Roma İmparatorluğu'nun Hıristiyanlaşması III

Hıristiyan Roma

Roma’nın Hıristiyanlığı kabulü, Konstantin’in 312’de Maxentius’a karşı Milvian Köprüsü zaferiyle gelmiştir. Bu zaferi Hıristiyanların tanrısının yardımıyla kazandığına inanan Konstantin, bu zaferin hemen ardından 313’te ilan ettiği Milano Fermanı’yla Hıristiyan karşıtı politikalara son vermiştir ve böylece Hıristiyanlık diğer inançlarla eş statüye yükselmiştir. Bu hamlenin Hıristiyanlığın devlet dini yaptığı düşünülmemelidir. Hıristiyanlık diğer dinler gibi yasal ve korunan dinler kategorisine dahil edilmiştir. Üstelik Konstantin Hıristiyanlığın tarafında yer almış ve bu inancı kısmen benimsemiştir. Fakat diğer yandan, aynı Konstantin çok tanrılı devlet dininin başrahibi olarak pontifex maximus statüsünü ve makamını korumuş, bastırdığı paraların üzerinde pagan simgeleri en azından 323 yılına kadar belirmeye devam etmiştir ki, kendisi de Hıristiyan olmanın en önemli gereği olan vaftiz uygulamasını ölümünden birkaç dakika öncesine kadar yerine getirmemiştir. Her şeye rağmen Hıristiyanlık zamanla bir imparatorluk dinine dönüşmüştür. Bunu I.Theodosius (379–395) gerçekleştirmiştir.

“Theodisius’un fermanı” olarak adlandırılmış gelişme aslında hiçbir zaman tek bir ferman biçiminde var olmamıştır. Bu süreç düşünüldüğünden çok daha karmaşık bir şekilde gerçekleşmiş olup yerel koşullar muhtemelen çok daha önemli bir rol oynamıştır. 383 ve 385 yasaları kamusal kurbanı yasaklamıştır ama bir inanç sistemi olarak paganizme dokunmamıştır. Dolayısıyla, hiçbir zaman tüm tapınakların kapatılmasını buyuran tek bir ferman olmamıştır ama tapınaklar yine de kapatılmıştır. Papazlar, kentler ve münferit Hıristiyanlar çeşitli zamanlarda tapınak kapatılması taleplerinde bulunmuş ve devlet görevlileri de bu taleplere karşı çıkmamıştır. Böylece tapınaklar teker kapatılmış veya kontrolden çıkmış fanatik kitleler tarafından yıkılmıştır. Bu tarzdaki eylemlerin en ünlülerinden biri İskenderiye’de antik dünyada çok tanrıcılığın en ünlü merkezlerinden biri olan, Mısır tanrısı Serapis’e adanmış Serapeum’un 391’de yıkılmasıdır. Bu esnada paganlar ve Hıristiyanlar arasında çıkan çatışmalar yüzünden, Theodisius bu sefer de kamusal ve özel tüm pagan kültlerini yasaklamıştır ama bu yine de insanların kendi özel yaşamlarında pagan inançları sürdürmelerini önleyememiştir.

Pagan inançlarıyla Roma devleti arasındaki son bağ da, I. Theodisius’un ardılı imparator Gratian’ın pontifex maximus (çoktanrıcı devlet dininin başrahipliği) unvanını terk etmesiyle resmen kopmuştur. Fakat bu değişiklik de tüm imparatorluğun bir anda Hıristiyanlaşmasını getirmemiştir. Hıristiyanlığın neredeyse en güçlü olduğu Anadolu’da bile çoktanrıcı inançlar uzun bir süre var olmaya devam etmiştir. Üstelik Gratian’ın bu hamlesinden bir süre önce imparator olmuş Julian (361–63) çok tanrılı inançlara sağlam bir yapı kazandırmaya çalışarak çok kısa süreliğine de olsa bir geri dönüş bile gerçekleştirmiştir. Pagan inançlarla mücadele neredeyse yedinci yüzyıla kadar sürmüştür. Bu mücadeleyi iki grup altında toplayabiliriz. Bir yandan elit kentli sınıfların sürdürmekte olduğu pagan kalıntılar vardı. Örneğin Atina Akademisini bu grupta sayabiliriz. Ayrıca dışarıdan Hıristiyan görünen çeşitli senatörler ve bürokratlar bulunuyordu. Atina Akademisi 529’da Jüstinyen tarafından kapatılmış ve 580’in mahkemelerinde paganlıkla suçlanan birçok insan, özellikle yüksek mevkilerde bulunan entelektüeller, yargılanmış, cezalandırılmış ve mallarına el konmuştur. Koyu bir Hıristiyan olan Jüstinyen’in yargılamalarından çeşitli sapkın akımlara üye olan kişiler, Maniler ve eşcinseller de kurtulamamıştır. [i] Özellikle Harran ve Heliopolis gibi çeşitli kült merkezleri saldırılara uğramış, bu yerler pagan unsurlardan temizlenmiştir. Buna rağmen en azından Harran bölgesi bir pagan merkezi olarak erken İslam dönemine (7. yy sonu, 8.yy başı) kadar gelmiştir. Pagan kalıntılara dair ikinci grupsa kırsal topluluklar ve bunların yerel inanç ve kültürleri olmuştur. Jüstinyen’in 542 gibi geç bir tarihte monofizit Efesli John’u (Yuhanna) misyonerlik göreviyle Batı Anadolu’ya göndermesi, bu bölgelerin bu tarihlerde hâlâ önemli pagan kalıntıları barındırmış olduklarını göstermektedir. Efesli John’un misyonerlik faaliyetleri Jüstinyen’in arkasından gelen II. Jüstin dönemini de kapsamıştır. [ii]

Bu dönemde Hıristiyanlık bir yandan imparatorlukla olan ilişkisini güçlendirmiş, adım adım egemen din olma yolunda ilerlemiş, bir yandan da kendi içindeki doktrinsel sorunlarla uğraşmış, ortodoks kabul edilen ana yapıyı şekillendirmiş ve bu ana yapının içinden sapkın kabul edilen akımları ayıklamıştır. Hıristiyanlığın tam anlamıyla Roma İmparatorluğu’nun dini haline gelmesi ve bir toplumu temsil etmeye başlaması neredeyse yedinci yüzyıla kadar gerçekleşmemiştir.

Bu noktada hangi Hıristiyanlık sorusunu sorabiliriz. Genelde Hıristiyanlık veya Müslümanlık veya herhangi bir dinden bahsederken akla gelen tek ve yekpare bir dindir. Oysa hiçbir din bu şekilde belirmemiştir. Dinleri, özellikle tektanrıcı dinleri tek bir yoruma dayanan dinler olarak düşünmemeliyiz. Bu dinler kitap dinleridir. Her birinin bir kutsal kitabı mevcuttur ama her kitap gibi kutsal kitapların da çeşitli yorumları olmuştur. Her din bir ortodoks ve bir yığın da heterodoks biçim yaratır ki, bazı durumlarda ortodoks kabul edilen ana öğretinin kendisi içinde ikiye veya üçe bile bölündüğünü görebiliriz. Heterodoksluk yanlış olan dini yorum şeklinde tanımlanmamalıdır. Her ne kadar heterodoks inançlar ortodokslara göre yanlış olan inançlarsa da, bu görüş aynı dini farklı şekilde yaşayan toplulukların var olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yüzden bir dinden bahsederken sadece o dinin ortodoks yorumu değil, diğer yorumlarından da bahsedilmelidir. Her farklı yorum belli bir yaşam tarzına ve topluma karşılık geldiğinden, eğer geçmişi tüm ayrıntılarıyla anlamak istiyorsak, sapkın olarak adlandırılmış bu diğer toplulukları incelemelerimize katmalıyız. Dolayısıyla Hıristiyanlık denildiği zaman anlaşılması gereken tek bir din değil, birden fazla din olmalıdır. Bu açıdan baktığımızda, Anadolu’da Hıristiyanlığın yerleşmesi ve bir egemen din haline gelmesi, tek bir din olarak Hıristiyanlığın değil, bu dinin belli bir yorumunun yerleşmesi ve egemen hale gelmesi olarak anlaşılmalıdır. Çünkü birbiriyle çatışan iki farklı yorumun aynı coğrafyayı paylaşıyor olmasının bu dönemde taşıdığı anlam, bu durumun bugün bizim için taşıdığı anlamdan çok farklıdır. Biz burada tek bir din görürken, dönemin insanları birbirinden farklı iki din görmüş olabilirler. Onların gördüğü farklılıklar, bizim bugün gördüğümüz farklılıklardan hem çok daha büyük hem de çok daha farklı olmuş olabilir ki, elimizdeki kanıtlar da bunun böyle olduğunu gösteriyor. Öyle ki bazı durumlarda, bu farklı yorumlar/biçimler kendi içlerinde birleşmek yerine çok daha farklı dinlerle birlikte hareket etmeyi seçmiştir. Eğer böyle bir şey olabiliyorsa, o zaman pratikte söz konusu olan birbirinden farklı dinlerdir. Birinin mezhep olarak gördüğü, diğeri için farklı bir anlamına gelebilir.

Hıristiyanlığın ilk dönemi, ortodoks kabul edilen veya daha sonra ortodoks konuma gelecek olan biçimin, diğer Hıristiyanlık biçimleriyle, yani diğer kiliselerle aynı coğrafyayı paylaştığı dönemdir. Burada iki farklı durum söz konusudur. Bir yandan ortodoks yorumun ve kilisenin kendi içinde çekişme ve çatışmalar vardır. Diğer yandan da bu yapılanmanın dışında kalan dini biçimlere ve bunların temsil ettikleri topluluklara karşı bir mücadele söz konusudur. Bu iki sürecin başlangıçları Roma’nın Hıristiyan olmasından öncedir. Zamanla ortodoks yapının dışında kalan Hıristiyanlık biçimleri ortadan kalkmış veya ortodoks konumuna yükselmiş biçiminin içinde erimiştir. Ortodoks yapının içindeki kavgalarsa hiçbir zaman sona ermemiştir; günümüze kadar gelmiştir.

[i] Cameron, 143.
[ii] Haldon, 328-332.

Yorumlar