Roma İmparatorluğu'nun Hıristiyanlaşması IV

Kilise Konsilleri

Hıristiyanlığın ilk evrelerinde Hıristiyanlık öğretisi ve hiyerarşisiyle ilgili önemli tartışmalar ve kutuplaşmalar da gerçekleşmiştir. Bu tartışma ve kutuplaşmaları çözmek için din adamları arasında çeşitli toplantılar yapılmıştır. Bu toplantılar konsiller (konseyler) olarak adlandırılmıştır. Konsiller her dönemde görülmüştür ama Hıristiyanlık öğretisinin temel ilkeleriyle ilgili olan en önemlileri ilk dönemlerde gerçekleştirilmiştir. Bu ilk konsiller çoğu kez hararetli tartışmalara ve hatta karşılıklı şiddete sahne olmuştur. Genelde imparatorların Hıristiyanlığı tek parça halinde birleştirme çabalarından kaynaklanan bu konsiller neredeyse her zaman tam tersi sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Dördüncü yüzyılın ana teolojik meselesi, adını İskenderiyeli bir rahip olan Arius’tan alan Arian anlaşmazlığı olmuştur. Anlaşmazlık Hıristiyanlığın Teslis (Üçlü Birlik: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) öğretisiyle ilgiliydi. Arius’a göre, Mesih (oğul) Baba kadar tam Tanrı değildi. Mesih’in tanrılığı Baba tarafından zamanla gerçekleştirilmişti. İskenderiye Patrikliğinin bu görüşe karşı çıkmasıyla büyük bir anlaşmazlık belirecek ve sonunda ilk ekümenik konsil olan İznik Konsili 325’te toplanacaktı. Her ne kadar bu konsil ünlü İznik İtikadına yol açan Baba ile Oğul’u eş derecede tanrılar ilan eden formülü geliştirmişse de, Ariancılık uzun süre ortadan kalkmayacak, neredeyse Avrupa’nın Romalılar tarafından barbar kabul edilen tüm kavimleri bu görüşü benimseyecektir.

Beşinci yüzyılın ana teolojik meselesi muhtemelen Mesih’in nasıl bir doğası olduğudur? Yani eğer Mesih bütünüyle Tanrısaldıysa (İznik Konsili böyle olduğunu ilan etmişti), o zaman nasıl tamamen insan olup çarmıhta kendisini insanlığın kurtuluşu için feda edebilmişti? İznik Konsili’nin verdiği karar, bazı insanlara göre insan faktörünün önemsenmediği türden bir tektanrıcılığı öne çıkarmıştı. Bu da, dolayısıyla, insanın Tanrı’yla ilişkisinin nasıl olması gerektiği üzerine tartışmaları yeniden harekete geçirmişti. Mesih’in doğası üzerine olan anlaşmazlık oldukça karmaşıktır ve bugünün insanın tamamen yabancısı olduğu kavram ve terimlerden hareket etmiştir ama sonuçları imparatorluk açısından çok önemli olmuştur. Temelde, Mesih’in doğası tanrısal mıydı, yoksa insani miydi ayrımına dayanan tartışma sonunda imparatorluğun farklı mezhepler biçiminde bölünmesini getirmiştir. Bu anlaşmazlığın getirdiği ilk büyük ayrım Kalkedoncular (Kadıköycüler) ve Nestoryanlar (Nasturiler) şeklinde gerçekleşmiştir. 431’de bu sefer Efes’te toplanan Kilise, bir önceki İstanbul patriği Nestor’un formüle ettiği Mesih’in doğasının hem ilahi hem de insani olduğu yönündeki görüşü şiddetle reddetmiş ve ardından Nestor ile yandaşlarını Kilise’den aforoz etmiştir. Bu sonucu kabul etmek istemeyen Nestor ve yandaşları da Nasturiler adında kendi inanç türlerini, yani mezheplerini oluşturmuştur. Fakat Mesih’in doğası tartışması burada sona ermemiş ve çok daha büyük bir anlaşmazlığa yol açmıştır. Nestor sorununun tekrar canlanacağından korkan Eutyches adlı bir keşiş, Efes Konsili’nin verdiği kararla yetinmeyerek Mesih’in ilahiliğini daha da ileri götürmüştür. Efes Konsili daha çok Mesih’in insani yanının öne çıkarılmasına karşıydı; yoksa ikili doğasının teke indirgenmesini savunmuyordu. Eutyches ve yandaşlarıysa Mesih’in doğasının tek ve ilahi olduğunu savunuyorlardı. İmparatorluğun geleceğini tehlikeye sokmuş olan bu ikinci anlaşmazlıktır. Her ne kadar tek doğacıların (monofizitler) ayarlamış olduğu II. Efes Konsili (449) tek doğacılığın zaferini ilan etmişse de, Kilise tarafından “Hırsız Konsil” olarak adlandırılmış bu konsilin yerine toplanan Kadıköy Konsili (451) Mesih’in doğasının hem ilahi hem de insani olduğunu yeni bir itikat şeklinde ilan etmiştir. Fakat her zamanki gibi bu sorun da çözülmemiş ve tek doğacılar zamanla kendi kiliselerini (Süryaniler, Ermeniler, Koptlar/Kıptiler) oluşturmuştur. Roma (Katolikler) ve İstanbul (Rum Ortodokslar) kiliseleriyse çift doğacı olarak kalmışlardır.

Dini ayrılıkların bugünkünden çok daha önemli olduğu bir dünyada Roma İmparatorluğu’nun bu şekilde iki önemli mezhebe bölünmesinin sonuçları çok ciddi olmuştur. Roma İmparatorluğu her zaman bu iki mezhep arasındaki kavgalara maruz kalmıştır ve bunlar da imparatorluğun bazı büyük tehlikeler karşısında birleşememesini getirmiştir. Burada çıkarılacak sonuç elbette Hıristiyan Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) Müslümanlara karşısında bu yüzden yenilgiye uğradığı olmamalıdır. Araştırmalar tek doğacıların çift doğacılara karşı Müslümanlarla birleştiklerini destekleyecek açık işaretler sunmamıştır ama Hıristiyan Roma’nın savunmasının bu dini ayrılıktan ötürü önemli derecede zayıfladığını düşünebiliriz. Tek doğacı kiliseler tam anlamıyla karşı dinle birlikte hareket etmemişlerse de, çoğu zaman kendilerini düşünmek zorunda kalmışlardır. Çünkü neticede çift doğacı bir Roma İmparatorluğu’nda yaşama seçeneği de Müslüman dünyada yaşamaktan çok farklı değildi. Üstelik çoğu zaman, Müslümanlarla birlikte yaşamak, en azından İslam’ın ilk evresinde, bu gruplar tarafından tercih ediliyordu; çünkü inançlarını değiştirmeleri istenmiyordu.

Yorumlar