Genler ve Tarih1 - Erhan Afyoncu'nun yazısına yanıt
Bilim adına yeni bir bölücülük ve ırkçılık dalgası başlatmak değildi amacım. Atma meselesine gelince, merak ediyorum kaç kişi atarak böyle şeyler yazabiliyor. Tabii yazıdan kastım, Virgül’ün Aralık sayısında çıkmış yazım. Eğer bu mesele tartışılacaksa, doğrudan kendi yazdığım yazı üzerinden yapmayı tercih ederim.
Sabah’ta ilk sayfada çıkan haberden sonra (açıkçası manşet olacağımı bilmiyordum, sürpriz oldu, bana söylenen gazetenin ekinde çıkacağıydı röportajın) karşılaştığım tepkilerden ötürü daha fazla konuşmamaya karar vermiştim ama Erhan Afyoncu’nun eleştirel yazısını gördükten sonra en azından burada bu konunun biraz daha derinlemesine tartışılmasının uygun olacağı sonucuna vardım. İlk olarak Erhan Afyoncu’nun yazısında sorunlu bulduğum kısımlara değinmek istiyorum.
Tarihin araştırmayla yazılması gerektiği görüşüne kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum ama acaba Erhan Afyoncu tarihin Anadolu’daki insanların 40 bin yıldır
burada yaşadıkları gibi bir iddiayı nasıl araştıracağını düşünüyor? Tarih tanımı gereği yazıdan öncesini araştıramaz ama haydi araştırmaya kalkıştı diyelim, bunu tamamen belgeci bir yaklaşımla nasıl yapacak? Hangi Osmanlı arşivleri bu sorunun yanıtını bulmamızda yardımcı olabilir? Dolayısıyla tarihçi bu noktada daha farklı araçlara başvurmak zorundadır. Genler bunlardan biri. (Bu arada Anadolu’da milyonlarca Türk olduğunu gösteren Osmanlı arşiv vesikalarını da, ne diyeyim, merak ediyorum. Özellikle on dördüncü yüzyılda yazılmış olanları.)
Genetik teknoloji köken konusunda tabii ki kesin bir sonuç vermiyor. Çünkü bu konuyla ilgili hiçbir şey söylemiyor. Bu noktanın Sabah’taki haberde de belirtildiğini sanıyorum ama Virgül’deki yazıda kesinlikle belirtiliyor. Gen testleri ve araştırmaları hiçbir şekilde etnik köken tespit edemiyorlar; sadece insanların Afrika’dan ayrıldıktan sonra izledikleri yollar hakkında bilgi veriyor ve ne tür genetik bölünmeler yaşadıklarını gösteriyorlar. Bu konuya daha sonra tekrar geri gelebilirim ama çok kısaca değinecek olursam, bunlar etnik veya kültürel bölünmeler değil. Olabilirler ama olmaları gerekmiyor. Bahsedilen bölünmeler, insanların farkında olmadan yaşadıkları küçük mutasyonlar ama bunlar sayesinde insanların soylarının geçmişte nerelerde bulundukları tespit edilebiliyor. Örneğin bir erkeğin Y-kromozomunda Orta Asya’da veya Asya’da gerçekleşmiş bir mutasyon tespit edilemezse, bu onun babası tarafından soyundan (baba-büyük baba- büyük büyük baba vb) hiç kimsenin Asya’da bulunmadığı anlamına geliyor. Hiç kimse bir genin ne tür bir etnik veya kültürel gruba ait olduğu konusunda fikir ileri sürmüyor. Böyle bir şey söylenemez. Sanırım Erhan Afyoncu bu konuda pek bir araştırma yapmamış. Acaba bu durumda benim de “Okuuu!” diye seslenmem mi gerekiyor?
Birkaç sonuçtan genellemeye gitmeye ve bunun pozitivizm olduğu konusuna gelecek olursak, insanlar üzerine yapılan alan çalışmaları hiçbir zaman tüm nüfus üzerinden yapılmıyor. Böyle bir şey zaten mümkün değil. 70 milyonluk ülkede böyle bir çalışmaya girmek, sürekli birilerinin doğduğunu ve öldüğünü düşünecek olursak, pek mümkün değil. Bu biraz anlamsız bir itiraz olmuş. Alan çalışmaları her zaman belli sayıda insanla yapılır ve bu daha sonra tüm topumu temsil etmesini sağlayacak işlemlerden geçirilir. Buna herhalde burada girmeme gerek yok ama yazımda kullandığım çalışmaların hepsinde (ki bunların büyük kısmına internetten ulaşmak mümkün) insanların nasıl seçildikleri, işlemlerin nasıl yapıldıkları ve ne tür matematik formüllerinin kullanıldığı uzun uzun anlatılıyor. Yine Erhan Afyoncu’nun ifadelerine başvuracak olursak, “okuma yazması” olanlar bu araştırmaların ne kadar bilimsel olduklarını görebilirler. Tabii bu arada şöyle bir durum da var: Ünlü Orta Asya göçü tezini destekleyen belgelerin sayısı, bu araştırmalarda kullanılan insan sayısından çok daha az. Ayrıca ticari genetik köken belirleme laboratuarlarının veritabanları her geçen gün biraz daha büyüyor. Bazı ülkelerde epey büyük veritabanları oluşmuş durumda. Öyle ki, bir süre sonra çok daha yakın bölgeler (kentler) arasındaki farklılıklar üzerine konuşmak mümkün olacak.
Genler ile belgeleri içerebilecekleri tahrifat açısından karşılaştırma meselesine gelince de, genetik analizler elbette tahrifat veya hatalar içerebilir ama bunlar ancak işlem sırasında ortaya çıkabilir. Genlerin kendileriyle oynanamaz. Hiçbir insan taşıdığı genlerin içerdiği bilgiyi değiştiremez, etkileyemez. Belgelere gelince, yazılırken bile tahrifata uğrayabilirler. Bir belgenin yazıldığı anda ne kadar doğruları içererek yazıldığı (bu arada kimin doğrusu) her zaman tartışmaya açıktır ama bir bireyin (erkeğin) Y kromozomundaki genler her zaman o bireyin soyundan aktarılmış ipuçlarını doğru bir şekilde verir. Dolayısıyla eğer genetik analizler belgelerin anlattıklarından farklı bir sonuca yol açıyorlarsa, bu belgelerde bir sorun olduğuna işaret eder, eğer analizlerde yöntemsel ve işlemsel hatalar veya eksiklikler yoksa. Tabii sonuçların yorumlanması genetik analizlerde de aynı derecede sorunlu olabilir. Ama yorumları bir kenara bırakıp sadece sonuçlara baktığımızda da ne tür bir göçün söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin ben kendi yazımda genelde Orta Asyalıların göçünden bahsettim, Türklerin değil (Sabah’taki haber benden kaynaklanmayan bazı değişiklikler içeriyor). Çünkü şu kadar Türk gelmiştir veya gelmiştir demek sonuçta genlere dayanmayan bir yorumdur. Genetik analizler sadece Orta Asya’dan birilerinin gelip gelmediğini söyleyebilir, bunların etnik kimliklerinin veya başka türden kimliklerinin ne olduğunu değil. Ne dil konuşmuş olduklarını bile söyleyemezler. O yüzden ben daha çok Türkiyeliler ve Orta Asyalılar şeklinde konuşmayı tercih ediyorum.
Devam edecek…
Sabah’ta ilk sayfada çıkan haberden sonra (açıkçası manşet olacağımı bilmiyordum, sürpriz oldu, bana söylenen gazetenin ekinde çıkacağıydı röportajın) karşılaştığım tepkilerden ötürü daha fazla konuşmamaya karar vermiştim ama Erhan Afyoncu’nun eleştirel yazısını gördükten sonra en azından burada bu konunun biraz daha derinlemesine tartışılmasının uygun olacağı sonucuna vardım. İlk olarak Erhan Afyoncu’nun yazısında sorunlu bulduğum kısımlara değinmek istiyorum.
Tarihin araştırmayla yazılması gerektiği görüşüne kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum ama acaba Erhan Afyoncu tarihin Anadolu’daki insanların 40 bin yıldır
burada yaşadıkları gibi bir iddiayı nasıl araştıracağını düşünüyor? Tarih tanımı gereği yazıdan öncesini araştıramaz ama haydi araştırmaya kalkıştı diyelim, bunu tamamen belgeci bir yaklaşımla nasıl yapacak? Hangi Osmanlı arşivleri bu sorunun yanıtını bulmamızda yardımcı olabilir? Dolayısıyla tarihçi bu noktada daha farklı araçlara başvurmak zorundadır. Genler bunlardan biri. (Bu arada Anadolu’da milyonlarca Türk olduğunu gösteren Osmanlı arşiv vesikalarını da, ne diyeyim, merak ediyorum. Özellikle on dördüncü yüzyılda yazılmış olanları.)
Genetik teknoloji köken konusunda tabii ki kesin bir sonuç vermiyor. Çünkü bu konuyla ilgili hiçbir şey söylemiyor. Bu noktanın Sabah’taki haberde de belirtildiğini sanıyorum ama Virgül’deki yazıda kesinlikle belirtiliyor. Gen testleri ve araştırmaları hiçbir şekilde etnik köken tespit edemiyorlar; sadece insanların Afrika’dan ayrıldıktan sonra izledikleri yollar hakkında bilgi veriyor ve ne tür genetik bölünmeler yaşadıklarını gösteriyorlar. Bu konuya daha sonra tekrar geri gelebilirim ama çok kısaca değinecek olursam, bunlar etnik veya kültürel bölünmeler değil. Olabilirler ama olmaları gerekmiyor. Bahsedilen bölünmeler, insanların farkında olmadan yaşadıkları küçük mutasyonlar ama bunlar sayesinde insanların soylarının geçmişte nerelerde bulundukları tespit edilebiliyor. Örneğin bir erkeğin Y-kromozomunda Orta Asya’da veya Asya’da gerçekleşmiş bir mutasyon tespit edilemezse, bu onun babası tarafından soyundan (baba-büyük baba- büyük büyük baba vb) hiç kimsenin Asya’da bulunmadığı anlamına geliyor. Hiç kimse bir genin ne tür bir etnik veya kültürel gruba ait olduğu konusunda fikir ileri sürmüyor. Böyle bir şey söylenemez. Sanırım Erhan Afyoncu bu konuda pek bir araştırma yapmamış. Acaba bu durumda benim de “Okuuu!” diye seslenmem mi gerekiyor?
Birkaç sonuçtan genellemeye gitmeye ve bunun pozitivizm olduğu konusuna gelecek olursak, insanlar üzerine yapılan alan çalışmaları hiçbir zaman tüm nüfus üzerinden yapılmıyor. Böyle bir şey zaten mümkün değil. 70 milyonluk ülkede böyle bir çalışmaya girmek, sürekli birilerinin doğduğunu ve öldüğünü düşünecek olursak, pek mümkün değil. Bu biraz anlamsız bir itiraz olmuş. Alan çalışmaları her zaman belli sayıda insanla yapılır ve bu daha sonra tüm topumu temsil etmesini sağlayacak işlemlerden geçirilir. Buna herhalde burada girmeme gerek yok ama yazımda kullandığım çalışmaların hepsinde (ki bunların büyük kısmına internetten ulaşmak mümkün) insanların nasıl seçildikleri, işlemlerin nasıl yapıldıkları ve ne tür matematik formüllerinin kullanıldığı uzun uzun anlatılıyor. Yine Erhan Afyoncu’nun ifadelerine başvuracak olursak, “okuma yazması” olanlar bu araştırmaların ne kadar bilimsel olduklarını görebilirler. Tabii bu arada şöyle bir durum da var: Ünlü Orta Asya göçü tezini destekleyen belgelerin sayısı, bu araştırmalarda kullanılan insan sayısından çok daha az. Ayrıca ticari genetik köken belirleme laboratuarlarının veritabanları her geçen gün biraz daha büyüyor. Bazı ülkelerde epey büyük veritabanları oluşmuş durumda. Öyle ki, bir süre sonra çok daha yakın bölgeler (kentler) arasındaki farklılıklar üzerine konuşmak mümkün olacak.
Genler ile belgeleri içerebilecekleri tahrifat açısından karşılaştırma meselesine gelince de, genetik analizler elbette tahrifat veya hatalar içerebilir ama bunlar ancak işlem sırasında ortaya çıkabilir. Genlerin kendileriyle oynanamaz. Hiçbir insan taşıdığı genlerin içerdiği bilgiyi değiştiremez, etkileyemez. Belgelere gelince, yazılırken bile tahrifata uğrayabilirler. Bir belgenin yazıldığı anda ne kadar doğruları içererek yazıldığı (bu arada kimin doğrusu) her zaman tartışmaya açıktır ama bir bireyin (erkeğin) Y kromozomundaki genler her zaman o bireyin soyundan aktarılmış ipuçlarını doğru bir şekilde verir. Dolayısıyla eğer genetik analizler belgelerin anlattıklarından farklı bir sonuca yol açıyorlarsa, bu belgelerde bir sorun olduğuna işaret eder, eğer analizlerde yöntemsel ve işlemsel hatalar veya eksiklikler yoksa. Tabii sonuçların yorumlanması genetik analizlerde de aynı derecede sorunlu olabilir. Ama yorumları bir kenara bırakıp sadece sonuçlara baktığımızda da ne tür bir göçün söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin ben kendi yazımda genelde Orta Asyalıların göçünden bahsettim, Türklerin değil (Sabah’taki haber benden kaynaklanmayan bazı değişiklikler içeriyor). Çünkü şu kadar Türk gelmiştir veya gelmiştir demek sonuçta genlere dayanmayan bir yorumdur. Genetik analizler sadece Orta Asya’dan birilerinin gelip gelmediğini söyleyebilir, bunların etnik kimliklerinin veya başka türden kimliklerinin ne olduğunu değil. Ne dil konuşmuş olduklarını bile söyleyemezler. O yüzden ben daha çok Türkiyeliler ve Orta Asyalılar şeklinde konuşmayı tercih ediyorum.
Devam edecek…
Yorumlar
Yorum Gönder