Asya Tarihi ve Kıta Tartışması
Asya’da Homo sapiens’in öyküsünü anlatılacaksa, ilk olarak Asya’nın nerede veya ne olduğunu belirlenmesi gerekmektedir. Her ne kadar çoğumuz yanıtın ne olduğunu bildiğimizi düşünsek de, mesele geçmişin öyküsü olunca, yanıt da düşünüldüğü kadar basit olmuyor. Bugün “Eski Dünya” olarak adlandırılan yer üç kıtadan oluşmaktadır: Afrika, Asya ve Avrupa. Afrika’nın hem Avrupa’dan hem de Asya’dan bağımsız bir kıta olduğu konusunda bir kuşku yoktur: Avrupa’dan Akdeniz’le, Asya’dansa Süveyş kanalıyla ayrılır. Fakat Avrupa’nın (veya Asya’nın da denebilir) kıtalığı bu kadar net değildir. Hangi kıstaslara göre Avrupa bir kıtadır? Avrupa’ya bir kıta denirken, örneğin Hindistan neden bir kıta değildir. Neticede, eğer iki büyük toprak parçasının bir deniz veya denizlerle birbirlerinden ayrılmasından bahsetmiyorsak, o zaman Avrupa’yı Asya’dan ayıran dağlar (Urallar ve Kafkaslar) Hindistan’ın durumunda da fazlasıyla vardır. Eğer bir kıtayı kıta yapan kıstas nüfus veya kültürel çeşitlilikse, Hindistan bu konuda çok daha ileridedir. Eğer meseleye aynı kıtaya ait olma bilinci ve bunun savunulması olarak bakıyorsak, örneğin Avrupalılık, Asya’da böyle bir şey kesinlikle yoktur. Eğer kıtaları jeolojik tarihe, yani çarpışmalara ve birleşmelere (çarpışmaların olduğu yerlerde yer kabuğu sıkışarak yükselmiş ve bugün gördüğümüz yüksek sıra dağları oluşturmuştur) göre belirleyeceksek, o zaman çok daha fazla sayıda kıtadan bahsetmemiz gerekecektir.
Dünyamızın hem “Eski Dünya” ve “Yeni Dünya” (Amerika ve muhtemelen Avustralya) hem de çeşitli kıtalar biçiminde çeşitli parçalara ayrılması esasen Avrupa’nın veya Batı’nın kültürel hegemonyasının bir sonucudur. Özellikle Asya tamamen Batı’ya ait bir kültürel kurgu ve söylemdir. Asyalılar tarafından kabulü (ki bu kabul coğrafya alanıyla sınırlıdır; Avrupalılığa benzer bir Asyalılık bilinci söz konusu değildir) çok yenidir.
Ne olduğu tam olarak belli olmayan böyle bir kavramı tarih alanına taşımak haliyle çeşitli sorunlara yol açabilmektedir. Örneğin Asya tarihi denen bir şeyden bahsedeceksek, bunu hangi dönemden başlatacağız? Tunç (bronz) çağına baktığımızda, tüm Doğu Akdeniz’i kapsayan bir medeniyetsel alan vardır. Burada Yunanistan bölgesini Avrupa, Türkiye bölgesini de Asya olarak incelemek, bunları farklı tarihlerin parçaları olarak görmek eldeki veriler tarafından desteklenmemektedir. Tunç çağında böyle bir ayrım yoktur. Aynı şekilde tunç çağı Çin’ini, Hindistan’la birlikte aynı medeniyetsel alanın parçaları şeklinde incelemek de mümkün değildir. O dönemin Asya’sının ne olduğu belirsizdir. O dönemin koşullarına göre, (1) Kuzey ve Kuzeybatı Avrupa, (2) Doğu Akdeniz, (3) Yakındoğu, Çin veya Doğu Asya gibi yaşam alanları düşünmek mümkün olabilir ama Avrupa ve Asya gibi iki kıtadan bahsetmek hiçbir şekilde mümkün gözükmemektedir. Afrika’nın durumu bile yeterince net değildir. Eğer amacımız birbirinden uzak ve dolayısıyla farklı yaşam alanlarını saptamaksa, Kuzey Afrika Güney Avrupa’dan, en azından modern çağa kadar (ki bu bile şüphelidir) çok farklı değildir. Burada bu ikisini içeren bir Akdeniz yaşam alanından veya dokusundan bahsetmek çok daha uygun gözükmektedir. Aynı şekilde Doğu Akdeniz, Mezopotamya ve İndüs bölgelerini de uzun bir süre varlığını sürdürmüş tek bir yaşam alanının parçaları olarak görmek gerekmektedir. En azından bu seçenekler de dikkate alınmalıdır.
Sonuç olarak, bu sorunu tüm dönemlere aynı şekilde uygulanabilecek terimler biçiminde çözmek mümkün gözükmemektedir. Bu durumda iki seçenek söz konusudur: Ya (1) her dönem için farklı alanlar (kültürel kıtalardan) düşünülecek ya da (2) geçmiş bugünün terimlerine (kıtalarına) göre incelenecektir. İkinci seçenek özellikle sınır bölgeleri için epey sakıncalıdır. Eğer illâ coğrafi ayırımlardan yola çıkılacaksa, bunlar insan hareketlerini durdurmuş veya büyük çapta engellemiş coğrafi engeller olarak anlaşılmalıdır. Böyle tanımlandığında, coğrafi ayrımlar insanların teknolojik kapasitelerine göre zaman içinde değişmiştir. Yapılan çalışmalar, özellikle genetik çalışmalar, bu tür engellerin uzun bir süre boyunca insanların birbiriyle kaynaşmalarını önlediğini göstermektedir. Medeniyetin tarihi bir yerde bu engellerin aşılarak insanların birbirleriyle daha fazla kaynaşmalarının ve karışmalarının tarihidir de.
Bazı araştırmacılar Avrupa’nın Asya’nın bir yarımadası olarak görülmesi gerektiğini ve dolayısıyla Avrasya yerine Afrasya’dan (Afrika + Asya) bahsetmenin çok daha uygun olduğunu düşünmektedir. Bu üç kıtayı içine alan bir büyük kara parçasından bahsedilecekse, örneğin “Eski Dünya” denecekse, Afrasya elbette çok daha yerinde bir terimdir. “Eski Dünya” bir öncekiler ve sonrakiler ayrımına yol açmaktadır. Aynı şekilde “Yeni Dünya” terimi de daha çok Avrupalıların bakış açısını yansıttığından, yani Avrupalıların “Yeni Dünya”sından bahsettiğinden, bu topraklarda yaşamış ve hâlâ yaşamaya çalışan insanları, bunların kurdukları dünyaları ve bunların geçmişini veya geçmişlerini yok saymaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Afrasya terimi çok daha tarafsızdır. Diğer yandan bir üçüncü terim olarak Avrasya’dan da vazgeçmemek gerekmektedir.
Yukarıda sıralanmış argümanlar kendi başına bir Asya kıtasından bahsetmenin zor olduğunu göstermektedir. Muhtemelen tek bir terim altında toplanamayacak birçok farklı bölgeden bahsetmek gerekmektedir ama yine de bu gayet büyük toprak parçasının (Asya + Avrupa) en batısıyla en doğusunun birbirlerinden çok farklı olduklarını kabul etmemek epey zordur. Genetik çalışmaların ortaya çıkardığı göçlere bakıldığında, Afrika’dan çıkan toplulukların bir kısmı doğuya giderken bir kısmı da batıya gitmiştir. Tamamen bu izlenmiş yollara bağlı kaldığımızda, Ortadoğu, biraz gittikten sonra ikiye ve hatta üçe ayrılmaktadır. Bu yolların sonlarında da iki değil, üçten de fazla bölgeden bahsetmek mümkündür ama bu durumda bile Asya, Avrupa ve Avrasya terimlerinin gerekçelendirilebileceği söylenebilir. Biri en batıda, diğeri de en doğuda olacak şekilde Avrupa ve Asya adlarının verilebileceği birbirinden çok farklı iki kültürel bölge aşağı yukarı her dönemde mevcuttur ama diğer yandan, özellikle kuzeyin bozkırlarını temel alan ve Avrupa’nın doğusundan Asya’nın doğusuna kadar uzanan bir bölgenin de Avrasya olarak adlandırılması yerindedir. Her ne kadar Avrasya’nın boyutları dönem dönem değişmişse de (örneğin 30.000 yıl önce Çin’den neredeyse Almanya’ya kadar giden bir kuşaktan bahsetmek mümkündür), böyle bir bölge ya da koridor her zaman olmuştur. Fakat aynı durum Asya ve Avrupa kıtalarının güneyi için söz konusu değildir. Buradaki coğrafi yapı böyle bir koridora izin vermemekte ve hatta dört farklı parçadan bahsedilmesini gerektirmektedir: Akdeniz, Mezopotamya + Anadolu, İndüs + Ganj havzaları ve Güneydoğu Asya. Elbette bunların alt parçalarından da bahsedilebilir ama eğer coğrafi engeller sonucunda ortaya çıkan nüfus dağılımlarını dikkate alacaksak (ki burada genetik bir dağılımdan bahsetmek gerekebilir), o zaman bu büyük toprak parçasını iki kıtaya değil, en az altı veya yedi temel parçaya bölmek gerekmektedir. Fakat kendimizi her şeye rağmen iki kıtayla sınırlayacaksak, yine de üçlü bir yapıya dikkat çekmek gerekmektedir: Asya, Avrupa ve ikisi arasında kalan bölge. Üçüncü unsuru katmak zorunludur. Çünkü Asya ile Avrupa’nın birleştiği bölge hem Avrupalı hem Asyalı veya ne Avrupalı ne de Asyalıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder