Anadolu'nun Türkleşmesi Tartışmasında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

Türklerin, Oğuzların veya Türkmenlerin Anadolu’ya ya da Rum diyarına, Roma ülkesine gelmeleri, ilk önce çeşitli kısımlarını ve daha sonra tamamını ele geçirmeleri ve yurt edinmeleri genelde ayrıntıları çok iyi bilinen bir konu değil. Sanırım bilinmeyenlerin bilinenlerden çok fazla olduğunu kabul ederek başlamak gerekiyor tartışmaya. Üç noktaya özellikle çok dikkat edilmesi gerekiyor.

Birincisi tutarlı olmak gerekiyor. “Batılı” tarihçilerin bir konuda söylediklerini, bu söylediklerinin doğruluğunu veya geçerliliğini çok fazla araştırmadan kabul ederken, aynı tavrı diğer konularda da sürdürmek gerekiyor. Örneğin gelenler çok kalabalıktı veya yüz bin çadır kurdular ibaresini neredeyse hiç sorgulamadan kabul ediyorsak, diğer konularda da aynı şekilde davranmalı, yani bu aynı “Batılı” tarihçilerin diğer söylediklerini de hiç sorgusuz sualsiz kabul etmeliyiz ki, kendimizle, uyguladığımız yaklaşımla tutarlı olalım. Aksi takdirde, her şeyden önce, etik olmamış oluyoruz. Ya da doğrusunu yapalım. Her söyleneni sıkı bir eleştiri süzgecinden geçirelim. O zaman bir yığın tutarsızlık olduğunu, aslında pek de net bir ortamda olmadığımızı veya yere sağlam basmadığımızı göreceğiz. Daha da önemlisi bu geçmişte yaşamış tarihçileri tekrar insan statüsüne getirmiş olacağız; yani onların da abartabildiğini, gerçekleri saptırabildiğini, yaranmak için yazabildiğini, en önemlisi de kendi fikirleri olduğunu kabul etmiş olacağız.  

İkincisi, tarihe, tarihçiliğe, tarih disiplinine, kesin doğrular veya gerçekler sunan bir dal ve daha da kötüsü bir bilim olarak yaklaşmamalıyız. Tarihin bununla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tarih, günün koşullarına göre var olan dünyayı anlamlandırma çabasıdır ve bunu da karşısına çıkan geçmişten gelen izler için en anlamlı öykü veya açıklamaları üreterek yapar. Bu öykü ve açıklamalar, yeni izler veya yeni izlerin değişik şekillerde okunması veya farklı açıdan değişik şekilde görülmesi karşısında zaman içinde değişime uğrayabilir ve nitekim her zaman da uğrar. Ayrıca aynı duruma farklı açılardan bakanlar veya aynı durumu farklı şekillerde okuyanlar olacağından ve her zaman olacağından, bu öykü ve açıklamalar da hiçbir zaman tek değil, çeşitlidir.

Üçüncü noktaysa, mevcut kimliklerin tarih tartışmalarına bağlanması sırasında (ki bundan kaçış yoktur, tarih büyük çapta mevcut kimliklerin anlamlandırılmasıdır) dikkatli olunması gerektiğidir. Bu doğrultuda kullanılan araçları seçerken epey hassas davranmalıyız. Örneğin eğer herhangi bir kimlik ırk temelli oluşturuluyorsa ve buna uygun bir tarih anlatısı geliştirilmek isteniyorsa, burada manevra alanı epey dardır. İş sonuçta kan söylemine bağlandığında, söz konusu kanın karışmış olması ihtimali bile o kimliği zedeleyecek, sorunlu bir konuma sokacaktır. Bu noktada ben kendimi böyle görüyorum demek de yetmeyecektir. Çünkü o zaman neden diğerleri için aynı durumu kabul etmiyorsun gibi sorular söz konusu olabilecektir. Diğer yandan, kimliğin çeşitli taraflar arasında ve koşullar altında kısmen dayatılmış bir tercih olarak görülmesi, bu manevra alanını genişletecek ve tarihsel anlatı seçeneklerini arttıracak ve çeşitlendirecektir. Kimlik bir tercih meselesi olarak görüldüğünde, geçmişe bakmak, geçmişi anlamaya çalışmak da daha az kutuplaşmaya, biz ve onlar dayatmalarından daha fazla uzak durabilmeye olanak sağlayacaktır. Bu da ayrı bir avantajdır. Diğer yandan, kimlik oluşturmayı farklı şekillerde anlayanlar bir araya geldiğinde, yani doğuştan gelen bir özellik olarak görenler bir yanda ve bir tercih olarak görenler diğer yanda, konu bu kimlik araçlarının veya yöntemlerinin tartışılmasına indirgenmediği sürece, pek de bir yere ulaşılamayacaktır. Sonuç olarak meselenin bu boyutuna da epey kafa yormak gerekiyor.

Yorumlar