Neolitik (Cilalı Taş Devri) - II

I. Yakındoğu’da Medeniyete Geçiş

Yakındoğu ya da Doğu Akdeniz coğrafyasında medeniyete geçiş neolitik (cilalı taş devri) çağda gerçekleşir. O zamana kadar hareket halinde bulunan (yerleşik olmayan) avcı-toplayıcı gruplar bu dönemde yerleşik düzene geçmeye başlar. Yerleşik düzene geçişin aslında neolitik dönemden hemen önce başladığını söylemek de mümkündür. İlk olarak yerleşik düzene ve dolayısıyla medeniyete geçenler avcı-toplayıcı grupların ne olduğunu açıklamamız gerekiyor.

Avcı-toplayıcılar

Avcı-toplayıcılık, medeniyetten önceki dönemi temsil etmek için icat edilmiş çok genel ve kaba bir kategoridir diyebiliriz. Temelde ekonomik bir kategori olan avcı-toplayıcılık, medeniyetin dışında kalan ve/veya medeniyete geçmemiş tüm grupları, aralarındaki farklılıklara bakmadan tek bir kategoride toplar.[i] Dolayısıyla avcı-toplayıcı gruplar arasındaki ayrımları görmeye yardımcı olmayan bir kategoridir; bu açıdan bakınca, tarım toplumları kategorisi de bu toplumlar arasındaki çeşitliliği vermez. Üstelik tarıma yeni geçmeye başlamış avcı-toplayıcıların veya avcı-toplayıcılıkla uğraşan bahçeci (çok basit tarımcılar) toplulukların durumunda hangi kategorinin kullanılacağı da net değildir. Kaldı ki, bu toplulukların kendilerini tanımlamak için kullandığı veya kullanmış olduğu kavramlar ekonomik temelli olmayabilir. Her şeye rağmen bazı kavramları kullanmak zorundayız ve bu yüzden, farklılıkları ortadan kaldırıcı işlevini göz ardı etmeden avcı-toplayıcılık kavramını kullanıyoruz.

Avcı-toplayıcılar avcılık yaparak ve doğadan çeşitli bitkiler toplayarak geçinir. Onları tarım toplumlarından ayıran temel özellikleri budur. Bundan başka, tarım toplumlarıyla karşılaştırıldığında, yaşam tarzları hareketli olmaya, düzenli ve sürekli yer değiştirmeye dayanır. Bu avcı-toplayıcıları tarım toplumlarından ayıran ikinci temel özelliktir. Bu ikisi arasında, yani yiyecek teminiyle sürekli hareket halinde olma arasında bir ilişki olduğu ortadır. Kaynaklara ulaşmak hareketli olmayı gerektirmektedir. Dolayısıyla kaynaklar düzeyinde istikrar oluşmaya veya artış görülmeye başlandığında, hareket halindeki grupların yerleşik yaşama geçmeye veya en azından hareket düzenlerinin değişmeye başladığını görmemiz gerekmektedir. Gerçekten de avcı-toplayıcı grupların belli koşullar oluştuğunda yerleşik düzeni seçtiklerini biliyoruz. Arkeolojik kazılar da, günümüzden 13.000 – 10.000 yıl önce Yakındoğu’da ilk yerleşik avcı-toplayıcı grupların belirmeye başladığını göstermiştir. Bu değişimle ilgili ilk açıklamalar, kaynak koşullarındaki değişimlerin ve tarıma geçişin yerleşikliği getirdiği yönündeydi. Yerleşik yaşamın hayatta kalmayı kolaylaştırıcı bir etken olduğu, avcı-toplayıcılıkla karşılaştırıldığında daha gelişkin bir düzeyi temsil ettiği ve bu yüzden de avcı-toplayıcı grupların böyle bir seçimde bulunmasının doğal olduğu düşünülüyordu. Son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalar, yerleşik düzene geçişin daha farklı bir şekilde açıklanması gerektiğini göstermiştir.

Her şeyden önce hareketliliğin avcı-toplayıcılar arasında yüksek bir değeri olduğunu, hatta yerleşik düzene geçilmenin mümkün olduğu durumlarda bile hareketliliğin seçilebileceğini biliyoruz. [ii] Kaynaklarda istikrar ve bollukla yerleşiklik bağlantısı, yani kaynaklarda bolluk belirdiğinde yerleşik düzene geçileceği argümanı, kaynakların mevsimlere ve yıllara göre değişiklik gösterebileceğini belirten Binford tarafından eleştirilmiştir. Binford’a göre, avcı-toplayıcıların dolaşmayı seçmelerinin nedeni bir yere yerleşmelerini sağlayacak fırsatlarla karşılaşmamaları değil, herhangi bir kaynak aniden ortadan kalktığında sağ kalmalarını sağlayacak çözümler geliştirebilmeleri için sürekli çevre hakkında bilgi toplamak zorunda olmalarıydı. [iii] Bu da sadece kaynaklar hakkında bilgi toplamakla değil, sıkıştıkları zaman yardım isteyebilecekleri toplumsal ilişkileri geliştirmek için de gereklidir. Yiyecek depolamaya benzer şekilde, diğerlerinin borçlu kalmasını sağlayan toplumsal ilişkiler biriktirmek (sosyal zorunluluklar depolanması), bu yüzden de diğer grupları ziyaret etmek, diğer gruplarla ilişkiye geçmek için dolaşmak da avcı-toplayıcılar için önemli bir uğraştır. Bu sayede kaynaklarla ilgili risk faktörü azaltılır. [iv] [v] Paylaşım ve borçlu kalmak avcı-toplayıcılar için önemli bir toplumsal araçtır ama bunu her koşulda geçerli bir alışkanlık olarak anlamamalıyız. Diğer toplum biçimlerinde olduğu gibi avcı-toplayıcılar arasında da, paylaşım kendiliğinden gelen bir pratik değildir. Bu toplumlarda da hem paylaşım kavramı hem de bunun hangi durumlarda tercih edileceği öğretilir. Paylaşım, özellikle de borçlu kalmak, toplumsal ilişkiler üzerinde baskıda bulunabileceğinden, avcı-toplayıcılar da paylaşmaya gerek duymadıkları durumlarda bu tür taleplerden kurtulmaya çalışır. [vi] Görüldüğü gibi, paylaşımla ilgili strateji ve taktiklerin geliştirilmesi için de dolaşmak gerekmektedir. Aslında aynı durum tarım toplumları ve üstelik günümüz sanayi toplumları için de geçerlidir ama bu toplumlarda bu tür strateji ve taktikleri geliştirmek için çok daha az dolaşmak gerekmektedir. Diğer yandan, kaynaklar ve bu kaynakların kaybolduğu durumlarda yararlanılacak toplumsal ilişkiler geliştirmek için dolaşmak, avcı-toplayıcıların yaşamlarındaki tek faaliyet değildir. Dini faaliyetler, topluluk içinde statü geliştirme, aile yaşamı, takas, savunma, alet yapımı ve toplumsallaşma gibi, zaman ayrılması gereken başka uğraşlar da vardır. Kaynaklar için yapılan dolaşma bu faaliyetlere daha az zaman ayrılmasını getirebilir ve bu yüzden de yarı veya tam yerleşikliğe geçiş tercih edilebilir. [vii]
Avcı-toplayıcıların yerleşik düzene geçişini, daha rahat koşullar sunan bir düzene (bu durumda tarım) geçiş arzusu şeklinde açıklamak yerine, kâr-zarar hesabı yapmayla açıklamak çok daha uygun gözükmektedir. Yerleşiklik, hareketliliğin daha az kazançlı olduğu durumlarda tercih edilecektir ve bu birçok nedene dayanabilir. Fakat temel nedenin topluluğun kalabalıklaşmasıyla ve bu kalabalıklaşmayla başa çıkmak için geliştirilen çabalarla ilgili olduğunu düşünebiliriz. Kalabalıklığın artması durumunda hareketliliğin hareketsizlikten daha az kazançlı olmaya başlaması yerleşikliğe geçişi getirebilir. Benzer şekilde, kalabalıklaşma toplumsal boyutta hiyerarşiyi, ekonomik boyutta da yiyeceklerin depolanmasını ve dolayısıyla da daha sonra kullanmaya yönelik sistemleri getireceğinden, yerleşiklikle ilgili düzenlemelere yapılan ekonomik, kültürel ve toplumsal yatırım, dolaşmanın ve yer değiştirmenin getireceği kazancın önüne geçebilir. Bu arada yerleşik düzene geçmiş veya belli bir bölgeyi savunmaya başlamış avcı-toplayıcıların varlığı dolaşılacak alanların azalmasını getireceğinden, yerleşik düzen kendisini bu şekilde de dayatabilecektir.[viii] Yerleşikliğe neden geçildiğini açıklayan çeşitli kuramlar geliştirilmiştir. Bir yandan kaynaklardaki artışın yerleşik düzene geçişi getireceği savunulurken, diğer yandan kaynaklardaki sıkıntının strese neden olacağı ve bunun da daha yoğun geçinme veya üretim yöntemlerine neden olacağı iddia edilmektedir. Bu materyalist açıklamalardan başka, yerleşik düzene geçişi toplumsal (sosyal) rekabete ve toplumsal ağların karmaşıklaşmasına bağlayan yaklaşımlar da bulunmaktadır. [ix] Bu tartışmaları çözmenin bir yolu, tüm durumlar için geçerli tek bir açıklama aramaktan vazgeçmek olabilir. Farklı gruplar için farklı nedenler geçerli olabileceği gibi, farklı yöreler farklı süreçler ortaya çıkarmış da olabilir. Tek bir neden bulmaya çalışmak yerine, geçiş sürecinin nasıl gerçekleştiği açıklanabilir. [x] Bazı gruplar tarımla tanışmadan yerleşik düzene geçmişken, başka gruplar da uzun süre tarımla uğraştıktan sonra yerleşikliği benimsemiş olabilir. Bazı gruplar kaynak sorunlarını çözmek için yerleşikliği seçmişken, bazı gruplar da toplumsal (ve dini) nedenlerden ötürü yerleşmeye karar vermiş olabilir. Ayrıca, yerleşik düzene geçmeden önce uzun bir süre karma bir sistemin (yarı yerleşiklik) sürmüş olabileceğini de dikkate almalıyız.

Yerleşiklik tartışmasında üç noktaya özellikle dikkat etmeliyiz. Birinci nokta, yerleşik düzene geçmeyle tarımın ortaya çıkması arasında doğrudan bir ilişki kurmamamız gerektiği. Hem tarım hem de yerleşiklik diğerinden önce ortaya çıkabileceği gibi, birinin ortaya çıkması diğerinin ortaya çıkmasını zorunlu kılmamaktadır. [xi] Bazı durumlarda, avcı-toplayıcı gruplar yerleşik düzene geçmiş ama tarım toplumu olma yönünde ilerlememiştir; [xii] [xiii] tarımın yerini çoğu kez balıkçılık ve diğer su kaynakları (deniz ve akarsular) almış, [xiv] yerleşikliğe geçiş bu şekilde desteklenmiştir. [xv] Bu grupların bir kısmı hiçbir zaman tarım toplumuna dönüşmezken, bir kısmı da uzun süre ( 1000 yıl) direndikten sonra tarıma geçmiştir. [xvi]

İkinci noktaysa, yerleşiklikle tarım arasındakine benzer şekilde, yerleşiklikle nüfus artışı arasında da her zaman doğrudan bir bağlantı olamayacağı ama yerleşikliğin ve toplumsal karmaşıklığın bir şekilde kalabalıklaşmayla ilgili olduğudur. Burada vurgulanmaya çalışılan nokta, nüfus artışıyla nüfus baskısının ayrılması gerektiği, bu ikisinin aynı şeyler olmadığıdır. Tek başına nüfus artışı herhangi bir baskıya neden olmayacağı gibi, nüfus baskısı nüfus artışı olmadan da ortaya çıkabilir. [xvii] Dolayısıyla, nüfus baskısı sadece nüfus artışına dayanan baskı olarak değil, mevcut nüfusla kaynaklar arasındaki ilişkinin ortaya çıkardığı baskı olarak anlaşılmalı. [xviii] Bu baskı sadece belli kaynaklarla mevcut nüfus arasındaki ilişkinin bozulması şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, kalabalıklaşmadan ötürü dolaşılabilecek alanların azalması şeklinde de belirebilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, tek başına nüfus artışının ne yerleşik düzene geçişe ne de toplumsal karmaşıklığın (daha karmaşık düzeyde örgütlenmelerin) ortaya çıkmasını sağlayacağıdır. Bu açıdan bakınca nüfus artışıyla yerleşiklik arasında bir ilişki yoktur; daha karmaşık toplumsal yapılar belirebilir ama hareketlilik sona ermeyebilir. Fakat kalabalıklaşmanın yarattığı nüfus baskısı, yani mevcut insan sayısıyla kaynaklar arasındaki ilişkinin bozulması açısından bakacak olursak, nüfus artışıyla yerleşiklik arasında bir ilişki düşünülebilir. Her nüfus artışı yerleşikliği getirmeyebilir ama her yerleşikliğin nüfus artışıyla ilişkili olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, nüfus artışı belli değişiklikleri dayatan, belli değişiklikleri başlatan bir unsur olarak değil, bunların önkoşulu veya bunları hızlandıran bir etmen olarak görülmelidir.[xix] Mevcut nüfusla kritik kaynaklar arasındaki ilişki belli bir çizgiyi açtığında toplumsal karmaşıklık belirmekte ve bu çizgi aşılmadığı sürece de kesinlikle böyle bir şey gözükmemektedir.[xx]

Bu arada, kritik kaynaklar her zaman ekonomik/maddi olmak zorunda değildir. Kaynakları üç kategoride toplamak mümkündür: Duygusal, Maddi ve Simgesel kaynaklar. [xxi] Kritik kaynakların bu kategorilerin herhangi birinden gelebileceğini unutmamalıyız. Benzer şekilde, toplum veya topluluk üzerinde doğacak baskı sadece ekonomik veya maddi kaynaklardaki değişikliklerden doğan bir süreç olarak da düşünülmemelidir. Toplumun iletişim kanalları ve karar mekanizmalarından oluşan düzenlemesi, nüfus artışıyla mevcut kaynaklar arasında belirmiş yeni ilişkiyi karşılayamadığı için beliren nüfus baskısından da bahsedebiliriz. Bu durumda farklı bir düzenlemeye gidilmesi gerekebilir ki, bu da daha karmaşık bir sisteme geçiş anlamına gelecektir. [xxii] [xxiii]

Üçüncü ve son nokta da, mevcut nüfusla kaynaklar arasındaki ilişki daha karmaşık bir yapının belirmesini sağlayacak çizgiyi geçtiğinde geriye dönüşün olup olmadığı ve/veya bu çizgi gerisin geriye aşıldığı takdirde ne olacağı veya bu çizginin geriye doğru aşılıp aşılamayacağı tartışmasıdır. Bu tartışma henüz kesin bir sonuca varmamıştır. Yaygın görüş, bu çizgi bir kez aşıldığında geri dönüşün olmadığı yönünde olsa da, bu iddiaya katılmayanlar da bulunmaktadır. [xxiv] Her ne kadar çizginin geriye doğru aşılması toplumsal karmaşıklık açısından daha az karmaşık bir sisteme geçişi getirecekse de, [xxv] geriye gidişe çok sık rastlamayabiliriz. Çünkü iletişim kaynaklarının ve çoğu kez de yerleşikliğin daha etkin bir şekilde düzenlemesi, nüfusun biraz daha artmasını ve bu da, tekrar daha karmaşık bir düzenlemeye gidişi getirecektir. İletişim sistemi etkinliğinle doğacak baskıyı iki şekilde çözmek mümkündür: Bölünme veya daha karmaşık bir yapıya geçmek. [xxvi] Özellikle avcı-toplayıcılardan tarım toplumlarına geçişi anlamak için üç evrimsel eğilimi dikkate almamız gerekmektedir: Yiyecek edinme tekniklerinin etkinleşmesi, daha yoğun bir biçime bürünmesi (tarım daha yoğun bir üretim biçimidir, sanayi devrimi daha yoğun üretim şekilleri getirmiştir); mevcut nüfusun daha üst düzeylerde bütünleştirilmesi (entegrasyonu); Toplumum tabakalaşması. [xxvii] Bu üç eğilim, avcı-toplayıcılardan başlayacak şekilde bakıldığında, medeniyetin gösterdiği gelişim sırasında basitten karmaşığa doğru giden bir çizgi izlemiştir ve hâlâ da izlemektedir. Bu gidişin boyutları arttıkça, özelikle daha üst düzeylerde bütünleştirmelere gidildikçe, toplumsal evrim sürecinde geri dönüşler bir yandan zorlaşmakta, bir yandan da bu zorlaşmadan ötürü böyle bir şeyin olmadığı izlenimi yayılmaktadır. Neolitik dönemde 100.000’den fazla olduğu tahmin edilen bağımsız siyasi topluluk sayısı bugün 160 civarında ulus devlete inmiştir ve daha büyük örgütlenmelere doğru gidileceği tahmin edilmektedir.

Yerleşiklik kavramını sorunsuz bir şekilde tanımlamak mümkün değil. Bir topluluğun hangi noktada yerleşik olduğunu ve hangi noktada olmadığını belirlemek kolay olmadığı gibi, bu belirlemenin temelde öznel tercihler tarafından kontrol edildiğini bile söyleyebiliriz. Kendini geçindirmek için yapmak zorunda kaldığı günlük dolaşmalara, bu yüzden ortaya çıkan günlük hareketliliğine baktığımızda, günümüz insanının genelde avcı-toplayıcılardan ve özellikle de tarihöncesinde yaşamış olanlarından çok daha hareketli olduğunu söyleyebiliriz. Fakat soruna belki de farklı bir açıdan yaklaşmamız gerekiyor: Kimin yerleşik ve kimin daha hareketli olduğunu mutlak terimlerle belirlemek yerine, söz konusu topluluğun veya bireyin hareketliliğinde ya da yerleşikliğinde beliren değişime bakarak nasıl bir eğilimin söz konusu olduğunu saptayabiliriz. Bu açıdan baktığımızda, Buzul Çağı sona erdiğinde bazı avcı-toplayıcı toplulukların yerleşikliğe doğru bir eğilim içinde olduğunu görüyoruz.

[i] Kelly, 1-39.[ii] Age., 150-151.[iii] Age., 150.[iv] Halstead ve O’Shea, 263.[v] Wiessner, 64-65.[vi] Kelly, 164-165.[vii] Age., 153.[viii] Age., 152.[ix] Kelly, Mobility, 52-54.[x] Zvelebil, 13.[xi] Age., 52.[xii] Davidson, 75-78.[xiii] Maschner, 924-934.[xiv] Ames, 215-216.[xv] Age., 218-219.[xvi] Price, 220-222, 227-229.[xvii] Hassan, 209.[xviii] Keeley, 376.[xix] Hassan, Demographic, 219, 225.[xx] Keeley, 403.[xxi] Gamble, 49-51.[xxii] Age., 56-57.[xxiii] Johnson, 87-112.[xxiv] Kelly, Mobility, 50-51.[xxv] Dumond, 320.[xxvi] Carnerio, 239-240.[xxvii] Johnson ve Earle, 87.

Yorumlar