Uzakdoğu'dan Ortadoğu'ya Bilgelik Kültürü IIa

Orhun Yazıtlarını Farklı Bir Şekilde Okumak

Orhun Yazıtları nedir sorusu yöneltildiğinde karşılaşacağımız yanıtlar içeriksel değil, belli bir simgenin verilmesiyle ilgilidir. Bu yanıtların neredeyse hepsinin ortak noktası Orhun Yazıtları’nın kendisini sorgulamamak, bu yazıtlara sadece bir simge olarak yaklaşmaktır. Orhun Yazıtları Türk tarihinin başlangıcıdır, Türklerin tarih sahnesine çıkışıdır; bunu simgeler. Bunu yaparken bir kurgu oluşturulur ve bu kurgu hiçbir şekilde neden Orhun Yazıtları’nın bir başlangıç olarak alınması gerektiğini açıklamaz. Üstelik bir başlangıç olamayacağı yazıtların kendisinden anlaşılır.

Dolayısıyla burada çok farklı bir süreç söz konusudur. Orhun Yazıtları’nın bir başlangıcı veya bu başlangıcın en önemli dönüm noktasını temsil etmesi aslında daha çok Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcıyla ilişkilidir. Orhun Yazıtları’nı bir başlangıç olarak oluşturan, yeniden üreten ve belli bir şekilde okuyan, bu okumayı hegemonik bir unsura dönüştüren Türkiye Cumhuriyeti “resmi” tarihçiliği olmuştur.

Bu tek sesli bir okumadır. Sadece devletin sesini duyarız Orhun Yazıtları’nın günümüzdeki hâkim yorumunda. Bu yorumda elbette çeşitli farklı yorumcular, yani tarihçiler ve araştırmacılar yer almıştır ama bunların hiçbiri Orhun Yazıtları’nda farklı seslerin izini takip etmeye veya bu yazıtlardan farklı yorumlar üretmeye çalışmamıştır. Elbette yazıtlarının orijinal sahibinin veya sahiplerinin seslerine sadık kalmak gerekiyor. Neticede bu yazıt belli bir görüşün, belli bir bakış açısının ürünü olduğundan bu bakış açısı elden geldiğince korunmalı. Fakat bu bizi bu bakış açısının niteliğini sorgulamaktan ve farklı öyküleri hissettirip hissettirmediğini sormaktan alıkoymamalı.

Yazının olmadığı, farklı tarihlerin yazılmadığı bir ortamda farklı sesleri bulup çıkarmak dpğası itibarıyla epey zor bir uğraştır. Yine de farklı yazılabilecek bir tarihten bahsedebilir, bu yazıtları farklı şekillerde okuyabiliriz. Neticede biz Köktürk tarihini bu topluluğun yazmış olduğu tarihlerden değil, onlara dışarıdan bakan tarihlerden yola çıkarak oluşturmuşuzdur. Bu yorumlar, Orhun Yazıtları gibi yazıtlar ve diğer medeniyetlerin bu toplulukla ilgili olarak yazdıklarından yola çıkarak belli bir bakış açısı ve belli bir ses yaratmıştır. Bu ses bugünün sesidir. İlk başta bunun ortaya koyulması gereklidir. İkinci olarak da daha farklı seslerin var olabilecekleri gösterilmelidir. Sonuçta tüm bu çalışmalar varsayımsaldır. Çünkü hiç kimse gerçek seslerin öykülerini bilmemektedir ya da bunlar hakkındaki bilgimiz çok kısıtlıdır. Elimizdeki Orhun Yazıtı yorumunun tam olarak Bilge Kağan’ın sesi olmadığını aklımızdan çıkartmamalıyız. Demek ki en azından günümüzde var olan sesler açısından yaklaştığımızda, farklı yorumlar arayışına girebiliriz.

İlk sormamız gereken soru muhtemelen başka seslerin var olup olmadığıdır. Orhun Yazıtları bir tür “Nutuk”tur. Kül Tigin ve Bilge Kağan’ın öykülerini anlatırlar. Anlatıcılar Bilge Kağan, Kül Tigin’in yeğeni Yolluğ Tigin ve Tenri Kağan’dır. Fakat sadece bir öykü değildir söz konusu olan. Türk halkına neyi yanlış yaptığı, hangi koşullardan geçerek bugüne geldiği, kağanlarının onlar için neler yaptıkları, oysa onların ne kadar vefasız davrandıkları anlatılır bu yazıtlarda. Türk halkı bir parça azarlanır ve zaten bu yazıtlar da herkesin kolaylıkla ulaşabileceği bir yere dikilmiştir ki, böylece yanlış yapan Türkler görüp okusunlar, aynı yanlışa tekrar düşmesinler.

Orhun Yazıtlarını satır satır incelememiz mümkün değil. Onun yerine bazı satırlar üzerinde yoğunlaşarak bunların içinde neler görebileceğimiz üzerinde duracağım. Aşağıdaki satırlar Kül Tigin Yazıtının Güney yüzündendir(G 10, 11). Orijinal şekli dipnottadır.

“Tahta oturup yoksul (ve) fakir halkı hep derleyip topladım: Fakir halkı zengin yaptım, az halkı çok yaptım. Yoksa bu sözümde yalan var mı? (Ey) Türk beyleri (ve) halkı, bunu işitin! Türk (halkı), dirilip (nasıl) devlet sahibi olacağını buraya (taş üzerine) hâkkettim; yanılıp (nasıl) öleceğini de buraya hâkkettim. (Söyleyecek) her ne sözüm var ise ebedi taşa hâkkettim. Ona bakarak (bu sözleri) öğrenin. (Ey) sadık Türk halkı (ve) beyleri, bu devirde (bana) itaat eden beyler, (sizler) mi yanılacaksınız?” [1]

Her ne kadar bu Kül Tigin yazıtıysa da, burada seslenen Bilge Kağan’dır. Bilge Kağan kime seslenmektedir. Orijinal metinde bodun olan sözcüğün halk olarak çevrilmiş olması (Orkun ve Ergin “millet” olarak çevirmişlerdir) bu dönemde ve yerde var olmuş olabilecek farklılıkları görmemizi daha baştan önlemektedir. Oysa bodun sözcüğü olduğu gibi bırakılabilir veya bugün söylendiği şekliyle, yani boylar olarak yazılabilirdi. Bodun, yani boylar sözcüğü, Bilge Kağan ve çağdaşları tarafından bir insan topluluğu şeklinde algılanmış da olabilir. Fakat bugün kullandığımız halk kavramı bir hiyerarşiyle gelmezken, boylar topluluğunda bir hiyerarşi daha baştan söz konusudur. Yazıtlarda bir sınıf ayırımının söz konusu olduğunu beyler ve boylar sözcüklerinin ayrı ayrı kullanılmalarından anlıyoruz. Halk kavramının günümüzdeki kullanımı bu şekilde değildir. Türk halkı denildiğinde cumhurbaşkanından sokaktaki insana kadar herkes anlaşılır. Bilge Kağan hem beylere hem boylara veya boyların oluşturduğu insan kümesine seslenmektedir ve ayrıca bunların arasında da kendisine sadık kalmış, ona itaat etmiş olanlara seslenmektedir. Demek ki Bilge Kağan’a katılmamış, ona itaat etmemiş olanlar da mevcuttur. Kimdir bunlar? Türük boduna mı aittirler? Yoksa farklı bodunlardan mı bahsediyoruz?

Yazıtlarda her ne kadar hain anlamında bir sözcük yoksa da, düşmanca davrananlardan sık sık bahsedilmektedir. Bu düşmanca davrananlar üzerine seferler düzenleyerek bunların bir düzene sokulmaları gerekmektedir ve hem Bilge Kağan hem de Kül Tigin zamanlarının büyük kısmını bu düşmanca toplulukları yola sokmakla geçirmişlerdir.

“(D 14) Güneyde Çin halkı düşman imiş, kuzeyde Bağımlı Hakan, Dokuz Oğuz halkı düşman imiş, Kırgızlar, Kurikanlar, Otuz Tatarlar, Kıtaylar (ve) Tatabılar hep düşman imiş. Babam hakan bunca……….(D 15) kırk yedi kez sefer etmiş, yirmi (kez) savaşmış. Tanrı (öyle) buyurduğu için, devletliyi devletsiz bırakmış, hakanlıyı hakansız bırakmış, düşmanları bağımlı kılmış, dizlilere diz çöktürmüş, başlılara baş eğdirmiş. Babam hakan. öylece devleti (kurup) (D 16) yasaları koyup vefat etmiş.”

Bilge kağanın seslendiği kitle sadece Türkler değildir; Oğuzlara da seslenir.

“(D 22) Onca zengin (ve) onca gelişmiş devletimiz vardı. (Ey) Türk, Oğuz beyleri (ve) halkı işitin! Üstte(ki) gök çökmedikçe, altta(ki) yer (de) delinmedikçe, (ey) Türk halkı, (senin) devletini (ve) yasalarını kim yıkıp bozabilirdi?”

Bu noktada dikkatli olmak gerekiyor. Oğuz olarak adlandırılmış bir topluluğun daha sonra Orta Asya’da var olduğunu ve bunların bir kısmının ilk önce Selçuklu devletini kurduklarını ve daha sonra Anadolu’ya geldiklerini biliyoruz. Aynı Oğuzlardan mı bahsedilmektedir burada? Eğer öyleyse iki farklı topluluğa mı seslenmektedir Bilge Kağan? Diğer yandan buradaki Oğuz sözcüğü farklı bir toplum anlamında kullanılmamış da olabilir. Bu alanın önemli adlarından Golden’a göre, bu bir siyasi terimdir. Bu sözcükle ilgili iki farklı etimolojiye dikkat çeken Golden, Oğuz sözcüğünün bu dönemde bir etnik kimliğe değil, siyasi yapılanmaya işaret eden bir terim olarak düşünülmesi gerektiğini belirtmektedir.[2] Bu bağlamda Oğuz sözcüğü var olan hiyerarşinin belli bir düzeyini temsil eden bir yapılanma, bir kabilesel birlik olarak görülebilir. Üç Oğuz, Altı Oğuz, Sekiz Oğuz, Tokuz Oğuz ve Otuz Oğuz gibi terimlerde bulunan rakamlar bu birliklerin kaç kabileden veya oğuzdan oluştuklarını göstermektedir. Dolayısıyla oğuz terimini içeren sözcüklerle uğraşırken dikkatli olmak gerekmektedir.

Bununla beraber, Oğuz teriminin veya bu ad altındaki kabile birliklerinin Orhun Yazıtları’nda önemli bir yeri vardır. Kül Tigin yazıtlarında Bilge Kağan Doğuz Oğuzların kendi bodunu olduğunu söylemektedir. Fakat yer ile gök arasındaki karışıklık nedeniyle bu oğuzlar onlara düşman olmuştur ve onlarla bir yıl içinde beş kez savaşmak zorunda kalmışlardır. Kimdir bu Oğuzlar? Bilge Kağan onlara da seslenmeye çalışmaktadır ama bunu iki gruba ayrı ayrı seslenerek yapmaktadır. Bundan Oğuzların veya Dokuz Oğuzların Türk olmadıkları sonucunu mu çıkartmamız gerekiyor? Ya da Türk veya Türük sözcüğünü de bir siyasi terim olarak mı almalıyız? Farklı budunlardan bahsedildiği ortadadır. Orhun Yazıtları sürekli budunlardan bahsettiğine göre, etnik kimlikler meselesini nereye oturtmamız gerekmektedir. Budun ile etnik kimlik arasında nasıl bir ilişki vardır. Bunu Orhun Yazıtlarından yola çıkarak anlamak mümkün değildir? O zaman etnik kimlikler konusunda bu derece belirsiz olan bu yazıtları bir etnik grubun, yani günümüzde var olan modern Türk grubunun başlangıç mitine nasıl yerleştirebiliriz? Orhun Yazıtları tamamen siyasi yapılanmalarla ilgili bir mücadelenin öyküsü olarak da alınabilir. Dokuzuncu yüzyıla geldiğimizde daha net bir dünya çıkmaktadır karşımıza. Bu dünyada Oğuzlar olarak adlandırılan bir etnik gruptan bahsetmek mümkün gözükmektedir ama diğer yandan bu etnik grubun ortaya çıkışının aslında dış gözlemcilerin etnik gruplaşmalarla ilgisi olmayan bir dünyayı bu şekilde yansıtmayı seçmiş olmalarıyla bağlantılı olduğu da söylenebilir. Dokuzuncu yüzyıl Oğuzlarının Orhun Yazıtlarıyla ne tür bir ilişkisi olduğunun henüz belirlenmemiş olması da ayrı bir sorundur. Türk dönemine siyasi yapılanmalar dönemi, dokuzuncu yüzyıl Oğuz dönemine de etnik yapılanmalar dönemi olarak mı bakmamız gerekmektedir?

Bilge Kağan’ın düşmanları sadece Oğuzlardan ibaret değildir. Türkçe konuşan topluluklardan kabul edilen başka düşmanlar da vardır: Kırgızlar, Türgişler, Karluklar, Basmıllar, Dokuz Tatarlar. Bunların her biri farklı şekilde tanımlanmaktadır. Örneğin, Basmıllar akraba budundur. Bir ara kervan göndermez olurlar ve üzerlerine sefer düzenlenir. Sonuçları çok sert değildir. Kırgızlarla Karluklara daha sert davranılır. Diğer yandan Tongra boyunu sadece döverler. Bir yerde Dokuz Oğuzların yerini yurdunu bırakıp Çin’e gittiğinden bahsedilir ve burada adı sanı yok olur bu budunun. Bu arada Uygurlar da Türklerin önünden kaçar. Toparlayacak olursak, Orhun Yazıtlarında tek bir grubun öyküsü yoktur. Birçok gruptan bahsedilmektedir ama bunların içinde sadece Türklerin öyküsü olumlu bir şekilde aktarılmıştır. Orhun Yazıtları temelde Bilge Kağan tarafından yazıldıklarından buna şaşırmamak gerekir ama bu yazıtların esasen çok sesli bir dünyaya işaret ettiklerini de unutmamalı. Bilge Kağan ve temsil ettiği siyasal yapıya karşı olanlar vardır ve bunlar, özellikle de Dokuz Oğuzlar, her fırsatta bu yapıya isyan etmişlerdir.

Yazıtlar hemen hemen hiçbir şekilde etnik gruplara işaret etmemektedir. Farklı dil gruplarının varlığı fark edilmektedir ama Türk dili şeklinde sınıflandırabileceğimiz grupların bir etnik birlik içinde hareket ettiklerini söylemek zordur. Budun etnisite anlamında düşünülemez. Bugüne kadar yapılan çalışmalar bu terimin daha çok siyasal bir yapıya işaret ettiğini göstermektedir. Etnisite terimine karşılık gelecek bir yapılanma muhtemelen klanlar düzeyinde aranmalıdır. Üç oğuz, on oğuz, üç tatar gibi terimlerdeki rakamların birbirine karışmaması gereken grupları temsil ettiklerini düşünmemiz gerekmektedir. Rakamların varlığını başka türlü açıklamak mümkün değildir. Muhtemelen bu klanlar veya kabileler arasında ya çatışmalar yoktur, bunlar barış adacıklarıdır, ya da Orhun Yazıtları bu tür alt düzey çatışmalarıyla ilgilenmemektedir. Orhun Yazıtlarında toplumsal örgütlenmeyle ilgili terimler oba, oğuş, uruk, bodun ve il’dir.[3] Bu terimler arasındaki sıra kesin olarak bilinmemekle beraber, bu hiyerarşiyi iç barışın hüküm sürdüğü ve bunun kendiliğinden söz konusu olmadığı düzeyler şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. İç barışın zorunlu olduğu örgütlenme düzeyi muhtemelen etnisite kavramına en yakın oluşumları temsil etmektedir. Oba kesinlikle böyle bir gruptur. Buna oğuş da dahil edilebilir. Fakat bodun, il ve hatta ok (tabii Golden’ın tartışmasından yola çıktığımızda oğuz) iç barışın norm olduğu gruplaşmalar değildir. Burada siyasi çatışmaların dünyasındayızdır. Belki de Türk Oğuz çatışmasını budun düzeyinde bir birleşme ve çatışma olarak düşünmemiz gerekmektedir. Orhun Yazıtları bağlamında il çok daha büyük bir siyasi örgütlenmeye karşılık gelmektedir. Burada farklı dil grupları da söz konusudur. Her ne kadar il devlet olarak çevrilmekteyse de, burada bir devlet yapılanmasından bahsedilip bahsedilmeyeceği tartışmaya açıktır ama illerin başında kağanların bulunduğu görülmektedir. Eğer il sözcüğü devletin orijinal anlamına yakın bir şekilde görülürse, yani anlatılmaya çalışılan karizmatik liderliğe dayanan bir iktidar dönemiyse, evet, bir devletten bahsedilebilir. Eğer anlatılmaya çalışılan gelişmiş bürokratik yapılarıyla bir merkezi devletse, devlet kelimesi yanlıştır ve bu terimin bu şekilde kullanılması bu yazıtlardan çok farklı bir yorumun çıkmasına yol açmaktadır.

Orhun Yazıtlarında farklı sesler veya öyküler bulup çıkarma çabası sadece farklı budunlarla sınırlandırılmamalıdır. Bu yazıtlarda dikkat çeken bir başka konu da yoksulluk/zenginlik tartışması ve köleliktir. Çok sık geçen bu konuya değinmemek olamaz. Örneğin ne tür bir zenginlikten bahsetmektedir Bilge Kağan “halk”ına seslenirken? Bilge kağan’ın anlatımından yola çıkacak olursak, yoksulaşmış Türkleri o zengin kılmıştır ama nasıl yapmıştır bunu veya ne kastetmektedir?

“ (KT D 21) O devirde köleler (bile) köleli olmuş idi, cariyeler (bile) kadın hizmetkârlı olmuş idi. (D 22)Onca zengin (ve) onca gelişmiş devletimiz vardı.”

Orijinal metinde “devlet”in yerinde “il”, “zengin”in yerinde “kazganmış” ve “gelişmiş”in yerinde “itmiş” var. “Kazganmış” bildiğimiz kazanmak sözcüğü; yazıtlardaki kullanım şekli bir şeyler elde etmek anlamında. “İtmek” sözcüğünü Tekin kendi çalışmasında düzenlemek, tanzim etmek olarak vermiş ama yazıtlarda gelişmiş sözcüğünü kullanmış. Bence düzenlenmiş daha doğru bir seçim olacaktır. Çünkü Orhun budunlarında en önemli meselenin siyasi coğrafyayı düzenlemek olduğu gözüküyor. Zengin olmaya gelince, o köle sahibi olmaktır veya köle sahibi olacak düzeye gelmektir. Öyle bir zenginleşme söz konusudur ki, köleler bile köle sahibi olmuştur. Burada iki şey dikkat çekmektedir. Birincisi bu toplum da kölelik zaten vardır; normaldir. İkinci noktaysa köleliliğin bir dönem epey artmış olduğudur. Demek ki Orhun Yazıtları’nın dünyası sadece budunların ve illerin dünyası değil, aynı zamanda köleliğin dünyasıdır.

Yanlış yapmanın, hatalı davranmanın sonu da köle olmaktır. Kölelikle ilgili olan bu parçayı devam ettirdiğimizde:

“(D 22) (Ey) Türk, Oğuz beyleri (ve) halkı işitin! Üstte(ki) gök çökmedikçe, altta(ki) yer (de) delinmedikçe, (ey) Türk halkı, (senin) devletini (ve) yasalarını kim yıkıp bozabilirdi? (Ey) Türk halkı, (kötü huyundan) vazgeç.”

“(D 23) (ve) nâdim ol! İtaatsizliğin yüzünden, (seni) besleyip doyurmuş olan akıllı hakanın ile bağımsız (ve) müreffeh devletine (karşı) kendin hata ettin (ve) nifak soktun. Silahlı (düşman) nereden gelip (seni) bozguna uğrattı (ve) dağıttı? Mızraklı (düşman) nereden gelip de (seni yerinden yurdundan) sürüp kaçırttı? Kutsal Ötüken dağları halkı, (yerini yurdunu bırakıp) gittin. Doğuya gidenler(iniz)”

“(D 24) gittiniz, batıya gidenler(iniz) gittiniz. Gittiğiniz yerlerde kazancınız şu oldu, hiç şüphesiz: Kanlarını ırmaklar gibi aktı, kemikleriniz dağlar gibi yığıldı; bey olacak erkek evladını köle oldu, hanım olacak kız evladını cariye oldu. Bilgisizliğiniz yüzünden, kötü (davranışlarınız) yüzünden, amcam vefat etti.”

Burada görüldüğü gibi en büyük felaket köle olmaktır. Bilge kağanın köle sahibi olmakla köle olmak arasında gidip gelişi düşündürücüdür. “Göçebe olup özgürce sürülerini otlatacak, bunların sayılarını arttırarak zengin olacaksın” demiyor. Bunun karşıtı sürülerini kaybedeceksin de değil. Belki köle olmaktan böyle bir sonuç çıkartmamız beklenmektedir ama sürekli kölecilik teriminin kullanılmış olması en azından bu pratiğin epey baskın olduğu bir dünyanın söz konusu olduğunu göstermektedir.

Orhun Yazıtlarında kölelikle ilgili satırlar sadece bu yukarıdakilerden ibaret değildir. Çeşitli örnekler vardır. Orhun Yazıtlarının dışına çıkarak başka kaynaklara baktığımızda gerçekten de bu dünyada köleliğin önemli bir yeri olduğunu görürüz. Örneğin Liu Mau-tsai’den alıntılayan Golden 698’de yer alan bir akında Türklerin 80,000 ile 90,000 arasında Çinli esirle geri döndüklerini belirtmektedir.[4] Türk toplumu pastoral göçebelerden oluştuğu için kölelere neden ihtiyaç duyulduğu sorusunu sorabiliriz. Kliashtornyi köleliğin ev içinde, yurt içinde kullanıldığını ve bu yüzden de asıl hedefin kadınlar ve çocuklar olduğunu belirtmektedir. Diğer yandan tarımla daha fazla uğraşan Yenisey bölgesindeki Kırgızların kölelere daha çok ihtiyacı vardır. Hsiung-nu’ların köle toplumu olarak kabul edilip edilemeyeceği üzerine bir tartışma vardır ve bu konuyla ilgili nispeten yeni bir çalışma 1.5 ile 2 milyon arasındaki Hsiung-nu toplumunda 180,000 ile 190,000 arasında köle bulunduğunu ileri sürmüştür. Orhun Yazıtları döneminde bu bölgede var olmuş bir başka Türk devletinin, Hazar Kağanlığının (650–965) köle ticaretiyle yoğun bir şekilde uğraştığını biliyoruz. Çok daha düşündürücü bir nokta, kölelikle ilgili terminolojide Çin, İran ve Arap dillerinden alınmış sözcüklerin bulunmamasıdır. Diğer yandan imparatorluk unvanlarının, yani “devlet” terimlerinin büyük kısmının kökeni Türkçe değildir; İran, Tokhar, Hint ve Çin dillerinden alınmış sözcükler çoktur.[5] Buradan çıkacak sonuç kölelik uygulamasının imparatorluk, yani devlet geleneğinden daha yerel olmasıdır. Orhun Yazıtlarının günümüzde var olan “devletler kuran halk veya millet” söyleminde önemli bir yeri olduğunu dikkate alacak olursak, bu farklılık düşündürücüdür. Çünkü aynı Türk “devleti” önemli bir köle devleti ve toplumudur, eğer budunların bir toplum oluşturduklarını kabul edecek olursak.


Orhun Yazıtlarında farklı sesleri ve farklı grupları, özellikle de altta kalmış grupları tespit etmemiz mümkündür. Resmi tarihin veya milliyetçi tarihçiliğin türettiği yorum, yazının başında da belirtildiği gibi, kesinlikle eleştirel bir bakış açısı değildir. Burada temel amaç Orhun Yazıtları’nı bir ulusal simgeye dönüştürmektir. İçeriği pek önemli değildir. Oysa içeriğine baktığımızda burada hem Bilge Kağan’ın öyküsünü hem de bu öykünün altında başka öyküleri görebiliriz. En alttaki kölelere sonunda ne olduğunu tespit etmemiz mümkün olmamasına rağmen, Dokuz Oğuzlara ne olduğunu başka yazıtlardan yararlanarak çözebiliriz. Dokuz Oğuz budunu sonunda Türk budunuyla hesaplaşmanın bir yolunu bulmuştur. Bunu bu konuyla ilgili onların bıraktığı bir yazıttan öğreniyoruz. Bu Sine-Usu yazıtıdır ve nedense bu yazıt Orhun Yazıtları kadar popüler değildir. Milliyetçi kanadı temsil eden tarihçilerin büyük kısmı Türklerin Dokuz Oğuzlar tarafından yok edildikleri konusuna girmezler. Daha çok söz konusu olan, Uygurların (yani Dokuz Oğuzlar) iç karışıklıklar sonunda yönetimi ele geçirmesidir. Oysa burada bir Türk-Dokuz Oğuz çatışması görmek, çok daha farklı bir sorunla uğraşılmasını getirecektir. Belki de sorun Türk kağanlığında, onun saldırganlığında veya diğerleriyle uzlaşamamasındaydı. Bu aslında kağanlık olan ama günümüzde devlet olarak adlandırılan yapının sorgulanmasını getirebilir. Diğer yandan, budunlar yerinde sadece millet gören zihniyetin de içinden çıkamayacağı bir durum belirebilir. Neticede Türkleri ortadan kaldıranlar tüm iddialara rağmen Çinliler değil, Dokuz Oğuzlar olmuştur.


Sine-Usu Yazıtı (Kuzey Yüzü) [Orkun, Eski Türk Yazıtları, 165-66]

(…)
(5) Yine düştü, Dokuz Oğuz kavminin hepsini topladım. Babam Kül Bilge Han…
(6) Ordu yürüdü. Kendimi öne binbaşı gönderdi. Keyrede önden (şarktan)…da koyunlu.
(7)İtaata alup yine yürüdüm. Keyre başında Üç Birküde han ordusu ile katıldım. Orada…
(8) Yetiştim. Kara Kum(u) aşmış, Köğürde, Kömür dağında, Yar ırmağında üç tuğlu Türk kavmi…
(9) Tuttum; hatununu orada aldım. Türk kavmi orada bütün (?) yok oldu. Andan sonra tavuk yılında [=745] …kavm…duyup
(…)

Orijinal Diliyle aynı metin:

(…)
(5) y(a)na [tüşd?]i tok(u)z og(u)z bud(u)n(ı)m(ı)n tirü kobr(a)tı (a)lt(ı)m k(a)n(ı)m kül [b(i)l]ğ[e k(a)g(a)n?]
(6) sü yorıdı öz(ü)m(i)n önre bına b(a)şı ıtı k(e)yr(e)de önd(i)n y(a)nd(a)ç …da koyl(ı)g tok.
(7) iç(i)ğ(i)r(i)p y(a)na yorıd(ı)m k(e)yre bşında üç birküde kan süsi [b(i)rle?] k(a)t(ı)lt(ı)m (a)nda
(8) irt(i)m k(a)ra kum (a)şm(ı)ş kü(?)ğ(e)rde köm(ü)r t(a)gda y(a)r üg(ü)zde üç tugl(ı)g Türk bud(u)n
(9) ozm(ı)ş tig(i)n k(a)n bolm(ı)ş koy yılka yorıd(ı)m (e)kinti sün(ü)ş [(e)n(i)]ki (a)y (a)lt(ı) y(a)nıka t[okıd(ı)m]
(…)




[1] Tekin, 36,37. “kagan: olurup yok: çıgan bodunug: kop kubratdım: çıgan: bodunug: bay kıltım: az bodunug: üküş: kıltım: azu bu sabımda: igid bargu: türük: begler: bodun: bunı eşiding: Türük [bodun ti]rip: il tutsıkıngın: bunta: urtum: yangılıp: ölsikingin: yeme: bunta: urtum: neng neng: sabım: erser: benggü: taşka: urtum: Angar körü biling: Türük: matı: bodun: begler: bödke: körügme: beglergü: yangıltaçı siz:”
[2] Golden, The Migrations of the Oğuz
[3] Bastuğ, S. “Tribe, Confederation and State among Altaic Nomads of the Asian Steppes”, K.A. Ertürk (der.) Rethinking Centarl Asia.
[4] Golden, P. The Terminology of Slavery and Servitude in Medieval Turkic, 30.
[5] Golden, P. Nomads and Sedentary Societies in Medieval Eurasia

Yorumlar

Yorum Gönder