Değişim Kavramı, Büyük Değişim, Geçmiş - I
Son yorumunu cevaplandırmamışım. Başka cevaplandırmadığım sorular veya itirazlar da olabilir. Aradan geçen zamandan ötürü neyi cevaplandırmadığımdan pek emin değilim ama bu aşağıdakinden eminim.
“Örneğin yemek veya içecek alışkanlıklarında daha büyük değişiklikler oluyor. Öyle ki birbirini takip eden iki nesil birbirlerini içtikleri nesnelerden ötürü eleştirebiliyor. Ya da bir kent, neredeyse otuz yıl önce aynı yerde yaşamış birinin tanıyamayacağı kadar değişiyor. Dilde yapılan ani bir değişiklikle birkaç yıl içinde konuşulan dil değişiyor. Bunlar bence çok büyük değişiklikler. Ara safhalar ya çok kısa, ya da yok. Aslında otuz yılda büyük değişiklik geçiren bir kent bile büyük değişim olarak tanımlanmayabilir, eğer o otuz yıl boyunca söz konusu kentte yaşayan kişiler bu değişiklikleri rahatsız edici bir şekilde hissetmiyorsa.” (Timuçin)
"Burada tam olarak neyi ve hangi dönemi kastettiğini anlayamadım, konuyu biraz daha açabilir misin?"(Onur)
Burada belli bir dönemden bahsetmiyorum. Genelde büyük değişimin ne olması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Çoğu kez bu ifadeyi, üzerinde fazla kafa yormadan kullanıyoruz. Büyük değişim derken hangi grubun, hangi kuşağın büyük değişiminden bahsediyoruz? Biz mi, yoksa o dönemi yaşamış olanlar mı? Bir de hayat sürekli değişim içinde olduğundan neyin büyük ve neyin küçük değişim olduğunun nasıl belirleneceğinin tanımlanması gerekiyor ki, tartışmalar beylik lafların arasında kaybolmasın.
Yaşadığı yere oradan ayrıldıktan otuz yıl sonra geri gelen birisi için o yerde ortaya çıktığında büyük olarak düşünülmemiş değişiklikler bile büyük olacaktır. Ama aynı değişiklikleri bilfiil yaşamış olanlar hiç bu derece büyük bir değişim hissetmemiş olabilir. Bu farklılığa veya bu tür farklılıklara dikkat edilmesi gerekiyor; özellikle tarihsel anlatılar yaratırken veya var olanları savunurken.
Not 1: Bu yazı dizisine kaynaklık eden yorumumda sözkonusu büyük değişimi 13. ve 19. yy'lar arası dönemle sınırladım. Bunu kasıtlı yaptım, çünkü 19. ve 20. yy'lardaki değişimleri hesaba kattığımızda ortaya çıkan değişimin büyük olduğundan herhalde kimse şüphe duymaz. Beni asıl modern öncesi (19. yy öncesi) dönemde gerçekleşen değişim ilgilendiriyor ve ben bu değişimi sadece din boyutuyla değil, dil ve kültür boyutuyla da ve hatta genetik boyutla da ele almak gerektiğini düşünüyorum. Dinde ve dilde büyük bir değişimin (hızı elbette tartışılır) gerçekleştiği açık, ama diğer alanlardaki değişimler ve tüm bu değişimlerin mekanizmaları hala açıklanmaya muhtaç.
Herhalde 11. ve 19. yy’lar demek istedin. Aksi takdirde epey önemli bir iki yüzyıl tartışmanın dışında kalıyor.
Yukarıda yaptığım argümandan dolayı ben aslında her türlü değişimin büyüklüğünden şüphe duyarım ama sanırım söylediğine katılmam gerekiyor. Gerçekten de 19. yüzyıldan itibaren her anlamda epey büyük bir değişimin söz konusu olduğu söylenebilir. Ama bunun önemli nedenlerinden ve de kaynaklarından biri, bu dönemde değişimin güzel, iyi ve de gerekli olduğuna inanılmaya başlanmış olması. Modern öncesi dönemde böyle bir tavır yok ve bu da değişimi frenliyor. Birileri, değişimin biz istesek de istemesek de var olduğunu söylenebilir ama bu pek böyle değil. Değişime çoğu kez biz karar veriyoruz. Değişim biz algıladığımız sürece var olan bir süreç. Bu yüzden o günün, yani incelemekte olduğumuz dönemin tarihçilerine veya diğer aydınlarına gidip onların neyi değişim olarak algıladıklarına bakmak bence daha düzgün bir yaklaşım olacaktır. Böyle bir durumda neredeyse hiçbir şeyin değişmediği gibi bir sonuca da varabiliriz. Elbette bu da çok sağlıklı bir tespit olmayacaktır ya da olmadığı ileri sürülecektir. Ve sorun da burada. Neye göre bu yaklaşımlardan hangisinin daha “doğru” veya yerinde olduğunu belirleyeceğiz? Değişimci bireyler olarak biz (modern insanı değişimci insan olarak tanımlıyorum), neye bakarsak bakalım değişim göreceğiz ama böyle yaparken geçmişi de bir parça çarpıtmış olmayacak mıyız?
Bu değişimin, yani modernite öncesi değişimin sadece din boyutuyla değil, dil, kültür ve hatta genetik boyutlarıyla da incelenmesi gerektiği fikrine de katılıyorum ama bir yere kadar; çünkü bu yaptığımız seçimlerde de hâlâ görmek istediğimiz değişimi daha görmeden biçimlendirmiş oluyoruz. Bu saydıklarımızın neredeyse tamamı modern kavramlar. Dinin bir evveliyatının olduğu söylenebilirse de, buradaki din bile modern bir kavramlaştırmaya karşılık geliyor. Dolayısıyla çözmeye çalıştığımız değişimi, bu parametrelere başvurmamızdan ötürü daha baştan modern bir değişime dönüştürüyoruz ve böylece yine değişimi kendi dünyasının getirdiği biçimiyle algılayamıyoruz ama belki bu hiçbir zaman başarılamayacak veya tam olarak başarılamayacak bir şey.
Tabii burada bir de yok olmuşların değişiminden bahsetmek gerekiyor. Dilde, dinde ve diğerlerinde değişimden bahsederken hep bugüne kadar varlığını sürdürmüş olanların geçirdikleri değişimlerden bahsediyoruz. Örneğin Türkçedeki değişime bakarken kaç tane farklı diyalektin on birinci yüzyılda Anadolu’ya girmiş olduğunu ve bunların kaçının yok olmuş olabileceğini hesaba katmıyoruz. Tek bir Türkçe tanımlayarak lineer bir değişimden bahsediyoruz genelde. Oysa birden fazla dil girmiş olabilir; bizim bugün anladığımız şekliyle o ideal ama hiçbir zaman var olmamış Türkçeden farklı olarak. Bu yok olanların geçirdiği değişim de değişim değil mi ve en önemlisi de geçmişin önemli bir kısmını oluşturmuyor mu?
“Örneğin yemek veya içecek alışkanlıklarında daha büyük değişiklikler oluyor. Öyle ki birbirini takip eden iki nesil birbirlerini içtikleri nesnelerden ötürü eleştirebiliyor. Ya da bir kent, neredeyse otuz yıl önce aynı yerde yaşamış birinin tanıyamayacağı kadar değişiyor. Dilde yapılan ani bir değişiklikle birkaç yıl içinde konuşulan dil değişiyor. Bunlar bence çok büyük değişiklikler. Ara safhalar ya çok kısa, ya da yok. Aslında otuz yılda büyük değişiklik geçiren bir kent bile büyük değişim olarak tanımlanmayabilir, eğer o otuz yıl boyunca söz konusu kentte yaşayan kişiler bu değişiklikleri rahatsız edici bir şekilde hissetmiyorsa.” (Timuçin)
"Burada tam olarak neyi ve hangi dönemi kastettiğini anlayamadım, konuyu biraz daha açabilir misin?"(Onur)
Burada belli bir dönemden bahsetmiyorum. Genelde büyük değişimin ne olması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Çoğu kez bu ifadeyi, üzerinde fazla kafa yormadan kullanıyoruz. Büyük değişim derken hangi grubun, hangi kuşağın büyük değişiminden bahsediyoruz? Biz mi, yoksa o dönemi yaşamış olanlar mı? Bir de hayat sürekli değişim içinde olduğundan neyin büyük ve neyin küçük değişim olduğunun nasıl belirleneceğinin tanımlanması gerekiyor ki, tartışmalar beylik lafların arasında kaybolmasın.
Yaşadığı yere oradan ayrıldıktan otuz yıl sonra geri gelen birisi için o yerde ortaya çıktığında büyük olarak düşünülmemiş değişiklikler bile büyük olacaktır. Ama aynı değişiklikleri bilfiil yaşamış olanlar hiç bu derece büyük bir değişim hissetmemiş olabilir. Bu farklılığa veya bu tür farklılıklara dikkat edilmesi gerekiyor; özellikle tarihsel anlatılar yaratırken veya var olanları savunurken.
Not 1: Bu yazı dizisine kaynaklık eden yorumumda sözkonusu büyük değişimi 13. ve 19. yy'lar arası dönemle sınırladım. Bunu kasıtlı yaptım, çünkü 19. ve 20. yy'lardaki değişimleri hesaba kattığımızda ortaya çıkan değişimin büyük olduğundan herhalde kimse şüphe duymaz. Beni asıl modern öncesi (19. yy öncesi) dönemde gerçekleşen değişim ilgilendiriyor ve ben bu değişimi sadece din boyutuyla değil, dil ve kültür boyutuyla da ve hatta genetik boyutla da ele almak gerektiğini düşünüyorum. Dinde ve dilde büyük bir değişimin (hızı elbette tartışılır) gerçekleştiği açık, ama diğer alanlardaki değişimler ve tüm bu değişimlerin mekanizmaları hala açıklanmaya muhtaç.
Herhalde 11. ve 19. yy’lar demek istedin. Aksi takdirde epey önemli bir iki yüzyıl tartışmanın dışında kalıyor.
Yukarıda yaptığım argümandan dolayı ben aslında her türlü değişimin büyüklüğünden şüphe duyarım ama sanırım söylediğine katılmam gerekiyor. Gerçekten de 19. yüzyıldan itibaren her anlamda epey büyük bir değişimin söz konusu olduğu söylenebilir. Ama bunun önemli nedenlerinden ve de kaynaklarından biri, bu dönemde değişimin güzel, iyi ve de gerekli olduğuna inanılmaya başlanmış olması. Modern öncesi dönemde böyle bir tavır yok ve bu da değişimi frenliyor. Birileri, değişimin biz istesek de istemesek de var olduğunu söylenebilir ama bu pek böyle değil. Değişime çoğu kez biz karar veriyoruz. Değişim biz algıladığımız sürece var olan bir süreç. Bu yüzden o günün, yani incelemekte olduğumuz dönemin tarihçilerine veya diğer aydınlarına gidip onların neyi değişim olarak algıladıklarına bakmak bence daha düzgün bir yaklaşım olacaktır. Böyle bir durumda neredeyse hiçbir şeyin değişmediği gibi bir sonuca da varabiliriz. Elbette bu da çok sağlıklı bir tespit olmayacaktır ya da olmadığı ileri sürülecektir. Ve sorun da burada. Neye göre bu yaklaşımlardan hangisinin daha “doğru” veya yerinde olduğunu belirleyeceğiz? Değişimci bireyler olarak biz (modern insanı değişimci insan olarak tanımlıyorum), neye bakarsak bakalım değişim göreceğiz ama böyle yaparken geçmişi de bir parça çarpıtmış olmayacak mıyız?
Bu değişimin, yani modernite öncesi değişimin sadece din boyutuyla değil, dil, kültür ve hatta genetik boyutlarıyla da incelenmesi gerektiği fikrine de katılıyorum ama bir yere kadar; çünkü bu yaptığımız seçimlerde de hâlâ görmek istediğimiz değişimi daha görmeden biçimlendirmiş oluyoruz. Bu saydıklarımızın neredeyse tamamı modern kavramlar. Dinin bir evveliyatının olduğu söylenebilirse de, buradaki din bile modern bir kavramlaştırmaya karşılık geliyor. Dolayısıyla çözmeye çalıştığımız değişimi, bu parametrelere başvurmamızdan ötürü daha baştan modern bir değişime dönüştürüyoruz ve böylece yine değişimi kendi dünyasının getirdiği biçimiyle algılayamıyoruz ama belki bu hiçbir zaman başarılamayacak veya tam olarak başarılamayacak bir şey.
Tabii burada bir de yok olmuşların değişiminden bahsetmek gerekiyor. Dilde, dinde ve diğerlerinde değişimden bahsederken hep bugüne kadar varlığını sürdürmüş olanların geçirdikleri değişimlerden bahsediyoruz. Örneğin Türkçedeki değişime bakarken kaç tane farklı diyalektin on birinci yüzyılda Anadolu’ya girmiş olduğunu ve bunların kaçının yok olmuş olabileceğini hesaba katmıyoruz. Tek bir Türkçe tanımlayarak lineer bir değişimden bahsediyoruz genelde. Oysa birden fazla dil girmiş olabilir; bizim bugün anladığımız şekliyle o ideal ama hiçbir zaman var olmamış Türkçeden farklı olarak. Bu yok olanların geçirdiği değişim de değişim değil mi ve en önemlisi de geçmişin önemli bir kısmını oluşturmuyor mu?
Herhalde 11. ve 19. yy’lar demek istedin. Aksi takdirde epey önemli bir iki yüzyıl tartışmanın dışında kalıyor.
YanıtlaSilHayır, ben Rubrucklu'nun 13. yy'ın ortasında Anadolu Selçuklu topraklarında Müslümanlardan azınlık olarak (%10'dan az) bahsetmesinden hareketle değişimi kasten Rubrucklu'nun yaşadığı dönemle 19. yy arasıyla sınırladım. Bu arada 19. yy'daki nüfus sayımları da Müslüman nüfusu Anadolu'nun büyük çoğunluğunda ezici çoğunlukta gösteriyor. Dolayısıyla esas büyük değişim 13. yy'la 19. yy arasında gerçekleşmiş gibi gözüküyor.
Konu dışı gerçi. Çarşamba sabahında yola çıkıyorum. Dolayısıyla yarın da yorum gönderebilirim.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu arada, birşeye açıklık getirmek istiyorum. Ben konu ettiğim değişimin yaşandığı dönemlerde insanların değişimi nasıl algıladığı ve hatta herhangi bir değişim algılayıp algılamadığı sorularıyla ilgilenmiyorum. Benim tek vurgulamak istediğim, Rubrucklu'nun yaşadığı dönem Anadolu'suyla 19. yy Anadolu'su arasındaki farkın çok büyük olduğu (aradaki zamanın uzunluğundan tamamen bağımsız olarak) ve bu büyük farkın nasıl oluştuğunun açıklanmaya muhtaç olduğuydu.
YanıtlaSil