Dünya Tarihçiliği - I
İnsanlık hangi evrelerden geçerek bugüne ulaştı? Tarih boyunca görülen farklı grupları, toplulukları, bunlar arasındaki ilişkileri, değişimleri, geçişleri nasıl açıklayabiliriz? Bu açıklamaları neye göre yapıyoruz? Tek bir dünya tarihinden bahsetmek mümkün müdür? Yoksa birden fazla dünya tarihinin aynı anda var olabileceğini mi düşünmeliyiz?
İlk iki soru neredeyse herkesin sorduğu sorular. Çoğumuzu dünya tarihi okumaya iten bu tür sorulardır. Diğer iki soruya gelecek olursak, bunlar da neredeyse hiçbir dünya tarihi okuyucunsun sormak istemediği sorulardır. Çoğumuz okuduğumuzun nasıl ortaya çıkmış olduğu veya çıkartıldığı sorusuyla pek ilgilenmeyiz. Aksine böyle kuşkulara kapılmamak isteriz ki, merakımız biran önce gereken tatmine ulaşsın. Bu tip sorular genellikle meselenin kuramsal yönüyle ilgilenen tarihçilere bırakılır. Oysa bu sorular her dünya tarihçinin henüz okumaya başlamadan üzerinde düşünmesi gereken varsayımlar olmalıdır. Her tarih metni belli varsayımlarla veya ön kabullerle başlar. Dünya tarihi metinleri de bunun dışında değildir. Herhangi bir metin okunurken, bu varsayımları da kafamızın bir köşesinde tutmamız gerekir ki, okuduğumuz metinle bir monolog ilişkisi yerine diyalog ilişkisi kurabilelim. Sonuçta bir tarih metninin her şeyden önce yapması gereken okuyucuyla metin arasında dinamik bir ilişki oluşturmasıdır. Ancak bu başarıldığında, gerçek bir anlamlandırma süreci kurulmuş olur.
Her dünya tarihi metininin temel varsayımı veya ön kabulü geçmişe tüm yerel bakış açılarının üzerinde evrensel bir bakış açısı yöneltilebileceğidir. Dünya tarihçiliğinin bakış açısı evrensellikle, evrensel açıdan bakmayla doğrudan ilişkilidir. Yani yerelin dışına çıkılarak tüm yerelleri içine alan, her birini kapsayan bir şekilde geçmişin anlamlandırılabileceğini ileri sürer, yaptığı işe böyle bir yaklaşımın mümkün olduğunu kabul ederek başlar. Bu varsayımın doğru olup olmadığını tartışmak gereksizdir, her ne kadar böyle bir tartışmaya girmek mümkünse de. Çünkü eğer dünya tarihi yapmak ve/veya okumak isteniyorsa, burada söylenenin doğru olduğunu kabul etmekten başka bir seçenek yoktur. Neticede insan bu tür bir anlamlandırmaya gerek duyulduğu için dünya tarihçiliği vardır ve dolayısıyla da asıl sorulması gereken soru neden buna gerek duyulduğudur.
İnsan varlığını, içinde bulunduğu dünyayı esasen iki şekilde anlamlandırabilir. Bakış açısını sadece gördüğüyle, içinde yaşadığı dünyayla sınırlı tutarak daha yerelci bir bakış açısı benimseyebilir. Ya da, aynı dünyayı diğer dünyalarla, diğer yerelliklerle bağlantılı bir şekilde anlamlandırmayı seçerek daha evrenselci bir yaklaşım benimseyebilir. Evrenselci bakış açısı özünde diğer yerel dünyaların varlıklarının fark edilmesiyle, bunlarla az veya çok çeşitli ilişkilere girmeye başlanmasıyla belirir. Başkasının varlığını farkına varmak ve bu başkasıyla ilişkiye girmek zamanla anlamlandırma süreçlerinde yeni bir şemanın belirmesine yol açar. Bu, anlamlandırmayı diğerini, başkasını sürecin içine katarak yapmayı dayatan bir şema türüdür. Başkasıyla ilişki eninde sonunda bu ilişkinin de anlamlandırılmasını dayatacağı gibi, asıl büyük değişiklik bir süre sonra yerel anlamlandırmaların bu diğerine göndermede bulunmadan yapılamayacak duruma gelmesi, bu işin böyle yapılması gerektiğinin düşünülmeye başlamasıdır. Aksi halde anlamlandırma her zaman eksik kalacaktır. Ama bu seçeneğin tercih edilmeye başlaması sonunda diğerini de içine alan farklı bir dünyanın daha düşünülmesini, kurgulanmasını başlatacaktır. Sonunda yerel dünyaların dışında, sadece onlarla açıklanamayacak başka bir dünya daha ortaya çıkar. Bu farklı bir dünyadır. Yerel dünyaların toplamı değildir. Onların aralarında ortaya çıkmış ilişkilerin dünyasıdır ama bu dünya sadece ticarete, göç etmeye veya savaşlara indirgenebilecek fiziksel ilişkilerden de ibaret değildir. Bu dünyanın asıl ayırıcı özelliği, bir yandan farklı bir anlamlandırma şeması dayatması, diğer yandan da bu şemaya göre üretilecek içerikler için düşünsel ve simgesel kaynaklar sağlayan bir ortam sunmasıdır. Yani dünya tarihiyle uğraşılmasını dayatan değişiklik, insanlara başka bir dünyanın, kendisini aşan ve kapsayan bir dünyanın var olabileceğini düşündüren ilişkilerin ortaya çıkmasıdır. Bu ilişkiler hem böyle bir dünyanın düşünülmesini dayatırlar (ve düşünüldüğü sürece böyle bir dünya vardır) hem de bu dayatmanın ürünü farklı anlatıların içlerini doldurmada kullanılacak malzemeyi sunarlar.
Bu dünya aslında fiziksel olarak yoktur. Çünkü duyularımıza, girdiğimiz fiziksel ilişkilerle anlayabileceğimiz, hissedebileceğimiz bir dünya değildir. Her insanın çevresinde bir fiziksel dünya vardır. Bu genellikle yaşadığı yerdir. Yerelden kastedilen budur. Yerel tamamen fiziksel ilişkilerin gözlemlenmesine dayanan bir dünyadır. Kötümüzü, mahallemizi, yakın arkadaş çevremizi ve tüm bunların dâhil olduğu dünyamızı anlamlandırırken kullandığımız malzemenin niteliği sonuçta fizikseldir, maddidir. Dünya tarihinin konusu olan ‘dünya’ bundan farklıdır. Yerel dünyamızın dışında başka bir dünyanın olduğunu biliriz ama bu dünyayla hiçbir şekilde doğrudan fiziksel bir ilişkimiz yoktur. Bu dünyanın varlığını bir şekilde çıkartırız. Başkalarının varlığını keşfettiğimiz andan itibaren hem bu başkalarını hem de kendimizi kapsayacak bir dünya tasarımı geliştirmeye başlarız. Bu kurgusal bir dünyadır. Bu bizim diğerlerini de kapsayacak şekilde anlamlandırma yapabilmemiz için tasarlamak, zihnimizde kurmak zorunda olduğumuz bir dünyadır. Böyle bir dünyanın da yaşandığına inanırız. Oysa yaşanan dünyalar sadece yerel dünyalardır. Diğeri, diğer yaşanan yerel dünyaları da düşünebilmemiz için yarattığımız ve bildiğimiz veya bazı durumlarda uygun bulduğumuz tüm yerel dünyaları kapsayan bir dünyadır. Dünya tarihçiliğinin konusu bu dünyadır.
İlk iki soru neredeyse herkesin sorduğu sorular. Çoğumuzu dünya tarihi okumaya iten bu tür sorulardır. Diğer iki soruya gelecek olursak, bunlar da neredeyse hiçbir dünya tarihi okuyucunsun sormak istemediği sorulardır. Çoğumuz okuduğumuzun nasıl ortaya çıkmış olduğu veya çıkartıldığı sorusuyla pek ilgilenmeyiz. Aksine böyle kuşkulara kapılmamak isteriz ki, merakımız biran önce gereken tatmine ulaşsın. Bu tip sorular genellikle meselenin kuramsal yönüyle ilgilenen tarihçilere bırakılır. Oysa bu sorular her dünya tarihçinin henüz okumaya başlamadan üzerinde düşünmesi gereken varsayımlar olmalıdır. Her tarih metni belli varsayımlarla veya ön kabullerle başlar. Dünya tarihi metinleri de bunun dışında değildir. Herhangi bir metin okunurken, bu varsayımları da kafamızın bir köşesinde tutmamız gerekir ki, okuduğumuz metinle bir monolog ilişkisi yerine diyalog ilişkisi kurabilelim. Sonuçta bir tarih metninin her şeyden önce yapması gereken okuyucuyla metin arasında dinamik bir ilişki oluşturmasıdır. Ancak bu başarıldığında, gerçek bir anlamlandırma süreci kurulmuş olur.
Her dünya tarihi metininin temel varsayımı veya ön kabulü geçmişe tüm yerel bakış açılarının üzerinde evrensel bir bakış açısı yöneltilebileceğidir. Dünya tarihçiliğinin bakış açısı evrensellikle, evrensel açıdan bakmayla doğrudan ilişkilidir. Yani yerelin dışına çıkılarak tüm yerelleri içine alan, her birini kapsayan bir şekilde geçmişin anlamlandırılabileceğini ileri sürer, yaptığı işe böyle bir yaklaşımın mümkün olduğunu kabul ederek başlar. Bu varsayımın doğru olup olmadığını tartışmak gereksizdir, her ne kadar böyle bir tartışmaya girmek mümkünse de. Çünkü eğer dünya tarihi yapmak ve/veya okumak isteniyorsa, burada söylenenin doğru olduğunu kabul etmekten başka bir seçenek yoktur. Neticede insan bu tür bir anlamlandırmaya gerek duyulduğu için dünya tarihçiliği vardır ve dolayısıyla da asıl sorulması gereken soru neden buna gerek duyulduğudur.
İnsan varlığını, içinde bulunduğu dünyayı esasen iki şekilde anlamlandırabilir. Bakış açısını sadece gördüğüyle, içinde yaşadığı dünyayla sınırlı tutarak daha yerelci bir bakış açısı benimseyebilir. Ya da, aynı dünyayı diğer dünyalarla, diğer yerelliklerle bağlantılı bir şekilde anlamlandırmayı seçerek daha evrenselci bir yaklaşım benimseyebilir. Evrenselci bakış açısı özünde diğer yerel dünyaların varlıklarının fark edilmesiyle, bunlarla az veya çok çeşitli ilişkilere girmeye başlanmasıyla belirir. Başkasının varlığını farkına varmak ve bu başkasıyla ilişkiye girmek zamanla anlamlandırma süreçlerinde yeni bir şemanın belirmesine yol açar. Bu, anlamlandırmayı diğerini, başkasını sürecin içine katarak yapmayı dayatan bir şema türüdür. Başkasıyla ilişki eninde sonunda bu ilişkinin de anlamlandırılmasını dayatacağı gibi, asıl büyük değişiklik bir süre sonra yerel anlamlandırmaların bu diğerine göndermede bulunmadan yapılamayacak duruma gelmesi, bu işin böyle yapılması gerektiğinin düşünülmeye başlamasıdır. Aksi halde anlamlandırma her zaman eksik kalacaktır. Ama bu seçeneğin tercih edilmeye başlaması sonunda diğerini de içine alan farklı bir dünyanın daha düşünülmesini, kurgulanmasını başlatacaktır. Sonunda yerel dünyaların dışında, sadece onlarla açıklanamayacak başka bir dünya daha ortaya çıkar. Bu farklı bir dünyadır. Yerel dünyaların toplamı değildir. Onların aralarında ortaya çıkmış ilişkilerin dünyasıdır ama bu dünya sadece ticarete, göç etmeye veya savaşlara indirgenebilecek fiziksel ilişkilerden de ibaret değildir. Bu dünyanın asıl ayırıcı özelliği, bir yandan farklı bir anlamlandırma şeması dayatması, diğer yandan da bu şemaya göre üretilecek içerikler için düşünsel ve simgesel kaynaklar sağlayan bir ortam sunmasıdır. Yani dünya tarihiyle uğraşılmasını dayatan değişiklik, insanlara başka bir dünyanın, kendisini aşan ve kapsayan bir dünyanın var olabileceğini düşündüren ilişkilerin ortaya çıkmasıdır. Bu ilişkiler hem böyle bir dünyanın düşünülmesini dayatırlar (ve düşünüldüğü sürece böyle bir dünya vardır) hem de bu dayatmanın ürünü farklı anlatıların içlerini doldurmada kullanılacak malzemeyi sunarlar.
Bu dünya aslında fiziksel olarak yoktur. Çünkü duyularımıza, girdiğimiz fiziksel ilişkilerle anlayabileceğimiz, hissedebileceğimiz bir dünya değildir. Her insanın çevresinde bir fiziksel dünya vardır. Bu genellikle yaşadığı yerdir. Yerelden kastedilen budur. Yerel tamamen fiziksel ilişkilerin gözlemlenmesine dayanan bir dünyadır. Kötümüzü, mahallemizi, yakın arkadaş çevremizi ve tüm bunların dâhil olduğu dünyamızı anlamlandırırken kullandığımız malzemenin niteliği sonuçta fizikseldir, maddidir. Dünya tarihinin konusu olan ‘dünya’ bundan farklıdır. Yerel dünyamızın dışında başka bir dünyanın olduğunu biliriz ama bu dünyayla hiçbir şekilde doğrudan fiziksel bir ilişkimiz yoktur. Bu dünyanın varlığını bir şekilde çıkartırız. Başkalarının varlığını keşfettiğimiz andan itibaren hem bu başkalarını hem de kendimizi kapsayacak bir dünya tasarımı geliştirmeye başlarız. Bu kurgusal bir dünyadır. Bu bizim diğerlerini de kapsayacak şekilde anlamlandırma yapabilmemiz için tasarlamak, zihnimizde kurmak zorunda olduğumuz bir dünyadır. Böyle bir dünyanın da yaşandığına inanırız. Oysa yaşanan dünyalar sadece yerel dünyalardır. Diğeri, diğer yaşanan yerel dünyaları da düşünebilmemiz için yarattığımız ve bildiğimiz veya bazı durumlarda uygun bulduğumuz tüm yerel dünyaları kapsayan bir dünyadır. Dünya tarihçiliğinin konusu bu dünyadır.
Yorumlar
Yorum Gönder