Tarih Nedir ve Ne Tür Tarihçilik - III

Nasıl Bir Geçmiş


Aktarma sürecinin ne anlama geldiğine ve bunun ne gibi sonuçları olabileceğine değindikten sonra şimdi de böyle bir sürecin ne tür bir geçmiş ortaya çıkardığını anlamaya çalışalım. Aktarma süreci mükemmel olduğunda bu konuyu tartışmak gereksizdir. Çünkü geçmiş tüm ayrıntılarıyla aktarılmış olacaktır ama böyle bir mükemmellik hiçbir zaman yakalanabilir mi? Tek başına insan beyninin nasıl çalıştığını bilmek bile böyle bir mükemmelliğin hiçbir zaman olamayacağını göstermektedir. Dolayısıyla mükemmel işleyiş senaryosundan daha baştan vazgeçmemiz gerekmektedir. Geçmiş denen bir şey gerçekten var mıdır sorusuna birazdan gireceğiz. Şu anda bu sorunun yanıtının evet olduğunu varsayalım ve bunun nasıl bir geçmiş olduğunu anlamaya çalışalım. Herkesin kendi yaşamından bildiği gibi, insan her şeyi anımsayamaz. İnsan beyninin her şeyi anımsaması mümkün olmadığı gibi, çalışma şeklinden de biliyoruz ki, her veri kısa bellekten uzun belleğe geçmiyor ve bu geçişi yapmayarak kısa bellekte kalan bilgiler çok kısa bir süre içinde yok oluyor. Yazının kullanıldığı durumlarda bile söylenen şey anında kâğıda aktarılmıyorsa, yine bazı ayrıntılar unutulabilir. Neticede sadece insan beyninin yapısı ve işleyişiyle sınırlı kaldığımızda bile, aktarılan geçmişin hiçbir zaman “yaşanmış her şey”i kapsamadığını kabul etmemiz gerekmektedir. Bu yüzden yaşanmış her şeyi temsil eden geçmişi, anımsananların oluşturduğu geçmişten ayırmak gerekmektedir. Elbette herkes farklı bir geçmiş anımsayabilir. Aynı olaylar farklı gruplar tarafından değişik şekilde anımsanabileceği gibi, gruplar birbirlerininkinden tamamen farklı geçmişler de anımsayabilir. Sonuç olarak hiç kimse veya hiçbir grup her şeyi anımsamaz. Bu noktada şöyle bir argüman geliştirilebilir. Eğer herkes farklı şeyler anımsıyorsa, yeterince insanın olduğu durumlarda her şeyin anımsanması sağlanamaz mı? İlk bakışta mümkün gibi gözükse de, burada sorun insanların büyük kısmının günlük yaşamla ilgili birçok olayı aynı oranda değersiz bulmasıdır. Diğer yandan “zaten bütün ayrıntılar da gerekmiyor” denebilir ama bunu dediğimiz andan itibaren geçmiş olarak kabul ettiğimiz şeyin kategorik olarak farklı bir şey olduğunu da kabul ediyoruz demektir. Sorun da zaten budur: Ne tür bir geçmişten bahsediyoruz? Bu argümanların hangisini seçersek seçelim, karşımıza çıkan sonuç bir anımsanan geçmişten bahsetmemiz gerektiğidir. Yaşanmış her şeyi temsil eden bir geçmişin varlığını kabul etsek bile, somut bir şekilde ilişkiye geçtiğimiz geçmiş anımsadıklarımızı içeren geçmiştir. Diğeri var olduğunu farz ettiğimiz ama hiçbir zaman gösteremeyeceğimiz bir şeydir. Dolayısıyla “anımsanan geçmiş”i tarihin başlangıç noktası olarak kabul etmemiz gerekmektedir.

Anımsanan Geçmiş

Etkileşime geçtiğimiz, kendisinden çeşitli tarihler ürettiğimiz, kimliklerimizi, değerlerimizi, toplum içindeki yerimizi oluştururken kendisinden yararlandığımız, eylemlerimizi gerekçelendirmede başvurduğumuz geçmiş anımsanan geçmiştir. Diğer geçmişse (yaşanmış geçmiş), anımsayamadıklarımızı her şeye rağmen yine de var saydığımız ya da anımsayamadığımız birçok şey için bir kategori olarak var olan bir geçmiştir, bir kara deliktir. Bu geçmiş hiçbir şekilde etkileşim alanımız içinde değildir. Ondan yararlanamayız. Bu geçmişin elemanları, hiçbir zaman kaydedilmemiş ve bu yüzden de hiçbir zaman tespit edilemeyecek olaylardır. Bu ikisinin arasındaki büyüklük farkını görebilmek için iki (dedelerimiz, ninelerimiz) ve/veya üç (büyük dedelerimiz, ninelerimiz) nesil önceki akrabalarımızın yaşamları hakkında ne kadar ayrıntı anımsadığımızı düşünmemiz yeterli olacaktır. Genelde çok az şey anımsarız. Birçok kişiye bu normal gelebilir. Ne de olsa artık bu tür akrabalarla birlikte yaşanmamaktadır ama mesele de zaten nispeten uzak kişiler ve olayların ne kadar anımsandığıdır, geride ne kadar bilgi bıraktıklarıdır. Yazının kullanıldığı durumlarda bu miktar artacaktır ama maalesef her ayrıntı yazıya aktarılmamaktadır. Bürokrasinin dışına çıktığımızda yazı insan yaşamında hâlâ çok az kullanılan bir kaydetme yöntemidir ya da daha doğru bir tabirle, insanların günlük yaşamlarını kâğıda dökme alışkanlıkları hâlâ çok sınırlıdır. Dolayısıyla anımsanan geçmiş yaşanmış geçmişin her açıdan çok ufak bir parçasını oluşturmaktadır. Hatta bu anımsanan geçmişin büyük kısmının insanları daha büyük gruplar halinde bir araya getirmek için ortaya çıkarılan örgütlenmelerle ilgili olduğunu bile söyleyebiliriz. Bireysel yaşamlarımız boyunca kendisiyle faaliyette bulunduğumuz öz geçmişlerimiz elbette vardır ama hem bunlar genelde daha sonraki nesillere aktarılmamakta hem de yaşı ilerledikçe bireyin kendisi bile bu geçmişin büyük kısmını anımsamamaktadır.

Yorumlar