Roma İmparatorluğu'nun Hıristiyanlaşması II

Geç Roma İmparatorluğu’nda Yeni Platoculuk
Üçüncü yüzyıl Roma İmparatorluğu’nda entelektüel ve dini yaşamda önemli değişikliklere neden olmuştur. Çeşitli yeni akımlar belirmiş, Hıristiyanlığın maruz kaldığı ayrımcılık ve zulmün hem boyutları hem de şiddeti artmıştır. Bu ikinci değişiklik, antikçağ hoşgörüsünün değişmekte olduğuna işaret ettiği için önemlidir. Genelde tüm inançların ve tanrıların serbestçe ve birlikte var oldukları antikçağ dünyasının bireyleri üçüncü yüzyılla birlikte buna daha az izin vermeye başlamıştır. Bu çoktanrıcı antikçağ bireylerinin geleceğin Hıristiyanlarını oluşturacaklarını dikkate alacak olursak, bu değişim önemlidir. Sadece Hıristiyanlık değil, hoşgörüsüzlük de yayılmıştır ve ilk başta Hıristiyanlara karşı zulümde bulunan bu insanlar daha sonra da Hıristiyan olarak Hıristiyanlık öncesi ve Hıristiyanlıktan faklı inançlara karşı zulüm de bulunmuş ve kesinlikle hoşgörülü olmamıştır.

Roma İmparatorluğu’nda siyasi iktidar az sayıda bireyin elinde toplandıkça ve bununla birlikte hem toplumsal hem de ekonomik koşullar kötüye gittikçe, belli bir kötümserlik yayılmaya başlamış, insanlar o güne kadar inanmış oldukları tanrılara ve dini pratiklere daha az inanır olmuştur. Bu gelişmenin kökeninde imparatorluk gibi büyük yapıların ortaya çıkmasıyla bireylerin toplumlarında var olan iktidar kaynaklarından uzaklaşmalarını görebiliriz. Nitekim imparatorlukların ortaya çıkması insanın çeşitli şekillerde tanımladığı güçlere ulaşmasını etkilemiş, çok daha zorlaştırmıştır. Daha önceleri güçlerin veya gücün kökeni bireyin kendi yerel toplumunda olurken, imparatorlukların ortaya çıkması bu yapıyı alt üst etmiştir. Tanrılardan başka imparatorluk adı altında bir başka güç daha belirmiştir ve bu güç hiç de tanrılardan daha az yıkıcı değildir. Üstelik üçüncü yüzyıl gibi sıkıntılı dönemler bu tür fikirlerin daha da güçlenmesini sağlamıştır. Bu da farklı çözümlerin veya seçeneklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bu koşullarda astroloji ve büyücülük gibi pratiklerin güçlendiklerini görüyoruz. Bu dönemde güçlenen bir de gizem kültleri vardır. Antikçağda genelde hâkim olan dini anlayışından farklı olarak, gizem kültlerinin en önemli özelliklerinden biri, dünyadaki ümitsiz ve karanlık gerçeklikten daha iyi bir ölümden sonra yaşam ümidi sunmaya dayanmalarıydı. Karmaşık ve gizli ayinlere ve ayrıcalıklı katılıma (kitlesel değildiler ve katılmak için bazı sınamalardan geçmek gerekiyordu) dayanan bu yeni inançlar, insan ruhunun çoğu kez ölüp yeniden dirilen bir kurtarıcının ruhuyla birleşerek kurtarılabileceğini savunuyordu. Bu kültler eğitimlilerden çok kitlelere hitap ediyordu. Bunların arasında İsis, Kibele ve Mitra gibi kültleri sayabiliriz. Roma askerinin modeli olmuş Mitra kültü birinci yüzyılda İran’dan gelmişti. İyiyle kötü arasındaki savaşa dayanan bu kült üçüncü yüzyılda imparatorluk yönetimini gerekçelendiren güneşle bağlantılı Sol Invictus’a (fethedilemeyen güneş) dönüşmüştü.

Gizem kültleri zamanla yok olacaktır. Hiçbiri ortaçağı göremeyecektir ama kurtarıcı fikri geçerliliğini yitirmeyecek, Hıristiyanlığın bünyesinde devam edecektir. Hıristiyanlığa geçmeden önce, bir de bu dönemde ortaya çıkmış bazı felsefi akımlardan bahsetmek gerekiyor. Bunların arasında bir tanesi ortaçağ inançları dinlerini etkileme ve biçimlendirme açısından özellikle önemlidir: Yeni Platoculuk. Yeni Platoculuk Yeni Pisagorculukla birlikte antikçağın son büyük felsefi akımı olarak tanımlanabilir. Her iki akımın da en önemli yanı, felsefeyle dini bir araya getiren yeni bir felsefi bakış sunmalarıydı. Yeni Platoculuğun yaratıcısı, etkisi Müslüman düşünürlere kadar uzanacak olan Plotinos (205-269/70) idi. Plotinos’un felsefesinin temelinde tek ve aşkın bir Tanrı’ya karşılık gelen “Bir” kavramı vardı. “Bir” Tanrı’nın özel adıydı. “Bir,” ışığın saçılmasını andıran bir yayılmayla kendi dışındaki her şeyi yaratmıştı. Tanrı, ilk töz ya da ilk dayanaktı. Bu ilk dayanaktan ikinci dayanak olan düşünsellik türemişti. Üçüncü dayanaksa ruhtu. Ruh bedeni canlandırıyordu. Ruhun altında cisim ve onun altında da tanrısal ışıktan hiç pay almayan madde vardı. Böylece Plotinos her basamağın bir öncekinden türediği bir basamaklar düzeni oluşturmuştu. Bu sistemde alttan yukarıya, yani ışığa doğru yükseliş mümkündü ki, bireysel ruh bu şekilde Tanrı’ya ulaşabiliyordu. Plotinos’un Tanrı’sına, yani “Bir”e gelince, bu kendisine yeten, her şeyin üzerinde, her şeyden bağımsızdı. Onu önleyen ve yönlendiren hiçbir şey yoktur. İnsan ruhuna gelince, onun var olduğu dünya kötü bir dünyaydı. Fakat bu düşüş ruhu olgunlaştıran bir deneyimdi. Plotinos’da ruh göçü vardı. Ruh bedenden kurtulunca, düşünmenin egemen olduğu dünyaya gidiyordu. [i]

Yeni Platoculuk Aristo ve Stoiklerin öğretilerini Plato’nunkilerle birleştiren yeni bir felsefi eğitim sistemi olduğu kadar, aynı zamanda neredeyse dini bir sistemdi. Yeni Platocular “ilahi”nin doğasını anlamaya, bunun için “bilimsel” bir teoloji yaratmaya çalışmış, çilecilik, tefekkür ve dua etme faaliyetlerinde bulunmuştu. Tanrılara saygı göstermiş, onları çağırmak için özel yollar geliştirmiş ve ilahi vahiy ihtimaline inanmışlardı. Öyle ki, Plato ve öğretileri bazı Yeni Platocuların gözünde kutsal kitap statüsüne ulaşmıştı. Her ne kadar Yeni Platoculuk Hıristiyanlık tarafından paganlıkla özdeşleştirilmişse de, Nyssa’lı Gregory ve Augustine gibi Hıristiyan düşünürler üzerinde önemli etkileri de olmuştu. 529’da Bizans imparatoru Justinyen Atina’da felsefi eğitimini ve faaliyetlerini yasakladıktan ve buradaki okulu kapattıktan sonra, burada etkin olan yedi Yeni Platocunun Sasanilerin diyarına göç ederek faaliyetlerini burada sürdürdükleri kabul edilmiştir.[ii] Böyle bir geçişin bu şekilde gerçekleşip gerçekleşmediği tartışılmaktaysa da, Yeni Platoculuk bir şekilde İbn Arabi, İbn Sina gibi birçok Müslüman düşünürü de etkilemiştir.

Bu dönemde felsefi akımların klasik dönemin kozmolojik ve metafizik spekülasyonlarından, insanın içinde bulunduğu koşullarda nasıl davranması, kendisini nasıl taşıması gerektiği gibi daha acil ahlaksal kaygılara kaydıkları görülmektedir.[iii] Bu açıdan bakıldığında, bu dönemin felsefi akımları aynı dönemi paylaştıkları dini seçeneklerden farklı değildir; hedef aynıdır ama felsefe aklı kullanmakta, akıl yoluyla aynı türden bir ilahi düzene veya sisteme ulaşmaya çalışmaktadır.[iv]

Yeni Platoculuğu Hıristiyanlara yaklaştıran en büyük nedenlerden biri, birkaç paragraf önce belirtildiği gibi, uygun yaşam veya nasıl yaşamalı üzerine sunduğu ilkelerdi. Diğer nedense, hem Yeni Platoculuğun hem de Hıristiyanlığın zihin-beden sorununa yaklaşımlarının şaşırtıcı derecede benzer olmasıydı.[v] Plotinos’un ve genelde diğer Yeni Platocuların bu soruna yaklaşımı genelde önceliği zihne, yani ruha vermesi, bedeni kötülüğün kaynağı olarak görmesi şeklinde olmuştur; beden, kurtulunması gereken bir engeldir. Bu ikisi arasında elbette birebir bir benzerlik söz konusu değildi. Örneğin Plotinos’un ruh kavramı sonunda bu ruhun yeniden doğumunu getirebiliyordu. Oysa Hıristiyanlar yaratılışı ve dünyanın sonunu bir tekrar döngüsünün parçaları olarak görmüyorlardı. Diğer yandan bir diğer Yeni Platocu Porphyr’e göre Hıristiyanların hatası, ilahi gücün kurtuluşları için onlara kutsal kitaplar göndermiş olmalarına inanmaları değil, yanlış kitaplara inanıyor olmalarıydı.[vi]

Neticede, tüm benzerliklerine ve Yeni Platoculuğun Hıristiyanlık üzerindeki etkilerine rağmen, bu iki akım birbirlerine rakipti. Fakat Yeni Platoculuğun sunduğu zengin ve gelişmiş entelektüel yapı hem Hıristiyanlığı hem de ardından Müslümanlığı derinden etkilemiştir. Özellikle insanın kararlarını verme veya kaderini belirlemedeki sorumluluğu veya özgürlüğü konusunda Helen felsefesinin getirdiği tartışmaları ortaçağın tektanrılı dinlerine aktarma açısından bakıldığında, Yeni Platoculuğun çok önemli bir rolü olmuştur. Böylece Helen düşüncesinin bazı temel fikirleri Hıristiyanlıkla buluşmuştur. İkinci kez buluşması, Müslümanların bu geleneği Avrupa’ya aktarması şeklinde olacaktır ki, bir üçüncü buluşma da Hıristiyan Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) son döneminde Avrupa’ya, özellikle de İtalya’ya, geçen Rum (Bizans) düşünürler sayesinde olacaktır.

[i] Timuçin, 226-227.
[ii] Cameron,
[iii] Martin, 36-37.
[iv] Age., 40.
[v] Chadwick, 61.
[vi] Age., 68.

Yorumlar

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  7. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  8. Merhaba Sayın Binder,

    Size paganizm ve hoşgörüsüzlük bağlamında bir dizi soru sormak istiyorum. Sorular çok olduğundan, hepsini ayrı ayrı cevaplamayabilirsiniz. Zaten sorular genellikle birbiriyle bağlantılı ve önemli olan da biraraya geldiklerinde ortaya çıkan bütünün resmedilmesidir. Umarım sizi yine çok yormam. :)

    Üçüncü yüzyıldan itibaren pagan dünyasında Hıristiyanlara karşı artan hoşgörüsüzlük, paganların kendi içlerinde de görüldü mü? Çeşitli pagan inançları da benzer bir muamele gördü mü?

    Bu arada, birinci yüzyılda Druid dinin yasaklanmasını neye bağlıyorsunuz? İnsan kurbanı gibi vahşi geleneklerin varlığı samimi bir gerekçe mi, yoksa esas dürtü siyasi mi?

    Pagan Roma uygarlığının her hangi bir döneminde Druidizm haricinde bir pagan dini, kültü ya da herhangi bir inancına karşı herhangi bir baskı, yasak, şiddet, vs. görüldü mü? Alenen siyasi nedenli olanları hariç tutuyorum. Bazı imparatorların çeşitli felsefi ekollere karşı gösterdiği düşmanca tutum ve hareketlerini, o dönemin felsefesinin dinin ifade şekillerinden biri olduğu gerçeğinden hareketle, nasıl yorumluyorsunuz?

    Ayrıca, Roma dönemindeki çeşitli inançlar Romalıların müdahalelerinden ne kadar korunabildi, ne ölçüde doğal gelişimlerini sürdürebildiler? Özellikle imparatoluk kültünün öne çıkmasıyla birlikte, bazı yerel inançlar Romalıların doğrudan müdahalesine maruz kalmış olabilir.

    Pagan dönemde Yahudiliğin durumu nasıldı? İsyanlar haricinde olanları saymazsak, Yahudiler, özellikle imparatoluk kültünü reddetmelerinden ötürü, ne kadar baskı görmüş olabilirler? Josephus'a bakılırsa, ara ara Romalıların kışkırtıcı hareketleri olmuş. Zaten isyanların da bir bölümü bunlardan kaynaklanmış.

    Bu arada bir ekleme yapayım, o zamanın Yahudiliği daha sonra Hıristiyan Roma'da olacağı gibi misyonerliğe kapalı değil, aksine özellikle kimi doğu bölgelerde, prozelitizme oldukça açıktı. Romanın doğu topraklarının bu dönemdeki nüfusunun % 10'unun Yahudi olduğunu söyleyen tarihçiler var. Bu da yaygın bir prozelitizme işaret ediyor. Son bir kaç yılda yapılan genetik çalışmalarda günümüz Yahudilerinin Filistinlilerden çok Anadolu halklarına yakın çıkması, Yahudilerin önemli bir bölümünün bu prozelit tabakadan geldiği şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca Yahudilerin serbestçe inançlarını yaymış olması, Yahudiliğe karşı belli bir hoşgörünün olduğunu gösterir. Bu da, Hıristiyanlıktan farklı olarak, kadim bir din olmasından ileri geliyor olabilir. Romalıların kadim olana saygısı olduğu da biliniyor.

    Hıristiyanlık meselesine gelince, Hıristiyanlara karşı yapılan pagan baskısının abartılmış olabileceğini, aslında iddia edildiği kadar büyük çapta bir baskı olmadığını savunan tarihçiler de var. Bu tür yorumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Son olarak, esas hoşgörüsüzlüğün Helenistik dönemde görüldüğü, bu dönemdeki Helen yönetimlerinin pek çok yerde (özellikle Asya topraklarında) yerel inançlara baskı uyguladığı ve Helen tanrılarının bu sayede geniş bir coğrafyada ve farklı etnik kökenlerden gelen insanlar arasında bu derece yayılabildiği iddia ediliyor. Örnek verecek olursam, bu dönemde Fenike dininin Helen dini tarafından absorbe edildiği söyleniyor. Yahudilere olanlar da malumunuz. Bu konularda ne düşünüyorsunuz?

    Saygılarımla,

    Onur

    YanıtlaSil

Yorum Gönder