Değişim Kavramı, Büyük Değişim, Geçmiş - II
Sivil Toplum forumunda şöyle bir şey yazmışsın. Konumuzla ilgili bulduğum için buraya alıyorum:
“Son mesajlarimda mumkun oldugunca Dil Devrimi urunu olan ve tamamen yapaybuldugum kelimlere yer vermeyen bir yazi uslubu kullandim. Arada yazimayanlislikla ya da bilerek Dil Devrimi urunu kelimeler de karistirdim (�rn., ilgive secim). Dil Devrimi olmasaydi Turkce bugun cok farkli bir dil olacakti. Nasilbir dil olacagini anlamak icin gecmiste yazilanlara bakmaya gerek yok, DilDevrimini yasamayan Azerice'yi incelemek yeterli. Iki yakin akraba Turki dilinmevcut halleri arasindaki edebi ve kavramsal zenginlik farki cok buyuk. BugunAzerice Turkce'den her bakimdan ustun bir dil; halbuki Osmanli doneminde durumtam tersi idi. Mevcut Turkce, dil devrimlerinin dilleri nasilkisirlastirabileceklerine cok guzel bir ornek, gecmisle bagin kopmasi da cabasi.” (Onur)
Buradaki argümanlarına bazı itirazlarım var. Birincisi bu edebi ve kavramsal zenginlik farkını kim belirliyor veya bu neye göre belirleniyor? Bu ancak insanlar böyle bir yoksulluğu kabul etiğinde olabilir. Ne günlük konuşma dilinde ne de entelektüel alanda Atatürk’ün dil devriminin bu kadar başarılı olmuş olduğunu sanmıyorum. Tam tersine eski kelimelerin yanında bir de yeni kelimler var. Sözcük de diyebiliyoruz, kelime de. Üstelik bunların bir kısmı arasında ince farklar yaratıp öyle de kullanabiliyoruz. İlla yetersiz bir durum varsa, o zaman da gidip diğer dillerden kelimeler alıyoruz ki, son yıllarda bu süreç epey hızlanmış durumda. Yani kavramsal zenginlik yaratıldığında yeni kelimeler ya yaratılır ya da alınır. Hiç kimse birileri sadece bu kelimeleri kullanın dedi diye yerinde oturacak değil; öyle bir yasak da yok. Üstelik tek bir dile bağlanmak da gerekmiyor. İzole kelimesi dışarıdan alınıyorsa bunun hiçbir sakıncası yok bence. Kavramsal sıkışıklık yabancı diller kullanılarak da çözülebilir ki, teknolojide diğer kültürlerden yararlanıyorsak, burada niye yararlanmayalım. Bence bunun bir nedeni dilin kimlik olarak veya çok önemli bir kimlik unsuru olarak görülmesi ki, bence ilgisi yok. Dil bir araçtır. Aynı kimlik başka dillerle de ifade edilebilir.
Gelelim asıl konumuza. Azerice Türkçeden her bakımdan üstün bir dil diyorsun. Neye göre bu üstünlüğü belirliyoruz? Örneğin Almancanın da her ikisinden üstün olduğu sonucuna varabilirsek, ki olabilir, o zaman ne diyeceğiz, niye dil devrimi ortaçağda olmadı diye mi üzüleceğiz? Üstelik Azericenin bu üstünlüğü tam olarak nasıl belirleniyor? Daha fazla ürün vermiş olmasından mı? Ya da bu zenginlik Arapça kelimelerden ötürü mü? O zaman belki de Türkçeden tamamen vazgeçip insanlara Arapça veya Almanca öğretmek daha iyi olacak. Çünkü diğer dillerden bir yığın kelime aldığı için, Türkçe bariz bir şekilde “geri” bir dil değil mi?
Osmanlı döneminde durum nasıl tersineydi? Hangi Osmanlı dönemi ve hangi Osmanlıca? Bir dönem noktalama işaretlerinin olmadığı bir Osmanlıca bugün bu işaretleri kullanmaya alışkın insanlar için nasıl daha iyi bir seçenek olarak kabul edilebilir ki, Osmanlıcanın kavram zenginliği de, eğer bahsedilen avantaj buysa, diğer dillerden bir yığın kelime almış olmasından dolayı. Dil devriminin bu anlamda bizi geriye götürdüğünü mü söyleyeceğiz? Olabilir. Ama bu kavramların yok olmuş olması anlamına mı geliyor? Sanmıyorum. Söylenmek istenen kavram bir yere gitmez. İngilizcede mişli geçmiş zaman yok ama bu zamanın yerine getirdiği işlevi pekâlâ başka türlü verebiliyorlar. Bu İngilizceyi kavramsal açıdan daha mı az zengin yapıyor?
Bu dil devrimi eylemiyle bazı bağların kopartıldığı doğru ama başka bağlar oluşturuluyor. Ulus olmakla ilgilenmeyen birisi için böyle bir bağın oluşturulmuş olmasının hiçbir önemi olmayabilir ama aynı şekilde geçmişle ilgilenmeyen de bu bağın kopartılmış olmasıyla ilgilenmeyecektir. Tek bir mükemmel eylem olamayacağına göre, burada neye göre, bir şeyi kötülerken diğerinin görmezden gelindiğinin açıklanması gerekiyor. Ben ulusalcı değilim ama ulus olmak için böyle bir bedel ödenmiş olmasının, hele nüfusun büyük kısmı okuma yazma bilmiyorsa ve dolayısıyla bu tür kayıtlardan mahrumsalar, bazıları tarafından memnunlukla ya da memnuniyetle karşılanmış olabileceğini garip bulmuyorum. Bir yanda ulaşacağın bir geçmişin yoksa (insanlar yazmadığı veya sözel olarak aktarmadığı sürece geçmiş yoktur), diğer yanda da tam tersine iyi kötü konuştuğun dilin mensuplarını diğer etnisitelerden gelenlerin zararına olacak şekilde etnik efendilere dönüştürecek bir değişim söz konusuysa, kaybolan kavramsal zenginliği (aslında bu eğitim kalitesinin düşmesiyle ilgili bir durum) kim takar; hele bunun yerini çok daha avantajlı başka bir zenginlik alıyorsa. Millet kelimesinin yerini ulus alırken ve bu biri diğerinden ayrılarak yapılırken, nasıl kavramsal bir zenginleşmenin olmadığını söyleyebiliriz? İstediği kadar uydurma bir kelime olsun, sonuçta millet kelimesi ne kadar az uydurma? Özellikle Taraf gazetesinde Nişanyan’ın bu tür ukalalıkları var. Örneğin uygarlık kelimesi epey uydurma olabilir ama medeniyet ne kadar “normal” bir kelime? Sonuçta uygarlıktan biraz önce çıkmış bir kelimeden bahsetmiyor muyuz? Yani bir şeyin uydurma olduğu neye göre belirleniyor ve en önemlisi de insanın en önemli özelliklerinden biri, hatta bana göre insanı insan yapan özellik, ne zamandan beri kaçınmamız gereken bir şey oldu? Uydurmanın karşıtı ne? Uydurmamak. İnsan bunu nasıl yapıyor? Bir şey uydurmadan nasıl yapılır? Üzerinde uzun uzun düşünerek mi? O zaman uydurmuş olmuyor muyuz? Sık sık dil denen şeye insanların dışında bir varlıkmış gibi davranıyoruz. İnsanlar üzerinde bir etkisi olduğu muhakkak. Bir bütün olarak insanların neyi, nasıl yapacaklarını, düşüneceklerini, söyleyeceklerini belirliyor ama eninde sonunda bir araç. Eğer dilin bir mantığı varsa, bu, insanların bir mantığı olduğu için. İnsanlar kelimeleri değiştiriyor, aralarındaki anlamlarla oynuyor, onlara farklı anlamlar veriyor. Dolayısıyla ben dillerin farklılığından ziyade kültürlerin farklılığına bakılması gerektiğine inanıyorum. Eğer bir dil kavramsal tıkanıklıklar yaşıyorsa, bu, bulunduğu yerdeki kültürel (burada bahsettiğim kültür antropolojideki kültür değil) üretimin tıkanmış olmasındandır. Elbette tepeden inme bir şekilde gelmiş bir değişim bu süreçte önemli bir rol oynayabilir ama hem Atatürk’ün dil devriminin bu kadar etkili olmamış olduğunu biliyoruz hem de bildiğim kadarıyla tarihte böyle bir deneyim yok.
Geçmişle bağların kopmuş olduğundan bahsediliyor. Dil hiçbir şekilde değiştirilmemiş olsaydı, insanların bugün geçmişle çok daha yakın ilişkileri olmuş olabileceği mi ileri sürülüyor? Örneğin Amerikalıların arasında geçmişe yönelik büyük bir ilgi mi var? Ne yapıyorlar? Kilise kayıtlarından, nüfus kayıtlarından başlarını mı kaldırmıyorlar? Ya da sabah akşam ülkelerinin tarihini mi çalışıyorlar? Osmanlıca öğrenmek büyük bir sorun değil ama öğrendiğimizde önümüzde devlet arşivlerinin dışında muazzam bir dünya açılmış olmayacak. Ayrıca bir imparatorluk geçmişiyle kopan bağların yeniden kurulması için tek bir dilin yeterli olabileceğini düşünmek de ayrı bir sorun. Osmanlı kendi içinde bir yığın dil barındırıyordu. Neden sadece Osmanlıcanın dil devrimine kurban gitmiş olması bu bağın kopmuş olmasını getirmiş olsun. Ama burada en önemli nokta, geçmişe ilgi duymanın veya bir grubun geçmişle bağlantısının kopartılmasının dilin değiştirilmesiyle hiçbir ilgisinin olmaması. Geçmişe ilgi ancak insanların bu yönde ilgilenmeyi getirecek farklı bir yaklaşım içine girmeleriyle olabilir. Henüz geçmişle doğru dürüst ilgilenilmeyen bir toplumda (ya da bizim beklediğimiz şekilde ilgilenilmeyen diyelim; çünkü hem Hz. Muhammed hem de Orta Asya’ya giden geçmişlerle olan bağlar varlıklarını sürdürüyor), insanların geçmişle bağlarının (herhalde bireysel tarihleri düşünmemiz gerekiyor burada) bu dil değişiminden ötürü kopmuş olacağını düşünmek pek tutarlı bir görüş gibi gelmiyor bana.
Bu örnekten yola çıkarak asıl konumuza dönecek olursak, değişim denen bir şeyin var olduğunun verilerle gösterilmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu değişimler bizim bugün algıladığımız veya görmek istediğimiz değişimlerden başka bir şey olmayacaktır. Değişim, insanlara ve bu durumda daha çok modern insanlara ait gayet özel bir kavram. Büyüğünden küçüğünden vazgeçtim, eğer geçmişte önemli bir değişimin söz konusu olduğunu ileri süreceksek, geçmişte de bundan bahsedilmiş olması gerekiyor. Aksi takdirde bir değişim olmamıştır. Diğer yandan aynı değişimin kendisini defalarca farklı tarihsel söylemlerde ve farklı şekillerde gösterme ihtimali de vardır. Bir kere ifade edildikten sonra büyük ihtimalle bu değişimin de tarihi olacaktır. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, seçtiğimiz parametreleriyle, ifade etmek için kullandığımız kelime ve metaforlarıyla, değişim tamamen öznel bir fenomendir. Geçmiş bir olaya baktığımızda biz çok büyük bir değişim görebiliriz ama olayın ortaya çıktığı dönemde hiçbir şey hissedilmemiş olabilir. Tarihlerimizi bu ikisini birbirinden ayırarak yazmamız gerekiyor. Değişim her dönemde var olmuş bir parametre değil. O da insana bağlı ve ancak belli dönemlerdeki insanların bu parametreye önem verdiğini görüyoruz. Ne değişti yerine ne değişmedi şeklinde de yazabiliriz tarihlerimizi.
Neyse şimdilik bu kadar…
“Son mesajlarimda mumkun oldugunca Dil Devrimi urunu olan ve tamamen yapaybuldugum kelimlere yer vermeyen bir yazi uslubu kullandim. Arada yazimayanlislikla ya da bilerek Dil Devrimi urunu kelimeler de karistirdim (�rn., ilgive secim). Dil Devrimi olmasaydi Turkce bugun cok farkli bir dil olacakti. Nasilbir dil olacagini anlamak icin gecmiste yazilanlara bakmaya gerek yok, DilDevrimini yasamayan Azerice'yi incelemek yeterli. Iki yakin akraba Turki dilinmevcut halleri arasindaki edebi ve kavramsal zenginlik farki cok buyuk. BugunAzerice Turkce'den her bakimdan ustun bir dil; halbuki Osmanli doneminde durumtam tersi idi. Mevcut Turkce, dil devrimlerinin dilleri nasilkisirlastirabileceklerine cok guzel bir ornek, gecmisle bagin kopmasi da cabasi.” (Onur)
Buradaki argümanlarına bazı itirazlarım var. Birincisi bu edebi ve kavramsal zenginlik farkını kim belirliyor veya bu neye göre belirleniyor? Bu ancak insanlar böyle bir yoksulluğu kabul etiğinde olabilir. Ne günlük konuşma dilinde ne de entelektüel alanda Atatürk’ün dil devriminin bu kadar başarılı olmuş olduğunu sanmıyorum. Tam tersine eski kelimelerin yanında bir de yeni kelimler var. Sözcük de diyebiliyoruz, kelime de. Üstelik bunların bir kısmı arasında ince farklar yaratıp öyle de kullanabiliyoruz. İlla yetersiz bir durum varsa, o zaman da gidip diğer dillerden kelimeler alıyoruz ki, son yıllarda bu süreç epey hızlanmış durumda. Yani kavramsal zenginlik yaratıldığında yeni kelimeler ya yaratılır ya da alınır. Hiç kimse birileri sadece bu kelimeleri kullanın dedi diye yerinde oturacak değil; öyle bir yasak da yok. Üstelik tek bir dile bağlanmak da gerekmiyor. İzole kelimesi dışarıdan alınıyorsa bunun hiçbir sakıncası yok bence. Kavramsal sıkışıklık yabancı diller kullanılarak da çözülebilir ki, teknolojide diğer kültürlerden yararlanıyorsak, burada niye yararlanmayalım. Bence bunun bir nedeni dilin kimlik olarak veya çok önemli bir kimlik unsuru olarak görülmesi ki, bence ilgisi yok. Dil bir araçtır. Aynı kimlik başka dillerle de ifade edilebilir.
Gelelim asıl konumuza. Azerice Türkçeden her bakımdan üstün bir dil diyorsun. Neye göre bu üstünlüğü belirliyoruz? Örneğin Almancanın da her ikisinden üstün olduğu sonucuna varabilirsek, ki olabilir, o zaman ne diyeceğiz, niye dil devrimi ortaçağda olmadı diye mi üzüleceğiz? Üstelik Azericenin bu üstünlüğü tam olarak nasıl belirleniyor? Daha fazla ürün vermiş olmasından mı? Ya da bu zenginlik Arapça kelimelerden ötürü mü? O zaman belki de Türkçeden tamamen vazgeçip insanlara Arapça veya Almanca öğretmek daha iyi olacak. Çünkü diğer dillerden bir yığın kelime aldığı için, Türkçe bariz bir şekilde “geri” bir dil değil mi?
Osmanlı döneminde durum nasıl tersineydi? Hangi Osmanlı dönemi ve hangi Osmanlıca? Bir dönem noktalama işaretlerinin olmadığı bir Osmanlıca bugün bu işaretleri kullanmaya alışkın insanlar için nasıl daha iyi bir seçenek olarak kabul edilebilir ki, Osmanlıcanın kavram zenginliği de, eğer bahsedilen avantaj buysa, diğer dillerden bir yığın kelime almış olmasından dolayı. Dil devriminin bu anlamda bizi geriye götürdüğünü mü söyleyeceğiz? Olabilir. Ama bu kavramların yok olmuş olması anlamına mı geliyor? Sanmıyorum. Söylenmek istenen kavram bir yere gitmez. İngilizcede mişli geçmiş zaman yok ama bu zamanın yerine getirdiği işlevi pekâlâ başka türlü verebiliyorlar. Bu İngilizceyi kavramsal açıdan daha mı az zengin yapıyor?
Bu dil devrimi eylemiyle bazı bağların kopartıldığı doğru ama başka bağlar oluşturuluyor. Ulus olmakla ilgilenmeyen birisi için böyle bir bağın oluşturulmuş olmasının hiçbir önemi olmayabilir ama aynı şekilde geçmişle ilgilenmeyen de bu bağın kopartılmış olmasıyla ilgilenmeyecektir. Tek bir mükemmel eylem olamayacağına göre, burada neye göre, bir şeyi kötülerken diğerinin görmezden gelindiğinin açıklanması gerekiyor. Ben ulusalcı değilim ama ulus olmak için böyle bir bedel ödenmiş olmasının, hele nüfusun büyük kısmı okuma yazma bilmiyorsa ve dolayısıyla bu tür kayıtlardan mahrumsalar, bazıları tarafından memnunlukla ya da memnuniyetle karşılanmış olabileceğini garip bulmuyorum. Bir yanda ulaşacağın bir geçmişin yoksa (insanlar yazmadığı veya sözel olarak aktarmadığı sürece geçmiş yoktur), diğer yanda da tam tersine iyi kötü konuştuğun dilin mensuplarını diğer etnisitelerden gelenlerin zararına olacak şekilde etnik efendilere dönüştürecek bir değişim söz konusuysa, kaybolan kavramsal zenginliği (aslında bu eğitim kalitesinin düşmesiyle ilgili bir durum) kim takar; hele bunun yerini çok daha avantajlı başka bir zenginlik alıyorsa. Millet kelimesinin yerini ulus alırken ve bu biri diğerinden ayrılarak yapılırken, nasıl kavramsal bir zenginleşmenin olmadığını söyleyebiliriz? İstediği kadar uydurma bir kelime olsun, sonuçta millet kelimesi ne kadar az uydurma? Özellikle Taraf gazetesinde Nişanyan’ın bu tür ukalalıkları var. Örneğin uygarlık kelimesi epey uydurma olabilir ama medeniyet ne kadar “normal” bir kelime? Sonuçta uygarlıktan biraz önce çıkmış bir kelimeden bahsetmiyor muyuz? Yani bir şeyin uydurma olduğu neye göre belirleniyor ve en önemlisi de insanın en önemli özelliklerinden biri, hatta bana göre insanı insan yapan özellik, ne zamandan beri kaçınmamız gereken bir şey oldu? Uydurmanın karşıtı ne? Uydurmamak. İnsan bunu nasıl yapıyor? Bir şey uydurmadan nasıl yapılır? Üzerinde uzun uzun düşünerek mi? O zaman uydurmuş olmuyor muyuz? Sık sık dil denen şeye insanların dışında bir varlıkmış gibi davranıyoruz. İnsanlar üzerinde bir etkisi olduğu muhakkak. Bir bütün olarak insanların neyi, nasıl yapacaklarını, düşüneceklerini, söyleyeceklerini belirliyor ama eninde sonunda bir araç. Eğer dilin bir mantığı varsa, bu, insanların bir mantığı olduğu için. İnsanlar kelimeleri değiştiriyor, aralarındaki anlamlarla oynuyor, onlara farklı anlamlar veriyor. Dolayısıyla ben dillerin farklılığından ziyade kültürlerin farklılığına bakılması gerektiğine inanıyorum. Eğer bir dil kavramsal tıkanıklıklar yaşıyorsa, bu, bulunduğu yerdeki kültürel (burada bahsettiğim kültür antropolojideki kültür değil) üretimin tıkanmış olmasındandır. Elbette tepeden inme bir şekilde gelmiş bir değişim bu süreçte önemli bir rol oynayabilir ama hem Atatürk’ün dil devriminin bu kadar etkili olmamış olduğunu biliyoruz hem de bildiğim kadarıyla tarihte böyle bir deneyim yok.
Geçmişle bağların kopmuş olduğundan bahsediliyor. Dil hiçbir şekilde değiştirilmemiş olsaydı, insanların bugün geçmişle çok daha yakın ilişkileri olmuş olabileceği mi ileri sürülüyor? Örneğin Amerikalıların arasında geçmişe yönelik büyük bir ilgi mi var? Ne yapıyorlar? Kilise kayıtlarından, nüfus kayıtlarından başlarını mı kaldırmıyorlar? Ya da sabah akşam ülkelerinin tarihini mi çalışıyorlar? Osmanlıca öğrenmek büyük bir sorun değil ama öğrendiğimizde önümüzde devlet arşivlerinin dışında muazzam bir dünya açılmış olmayacak. Ayrıca bir imparatorluk geçmişiyle kopan bağların yeniden kurulması için tek bir dilin yeterli olabileceğini düşünmek de ayrı bir sorun. Osmanlı kendi içinde bir yığın dil barındırıyordu. Neden sadece Osmanlıcanın dil devrimine kurban gitmiş olması bu bağın kopmuş olmasını getirmiş olsun. Ama burada en önemli nokta, geçmişe ilgi duymanın veya bir grubun geçmişle bağlantısının kopartılmasının dilin değiştirilmesiyle hiçbir ilgisinin olmaması. Geçmişe ilgi ancak insanların bu yönde ilgilenmeyi getirecek farklı bir yaklaşım içine girmeleriyle olabilir. Henüz geçmişle doğru dürüst ilgilenilmeyen bir toplumda (ya da bizim beklediğimiz şekilde ilgilenilmeyen diyelim; çünkü hem Hz. Muhammed hem de Orta Asya’ya giden geçmişlerle olan bağlar varlıklarını sürdürüyor), insanların geçmişle bağlarının (herhalde bireysel tarihleri düşünmemiz gerekiyor burada) bu dil değişiminden ötürü kopmuş olacağını düşünmek pek tutarlı bir görüş gibi gelmiyor bana.
Bu örnekten yola çıkarak asıl konumuza dönecek olursak, değişim denen bir şeyin var olduğunun verilerle gösterilmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu değişimler bizim bugün algıladığımız veya görmek istediğimiz değişimlerden başka bir şey olmayacaktır. Değişim, insanlara ve bu durumda daha çok modern insanlara ait gayet özel bir kavram. Büyüğünden küçüğünden vazgeçtim, eğer geçmişte önemli bir değişimin söz konusu olduğunu ileri süreceksek, geçmişte de bundan bahsedilmiş olması gerekiyor. Aksi takdirde bir değişim olmamıştır. Diğer yandan aynı değişimin kendisini defalarca farklı tarihsel söylemlerde ve farklı şekillerde gösterme ihtimali de vardır. Bir kere ifade edildikten sonra büyük ihtimalle bu değişimin de tarihi olacaktır. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, seçtiğimiz parametreleriyle, ifade etmek için kullandığımız kelime ve metaforlarıyla, değişim tamamen öznel bir fenomendir. Geçmiş bir olaya baktığımızda biz çok büyük bir değişim görebiliriz ama olayın ortaya çıktığı dönemde hiçbir şey hissedilmemiş olabilir. Tarihlerimizi bu ikisini birbirinden ayırarak yazmamız gerekiyor. Değişim her dönemde var olmuş bir parametre değil. O da insana bağlı ve ancak belli dönemlerdeki insanların bu parametreye önem verdiğini görüyoruz. Ne değişti yerine ne değişmedi şeklinde de yazabiliriz tarihlerimizi.
Neyse şimdilik bu kadar…
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilDili tamamen bir araç olarak gören faydacı görüşe katılmıyorum. O zaman edebiyat niye var? Son derece zengin ve ağdalı bir dil olan yüksek Osmanlı Türkçesinin, sıradan halk arasında daha çok yayılması gerekirken, yerini oldukça zayıflatılmış ve eski kelimelerin yerini dolduramayan bir yığın yapay kelimeyle dolmuş (sanki Osmanlı Türkçesi muz cumhuriyeti diliymiş gibi) bir dile bırakması, bana göre bir dilsel soykırım ya da ırza geçiştir.
YanıtlaSilGeçmişle bağı Osmanlı arşivlerine de indirgeyemeyiz, koskoca bir yüksek medeniyet ve kültür birikimiyle bağın kopması da söz konusudur. Osmanlı'dan nefret bile etsek olumlu yanlarının hakkını teslim etmeliyiz. Yüksek kültür ve medeniyet alanında Osmanlı'nın çok olumlu yanları var. Dil de bu zengin birikime açılan en önemli kapıdır. Roma/Bizans yüksek medeniyeti ve kültürü de çok değerlidir, ama büyük çoğunluğumuz Yunanca bilmediğinden onunla doğrudan bağlantı kurmamız, sen de kabul edersin ki, çok zor ve kısıtlıdır. Ama yüksek Osmanlı Türkçesi hala yaşayan bir dilken, birazcık eğitimle büyük çoğunluğumuzun (diğer bir söyleyişle orta ve aşağı Osmanlı Türkçesi bilenlerimizin) Osmanlı yüksek kültür ve medeniyetiyle kolayca doğrudan güçlü bir bağlantı kurma şansları vardı. Dil Devrimiyle bu oldukça zorlaştı (zaten devrimin bir amacı da buydu) ve bir anda yazılı bir geçmişi olmayan bir halka döndük (muz cumhuriyeti halkları gibi).
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilHani Osmanlı Türkçesinde kelimelerin ezici bir çoğunluğu Arapça ve Farsça kökenliydi ya. Çok benzer bir durum bugün İngilizcede de var. İngilizce kelimelerin büyük çoğunluğu Fransızca ve Latince (Yeni Latince dahil) kökenli. Ama adamlar bundan rahatsızlık duymuyorlar, hiçbir zaman bu Latince ve Fransızca kökenli kelimeleri azaltıp yerlerine Anglo-Saksonca köklerden türetilmiş uydurma kelimeler koyalım demiyorlar. Aksine geçmiş miraslarına (örn., Shakespeare) sahip çıkıp İngilizcenin bugünkü halini daha çok pekiştiriyorlar. Bu konuda olumlu bir muhafazakarlıkları var. Yeni kelime türetirken de Latince köklerden türetmekte hiçbir sakınca görmüyorlar. İngilizce örneğini Osmanlı Türkçesiyle yabancı kökenli kelimelerin miktarı bakımından çok benzer bir durumda olduğu için verdim.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilYeni kelime uydurma işlemini kesinlikle yanlış bulmuyorum ben, ihtiyaç varsa yeni kelime türetilir. Her dilde belli bir yapaylık zaten vardır. Ama Dil Devriminde yapılan, zaten varolan kelimelerin yerine yeni kelimeler türetme olayıdır. Benim karşı olduğum şey bu, nedenlerini de önceki yorumlarımda açıkladım.
YanıtlaSilCumhuriyet döneminde Arap emperyalizmi, İran emperyalizmi diye diye aslında Osmanlı geçmişimize set çekildi. Bazıları bunu kasten yaptı, bazılayısa farkında olmadan. Günümüzde bu Osmanlı'yı hor görme durumu aşıldı ve insanlar Osmanlı'ya ve hatta Selçuklu'ya daha çok merak duymaya başladı (ama maalesef Bizans ve daha önceki dönemler hala görmezden geliniyor). Keşke aynı merak cumhuriyetin erken dönemlerinde de olsaydı da bu Dil Devrimi gibi garabetler için uygun ortam sağlanmasaydı.
YanıtlaSil