Ortaçağda Avrasya Bozkırları I
Ortaçağda Avrasya kara parçasının önemli unsurlarından biri de bozkırlar ve burayı yaşam alanı edinmiş pastoral göçebeliktir. MÖ 1000 yıllarında belirmeye başlamış pastoral göçebelik veya göçebe pastoralcilik ortaçağda en gelişkin haline ulaşmış, medeniyetlerle ilişkiye giren ve sık sık da onlar rahatsız eden bir güce dönüşmüştür. Pastoral topluluklar, özellikle bozkır konfederasyonlarıyla, medeniyetlerin ciddiye alması gereken bir güç olmuştur. Nitekim klâsik dönemin kapanışını temsil eden, batıda Roma İmparatorluğunun büyük darbe alması ve doğuda da Han imparatorluğunun ortadan kalkması şeklinde tasvir edilen sürecin ardında bozkır topluluklarının hareketleri vardır. Bozkırların pastoral göçebeleri hiçbir zaman medeniyetler oluşturmamıştır. En fazla komşu medeniyetleri ele geçirerek bu dünyanın parçası olmuşlardır ama bu gibi durumlarda bile medeniyetler dünyasını bozkırlardan ayıran çizginin kuzeyinde pastoral göçebelik varlığını sürdürmüş, en ufak bir değişiklik geçirmemiştir. Pastoraller, ancak bu çizginin güneyine geçtiklerinde medeniyetle tanışmış ve zaman içinde medenileşmişlerdir. Çizginin diğer yanındaysa, temel unsurları hayvancılık ve hareketli oba yaşamı olan pastorallik modern çağın bu topraklara yeni tür insanlar getirmesine kadar sürmüştür. Özellikle Rusların bölgeye yayılmaya başlamasıyla birlikte pastoral dünya da yavaş yavaş tarihe karışmıştır. Ama ortaçağda tüm gücüyle hayattadır ve ortaçağ bir bakıma pastoral yaşamın ve bozkır imparatorlukların en parlak çağıdır. Antikçağ pastoral dünyasının en önemli aktörleri İran dili konuşan topluluklarken, ortaçağda sahnede Altay dili konuşan gruplar ve bunların arasında da Türklerle Moğollar vardır. Bu tartışmada daha çok Türkçe konuşmuş toplulukların geçirdikleri değişiklikler üzerinde durulacaktır.
Her ne kadar çok gerilere gitmese de, pastoral yaşam tarzının Orta Asya’da kısa olmayan bir geçmişi vardır. Bu geçmişi etnik gruplar bağlamında incelemek aslında uygun bir yöntem olmasa da, fiziksel özellikler açısından bakıldığında iki farklı grubun veya türün, yani Avrupa kökenlilerle Doğu veya Kuzeydoğu Asya kökenlilerin, tam da Türklerin ortaya çıktığı kabul edilen bölgede, yani Altaylarda karşılaştıklarını ve muhtemelen karıştıklarını görüyoruz. Moğol kökenli grupların avcı toplayıcılıktan göçebe pastoralciliğe geçtikleri ve bu geçişin nispeten geç bir tarihte, yani tarih sahnesine çıkmadan (yazılı kaynaklara ilk kez geçmeden) hemen önce gerçekleşmiş olduğu düşünülüyor. Avrupa kökenli gruplarınsa pastoral yaşama tarım toplumlarından geçtikleri kabul ediliyor. Demek ki Altay bölgesinde iki farklı kökenden gelen pastoral gruplar karşılaşmıştır. Türk topluluğu veya toplulukları tarih sahnesine MS 6. yüzyılda, İran grupları bu bölgenin siyasi yaşamından kaybolduktan sonra çıkmıştır. Türk kağanlığının en azından ilk döneminde Türk dili kullanımıyla açıklanamayan çeşitli unsur ve özellikleri vardır. Avrupa kökenli toplulukların (bir kez daha hatırlatacak olursak, bu toplulukların günümüz Avrupalığıyla bir bağlantısı yoktur) daha sonra Türk olarak adlandırılacak unsurlar üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu düşünmek mümkün gözükmektedir. Üstelik bir adım daha ileri giderek, bu kaynaşmadan Türk olarak adlandırılan etnik grup olmasa da, en azından siyasi ve kabilesel bir grubun çıktığını da düşünebiliriz. Aslında bu tür ayrıntılarla uğraşmak anlamsız gözükebilir. Göçebeliğin ortaya çıktığı dönem (yaklaşık MÖ 1. binyıl) aynı zamanda çeşitli önemli toplumsal değişikliklerin de görüldüğü bir dönemdir. Göçebeliğe geçişin kendi toplumsal yapılarını beraberinde getirdiği görülmektedir. Bunlardan biri de MÖ yedinci ve altıncı yüzyıllardan itibaren kabilesel birliklere dayanan merkezlerin belirmiş olmasıdır. Henüz günümüzdekine benzer türden etnik gruplar oluşmamıştır. İnsanlar muhtemelen, en azından dilsel düzeyde, birbirlerinden farklı olduklarını biliyordu ama bunu siyasi anlamda kullanmamış oldukları görülüyor. Örneğin antik çağın Helen kabilelerine baktığımızda, bunlar arasında dış düşmana veya dış gruplara karşı bir birleşme görüyoruz. Buna benzer bir birleşme Avrasya bozkırlarında gerçekleşmemiş gözüküyor. Ya da böyle bir gelişime işaret eden izlerle henüz karşılaşılmamıştır. Bir ayırımcılık elbette vardır. Örneğin bazı topluluklarda Avrupa kökenli Yüeçi (Tohar) toplulukları Doğu Asya kökenli toplulukların üstündedir. Buna benzer bir duruma Türk kağanlığında da rastlanmaktadır ama buradaki ayrım daha çok kabileler düzeyinde var olmuş gözüküyor. Bu yüzden ortaçağ bozkırlarında etnik grup referanslı gruplaştırmalara başvurmamak daha uygun bir tercihtir.
Her ne kadar çok gerilere gitmese de, pastoral yaşam tarzının Orta Asya’da kısa olmayan bir geçmişi vardır. Bu geçmişi etnik gruplar bağlamında incelemek aslında uygun bir yöntem olmasa da, fiziksel özellikler açısından bakıldığında iki farklı grubun veya türün, yani Avrupa kökenlilerle Doğu veya Kuzeydoğu Asya kökenlilerin, tam da Türklerin ortaya çıktığı kabul edilen bölgede, yani Altaylarda karşılaştıklarını ve muhtemelen karıştıklarını görüyoruz. Moğol kökenli grupların avcı toplayıcılıktan göçebe pastoralciliğe geçtikleri ve bu geçişin nispeten geç bir tarihte, yani tarih sahnesine çıkmadan (yazılı kaynaklara ilk kez geçmeden) hemen önce gerçekleşmiş olduğu düşünülüyor. Avrupa kökenli gruplarınsa pastoral yaşama tarım toplumlarından geçtikleri kabul ediliyor. Demek ki Altay bölgesinde iki farklı kökenden gelen pastoral gruplar karşılaşmıştır. Türk topluluğu veya toplulukları tarih sahnesine MS 6. yüzyılda, İran grupları bu bölgenin siyasi yaşamından kaybolduktan sonra çıkmıştır. Türk kağanlığının en azından ilk döneminde Türk dili kullanımıyla açıklanamayan çeşitli unsur ve özellikleri vardır. Avrupa kökenli toplulukların (bir kez daha hatırlatacak olursak, bu toplulukların günümüz Avrupalığıyla bir bağlantısı yoktur) daha sonra Türk olarak adlandırılacak unsurlar üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu düşünmek mümkün gözükmektedir. Üstelik bir adım daha ileri giderek, bu kaynaşmadan Türk olarak adlandırılan etnik grup olmasa da, en azından siyasi ve kabilesel bir grubun çıktığını da düşünebiliriz. Aslında bu tür ayrıntılarla uğraşmak anlamsız gözükebilir. Göçebeliğin ortaya çıktığı dönem (yaklaşık MÖ 1. binyıl) aynı zamanda çeşitli önemli toplumsal değişikliklerin de görüldüğü bir dönemdir. Göçebeliğe geçişin kendi toplumsal yapılarını beraberinde getirdiği görülmektedir. Bunlardan biri de MÖ yedinci ve altıncı yüzyıllardan itibaren kabilesel birliklere dayanan merkezlerin belirmiş olmasıdır. Henüz günümüzdekine benzer türden etnik gruplar oluşmamıştır. İnsanlar muhtemelen, en azından dilsel düzeyde, birbirlerinden farklı olduklarını biliyordu ama bunu siyasi anlamda kullanmamış oldukları görülüyor. Örneğin antik çağın Helen kabilelerine baktığımızda, bunlar arasında dış düşmana veya dış gruplara karşı bir birleşme görüyoruz. Buna benzer bir birleşme Avrasya bozkırlarında gerçekleşmemiş gözüküyor. Ya da böyle bir gelişime işaret eden izlerle henüz karşılaşılmamıştır. Bir ayırımcılık elbette vardır. Örneğin bazı topluluklarda Avrupa kökenli Yüeçi (Tohar) toplulukları Doğu Asya kökenli toplulukların üstündedir. Buna benzer bir duruma Türk kağanlığında da rastlanmaktadır ama buradaki ayrım daha çok kabileler düzeyinde var olmuş gözüküyor. Bu yüzden ortaçağ bozkırlarında etnik grup referanslı gruplaştırmalara başvurmamak daha uygun bir tercihtir.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil