Türkmenler ve Anadolu'ya Göç Tartışması I

"Herhalde bu Orta Asya'dan gelenlerin büyük çoğunluğu Türkmen kategorisine
girenlerdendi, öyle değil mi? Gaziler zaten daha çok öncü güç olarak geldikleri
ve sınır bölgelerinde biriktikleri için Anadolu'da bayağı kısıtlı bir varlıkları
olmalı. Selçuklu aristokrasisi, bürokrasisi ve peşlerinden gelen daha çok İranlı
ağırlıklı şehirli zümre de keza oldukça kısıtlı sayıda olmalı. Geriye bir tek
Türkmenler kalıyor. Onlar da çoğunlukla taşra bölgelere yerleşmiş olmalı.
Dolayısıyla şehirler ve kasabalar Müslüman göçlerinden demografik olarak çok az
etkilenmiş olabilir. Bu durumda Selçuklu'nun (ve diğer erken dönem Türk
yönetimlerinin) kentli yerlileri ezecek bir durumda olduğunu söyleyemeyiz
zannedersem.

Köylerdeki durumsa daha karışık, zira Türkmenler
full-time göçebe olduğundan tarıma ve köylülüğe de yabancıydılar. Selçuklu
yönetimi, bu sorunun üstesinden 1- yerli köylü halktan yararlanarak, 2-
Türkmenleri yerleşik düzene ve tarıma geçirerek, 3- Orta Doğu ve Orta Asya'nın
yerleşik köylü halklarından (örn, yerleşik Araplar, İranlılar, Tacikler) takviye
yaparak gelmiş olabilir. Sizce hangi yola daha çok başvurmuş olabilirler?
Birinci seçenekse eğer, en azından ilk dönemler (tıpkı Arap yönetiminin ilk
dönemlerindeki gibi) yerli köylülere oldukça müsamahalı bir tutum sergilenmiş
olması gerektiğini düşünüyorum, katılır mısınız? Daha sonra Türkmenler arttıkça
yerlilerin üzerindeki dini ve ekonomik baskı da artmış olabilir. Bence toplu din
değiştirmeler işte esas bu aşamada başlamış olmalı. Bu aşamdan önceyse, toplu
din değiştirmeden ziyade, küçük çaplı din değiştirmeler ve işgalci erkeklerin
yerli kadınlarla evlenmesi fenomeni söz konusu olmuş olmalı.

Peki
Türkmenlerin artması yerli nüfus üzerindeki dini ve ekonomik baskıyı niye
arttırmış olabilir? Bence bunun nedeni Anadolu Türk yönetimlerinin bu sayede
daha büyük askeri güce ulaşmış olmasının verdiği rahatlık, ve de Türkmenlerin
güvenli bir ortam taleplerini karşılmak için yerli halkı müslümanlaştırarak
olası bir halk isyanını (muhtemelen Bizans'ın da desteğini alacak) önlemek ve bu
sayede Türkmenlerin - ve tabii ki kendilerinin de - Anadolu'dan püskürtülmesine
mani olmak. Sonuçta güvenlik herşeyden önce gelir. Ayrıca bir azınlık ne kadar
güce sahip olursa olsun çoğunluğu kendi tarafına çekmedikçe kalıcı olamaz."
(Onur)


Çoğu kez bir noktayı gözden kaçırıyoruz: Herkes belli bir tarih modelini temel alarak tartışıyor. Aksi mümkün değil gibi; bir şeyleri varsayarak başlamamız gerekiyor. Orta Asya, Türkmen, Anadolu bunların hepsi varsayım, daha doğrusu kurgu. Örneğin Anadolu veya Anadolu halkı kavramı, ya da doğuyla batıyı birleştiren bir köprü olarak Anadolu. Tam olarak hangi tarihten itibaren Anadolu oluşuyor? Anadolu tarihini hangi noktadan başlatmamız gerekiyor. Kadıköy bir Anadolu kasabası mı? Bu uç örnek oldu, başka bir örnek deneyeyim. İzmir Anadolu kenti değil mi?

Ya da Türkmenler terimi. Böyle bir terimin kullanıldığını biliyoruz. Anadolu terimi de kullanılmış. Ama tam olarak ne kastedilmiş Türkmen terimiyle, bu konu çok net değil. Ama buna rağmen bu terimi sanki hiçbir sorun yokmuş gibi rahatlıkla kullanabiliyoruz.

Türkmenler, Oğuzlar veya Türkçe konuşanlar Orta Asya’dan mı geldiler? Öyle olduğunu düşünüyoruz ama genelde Horasan’dan geldiklerini söylemiş bu gelenler. Horasan da Orta Asya’da değil. Belki biraz zorlayarak Orta Asya’nın güneyi diyebiliriz. Ama tarihsel Horasan’ın Amu Derya’ya kadar gittiğini düşünebiliriz. Anadolu’ya da gelmemişler; Diyar-ı Rum’a.

Gaziler mi önce geldi Türkmenler mi? O günün tarihçileri arasında kalabalık göçebe gruplarından bahsedenler var. Acaba bir gazi grubundan ne anlamamız gerekiyor. On bin kişi mi, yoksa birkaç yüz kişi mi? Ama ne olursa olsun, herhalde göçebeler çok daha kalabalıktı.

Zamanlamanın bir önemi olmuş olabilir mi? Yani gazilerle göçebeler arasında zamansal bir aralık söz konusu mu, yoksa aynı anda mı gelmişler? Göçebeler saf Türk veya Oğuz grupları mı, yoksa Kürt ve İranlılarla karışmışlar mı? Bu arada Diyar’ı Rum’dan göçebeliğe geçenler olmuş mu? Bence Türkmenleri, yani göçebeleri yerleşik düzene zorlama yok ama onları kontrol altında tutmaya çalışmışlar.

Yeni gelenler arasında Türkçe konuşanların ağırlıkta olduğu görülüyor. Yani bir göç var ama bu sanki büyük bir göç sürecinin ikinci evresi gibi. İlk önce Orta Asya’dan Horasan’a inilmiş ve ardından da Anadolu’ya gelinmiş. Ama bu yeni gelenlerin anılarında Orta Asya yok, Horasan var. Bu önemli bir ayrıntı. Bir adım geriye biz gidiyoruz, onlar değil. Bu kişilerin bilmedikleri veriler sayesinde bu kişilerin Orta Asya’dan göç ettiklerini düşünebiliriz. Ama bu kişiler Horasan’dan göç ettiklerini düşünmüşler, Anadolu’ya geldiklerinde kendilerini Horasan’dan gelenler olarak adlandırmışlar.

Anadolu’da uzun bir süre göçebelerle yerleşikler arasında bir çatışmanın sürdüğünü söyleyebiliriz. Her yerleşik devlet eninde sonunda yerleşik halkını gözetmek zorunda kalmış ki, Ortaçağ İslam dünyasının hâkim siyasi görüşü bir devletin sağlığını ya da ömrünü doğrudan köylülere, reayaya bağlıyor. Ama ordu da önemli ve bu burada göçebeler de bir parça denkleme dahil oluyor. Bence daha baştan köylülerle iyi ilişki kurma politikası var; göçebelerden ziyade yerleşikler tercih ediliyor. Selçuklu Danişmend çatışmasına da bunun yansıması olduğu düşünülebilir.

Göçebelerin varlığı yerleşikler üzerinde din değiştirme baskısı yaratmış olabilir, eğer Türkmenler Müslümanlığı yaymak adına yerleşikleri sürekli rahatsız etmişlerse ya da aralarındaki durumu dengelemek için yerleşikler din değiştirmeye karar vermişse. Tabii bir de gerçekten İslam’ı daha doğru bir seçenek olarak görmüş olabilirler. İlk başta yavaş olan süreç belli bir noktadan sonra tamamen matematiksel nedenlerle epey hızlanmış olabilir. Yine de burada dikkatli olmak gerekiyor. Hıristiyanlığın Anadolu’daki varlığının yirminci yüzyıla kadar devam ettiğini, üstelik hiç de küçümsenmeyecek bir büyüklükte sürdüğünü düşünecek olursak, din değiştirmeler çok daha yavaş ilerlemiş olabilir. Birçok yerde Türkmenler büyük bir baskıda bulunmamış da olabilir. Sanırım varsayımlarımızda aceleci olmamamız gerekiyor.
Yavuz dönemine kadar Anadolu’ya rağmen Osmanlı’da Hıristiyanların çoğunlukta olduğu veya her iki grubun birbirine çok yakın olduğu iddia ediliyor. Neredeyse beş yüz yıl sonrasından bahsediyoruz. Eğer bu doğruysa, o zaman din değiştirme hızlı mıydı, yoksa yavaş mıydı? Eğer Hıristiyan nüfusunun büyük kısmı Balkanlardaydıysa, o zaman Anadolu’da Müslümanların çoğunlukta olduklarını düşünebiliriz.

Bu arada meseleyi bugünün azınlık çoğunluk anlayışından çıkarmak gerekiyor. Müslüman azınlığın kendisini güvende hissetmesi için barış koşullarını yaratmış olması yeterli olmuş olabilir. Kültürel veya dinsel türdeşliğe bizim kadar önem vermemiş olabilirler. Bir Hıristiyan herhalde Hıristiyan bir devletin uyruğu olarak yaşamayı tercih ediyordu ama bunu abartmamak gerekiyor. Adil yönetim koşulları altında Müslümanları da aynı şekilde tercih etmiş olabilirler. Özellikle köylerde bu çok daha önemsiz bir sorun olmuş olabilir. Bu daha çok modern çağa ait bir sorun.

Yorumlar

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  7. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  8. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  9. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  10. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  11. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  12. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  13. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  14. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  15. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  16. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  17. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  18. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  19. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  20. Evet, muhtemelen tarihi Horasan Amu Derya'ya kadar uzanıyordu, dolayısıyla bugünkü Türkmenistan topraklarının neredeyse tamamını içeriyordu. Ama öyle olmasa bile, kuzey Türkmenlerinin Maveraünnehir ya da başka bir yer yerine bulundukları bölgenin Horasan olduğu kesin olan güney Türkmenlerinin memleketiyle kendilerini özdeşleştirmeleri doğal. Zaten bugün Türkmenistan nüfusunun çoğu ülkenin güneyinde yaşıyor, geçmişte de bunun böyle olduğunu düşünmemek için pek bir neden yok (örneğin birçok tarihi şehir güneyde). Ama tabii, Oğuzlar bugünün Türkmenistan'ına da sonradan, kuzeydeki bugünkü Kazakistan topraklarından geldiler. Ama muhtemelen yerli halkla karıştıkça kendilerini Horasan'la özdeşleştirmeye başladılar. Çok fazla spekülasyona daldım, onun için burada kesiyorum. Bu arada bu Horasan da ne menem bir yermiş, herkes oradan geliyor! Bir ders notunda Anadolu Selçukluları'ndaki İranilerin de oradan geldiğini yazmışsın da.

    Şimdi gelelim esas meseleye. 19. yüzyıldaki ve 20. yüzyılın başındaki nüfus sayımlarına bakınca Anadolu'da şunu görüyorum: Gayrimüslimler her yerde varlar, ama çoğu yerde Müslümanlarla karşılaştırınca oldukça azlar. Görece fazla nüfusa sahip oldukları bölgeler de oldukça kısıtlı. Zaten o bölgeleri denklemden çıkardığımızda geriye fazla bir nüfus kalmıyor. Aradaki fark zannedersem farklı coğrafi koşullardan (örneğin, Ermenilerin görece yoğun oldukları bölgeler oldukça dağlık) ve farklı siyasi geçmişlerden kaynaklanıyor (Osmanlı idaresine girmeden önce farklı bölgeler farklı farklı idareler tarafından yönetilmiş, ve hatta Osmanlı idaresine girdikten sonra bile birçok yerde yerel yönetimler uzun bir süre büyük oranda otonomilerini muhafaza edebilmişler, yani bir nevi himaye edilmişler). Rubrucklu William'ın geçtiği 13. yüzyıl Anadolu'suyla 19. yüzyıl Anadolu'su arasında çok bariz bir fark olduğu açık. Arada çok büyük bir DEĞİŞİM olmuş. Bence bu DEĞİŞİMİN anlaşılabilmesi için çok disiplinli ve çok uluslu ekiplerce çok yoğun bir şekilde araştırılması şart.

    YanıtlaSil
  21. Anladığım kadarıyla, Selçuklular ve onlarla birlikte gelen İrani elit zümre, genel olarak yerli halkı müslümanlaştırmak için uğraşmamış, bunun yerine onlardan barışçıl yöntemlerle (bu arada onlardan cizye alıyorlardı herhalde, değil mi?) yararlanmayı tercih etmiş. Ama yine anladığım kadarıyla, Türkmen ve gaziler ve onların Selçuklu'dan bağımsız olarak kurdukları Danişmendliler, Saltuklular gibi erken dönem beyliklerle, daha sonra beylikler döneminde öne çıkan Karamanoğulları, Osmanlılar, Karesioğulları gibi geç dönem beylikler, yerli halka karşı genel olarak agresif, baskıcı bir tutum izlemişler ve müslümanlaşmalar ve hatta katliamlar (katliamdan ille de büyük çaplı birşey anlamamak gerekiyor) daha çok bunların etkisiyle olmuş. Hatta Selçuklu egemenliği altında görece az da olsa görülen din değiştirmeler ve katliamlar da çoğunlukla Selçuklu sayesinde değil, Selçuklu'ya rağmen bu başınabuyruk unsurlar eliyle olmuş. Doğru anlamış mıyım? Yoksa durum bundan çok daha mı karışık?

    YanıtlaSil
  22. Bu arada meseleyi bugünün azınlık çoğunluk anlayışından çıkarmak gerekiyor. Müslüman azınlığın kendisini güvende hissetmesi için barış koşullarını yaratmış olması yeterli olmuş olabilir. Kültürel veya dinsel türdeşliğe bizim kadar önem vermemiş olabilirler. Bir Hıristiyan herhalde Hıristiyan bir devletin uyruğu olarak yaşamayı tercih ediyordu ama bunu abartmamak gerekiyor. Adil yönetim koşulları altında Müslümanları da aynı şekilde tercih etmiş olabilirler. Özellikle köylerde bu çok daha önemsiz bir sorun olmuş olabilir. Bu daha çok modern çağa ait bir sorun.

    İyi de, Selçuklular Anadolu'daki Dar-ül İslam'da tek değildi ki. Danişmendliler, Saltuklular gibi daha agresif yönetimler de vardı. Ayrıca kendi topraklarında bile Türkmenlere ve gazilere pek söz geçiremiyor, kimi zaman tavizler vermek zorunda kalıyor ve hatta bazen de alenen onlarla suç ortaklığı yapıyorlardı.

    YanıtlaSil
  23. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  24. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  25. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  26. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  27. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  28. Bence Türkmenleri, yani göçebeleri yerleşik düzene zorlama yok ama onları kontrol altında tutmaya çalışmışlar.

    Ama onları iktaya (tımar) bağlamak da yerleşik düzene geçirmek olmuyor mu? Sonuçta ikta birlikleri Türkmendi. İktalarda muhtemelen yerli halkla beraber çiftçilik de yapıyorlardı.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder