yani “gerçekler” üzerine pazarlık çözecektir. Tarihsel çalışmalar arasındaki ilişkilerin ortaya koyacağı “nesnel” tarihsel gerçeklik ancak bu şekilde ortaya çıkabilir. Keşfedilecek tek bir gerçeklik yoktur, hiçbir zaman da olamaz. Farklı bakış açıları ve farklı anlayışlar her zaman farklı geçmişsel önerilerin ileri sürülmesine yol açacaktır. Bu kilitlenmenin aşılmasını, tüm önerileri birleştirecek yeni bir önerinin, yeni bir uzlaşmanın ortaya konulması çözebilir. Böyle bir uzlaşmanın gerçekleştirilemediği yerde farklı geçmişler varlıklarını sürdürecek, bunlar arasındaki çatışma devam edecektir. Tarihin itici gücü de neticede farklı geçmişlerin her zaman bir şeyleri eksik bırakması ve bu yüzden de sürekli birbirlerinin ayaklarına basmasıdır. İşin güzel yanı da budur. Eksiklik, sürekli diğerinin ayağına basan geçmişlerin varlığı, hiçbir zaman son noktayı koyamamak, aynı zamanda özgürlüğün, seçimin, özgürce denemenin de kaynağıdır. Bunu sağlayan tarihçilik en olumlu tarihçiliktir. Bunun tersi tek bir tarihsel gerçekliğin dayatılmasında, dolayısıyla özgürlüğün sona erdirmesinde ısrar eden tarihçiliktir. Eğer bir sorun varsa, bunun aşmanın yolu farklı bakış açılarının uzlaşmasını sağlayacak yeni geçmişleri yaratma özgürlüğüdür. Tek bir geçmişte ısrar sonunda tek bir bakış açısında, tek bir geriye bakma şeklinde ısrar etmektir. Son kertede mesele eldeki izlerle en uygun geçmişin üretilmesidir. En uygun geçmişin üretilmesi de gruptan gruba, dönemden döneme ve bakış açısından bakış açısına değişen bir faaliyettir. Tarih her zaman taraf tutar. Yapılması gereken, taraf tutmalar arasında tüm tarafların üzerinde uzlaşabilecekleri en uygun taraf tutmanın bulunmasıdır.



Yararlanılan Kaynaklar


Ankersmit, F.R. 1994. History and Tropology, The Rise and Fall of Metaphor, Berkeley: University
of California.

Berkhofer, R.F. Jr. 1997. Beyond the Great Story, History as Text and Discourses, Cambridge:
Harvard University Pres.

Jenkins, K. 2003. Refiguring History, New thoughts on an old discipline, Londra: Routledge.

LaCapra, D. 1985. History and Criticism, Ithaca: Cornell University Press

Rüsen, J. 2005. “Introduction: Historical Thinking as Intercultural Discourse”, (der.) J. Rüsen,
Western Historical Thinking, An Intercultural Debate, New York: Berghahn.

[1] Jenkins, K., 40.[2] Rüsen, J.

Yorumlar