21. Yüzyılda Malazgirt Kutlaması



AKP’nin 1071 Alparslan’la Malazgirt Savaşı’nın kutlama projesinden sonra “ileri demokratlar”ın da milliyetçilik konusunda bu ülkenin kendilerinden önceki diğer yönetimlerinden aşağı kalmadığı konusunda bir kuşku kalmadığını söyleyebiliriz. Elbette bazı farklar söz konusu.  Yanlış anlaşılmasın içerik farkından bahsetmiyorum. İslami unsurun biraz daha fazla öne çıkartılması dışında aynı söylem sürüyor. Diğer yandan, biçim konusunda da AKP’nin hakkını vermek gerekiyor. Hiç kimsenin bugüne kadar düşünmediği fikirlere imza atıyorlar, çok daha görsel gösteriler düzenliyorlar. Ama görsellik, kitlesellik ve büyük şovlar onların törenlerinin de son derece ayırımcı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.


Milliyetçilik elbette her zaman bir sorun olarak görülmek zorunda değil. Bir örgütlenme şekli olarak belli koşullarda yararlı olduğu bile ileri sürülebilir. Bugünün değerleri açısından bize veya kimimize yanlış veya ters görünse de, milliyetçiliklerin, homojen oldukları farz edilen etnik gruplar şeklinde örgütlenmiş bir dünyada bu grupların üyelerine tercih ettikleri kimlikler ile yaşam koşullarını üreterek onlara o sırada arzu ettikleri türden bir ortam sağladıkları yadsınamaz. Ama bu örgütlenme şeklinin her zaman bir bedelle geldiği, yine homojen oldukları varsayılan azınlık gruplarının yaşam koşullarını, çoğunluktaki grubun koşullarına göre çekilmez veya tercih edilmez yaptığı da yadsınamaz. Fakat sonuçta meseleye homojen grupların kendilerine ait yaşam alanları halinde düzgünce dağıldıkları bir dünya açısından baktığımızda, milliyetçi söylem çok zarar vermediği gibi, taraftarları açısından tercih edilen bir örgütlenme biçimi olabiliyor.

Diğer yandan, etnik grupların düzgün siyasi sınırlarla birbirlerinden ayrılmadığı, aksine aynı sınırlar içinde var olmak zorunda kaldığı bir ortamda ve ayrıca hem kalıcı hem de geçici küresel yer değiştirmelerin  ve ilişkilerin arttığı bir dünyada, milliyetçilik sorunlu bir söyleme dönüşmeye, siyasi istikrarsızlıklara yol açmaya başlayabiliyor. Böyle bir dünyada farklı değerler ön plana çıkmaya, geçmişin milliyetçi değerleri rağbet görmemeye, itici ve ayrımcı bulunmaya başlıyor. Meseleyi bu şekilde koyunca, bu kutlamanın yirmi birinci yüzyıl dünyasında ne anlama geldiğini, bu açıdan bakıldığında Türkiye’ye ne kazandırabileceğini sorgulamak gerekiyor.

Yüzyılımız milliyetçiliğin tamamen ortadan kalktığı bir dönem olmasa da (ki aksine milliyetçiliğin yükselmekte olduğu günlerden geçiyoruz) artık ilk günlerindeki kadar rağbet görmediği, en azından belli durumlarda sorun olacak bir söylem veya örgütlenme biçimi olarak görüldüğü bir dönem. Milyonlarca insanın kendisini milliyetçi görmesi bu gerçeği değiştirmiyor. Çünkü bu milyonların arasında bile gerektiğinde iyi milliyetçilik kötü milliyetçilik ayrımı yapa küçümsenmeyecek büyüklükte bir kitle mevcut. Yani artık milliyetçiliğin kötüsü olabileceği kabul ediliyor.

Yüzyılımız bir bakıma çok kültürlülüğün öne çıkartıldığı, geçmişin tek kültürcü yapısının zarar verdiği çeşitli kültürlerle köprülerin yeniden kurulduğu, geçmiş katliamlar, mezalimler ve şiddet içeren uygulamalar için bazen yüzeysel kalınsa da pişmanlık belirtme, gösterme dönemine dönüşmüştür. Elbette bu da sorunsuz ilerlemiyor ama genel eğilim, en azından şimdilik bu yönde.

Malazgirt kutlaması böyle bağlamda nereye oturuyor? Bir istila savaşı olarak çok kültürcü yakınlaşmalara epey ters bir seçim olduğu ortada. Kendimizi kandırmaya gerek yok. Malazgirt, kendilerine ait olmayan toprakları zorla almaya çalışanların bu toprakların o sıradaki sakinlerine karşı verdikleri bir savaştır. Bu yanlış veya doğru görülebilir, onu tartışmıyoruz. Sonuç olarak bu bir istila savaşıdır ve dolayısıyla bu topraklarda hâlâ varlıklarını sürdüren bazıları için son derece olumsuz çağrışımları vardır. Bu savaş o günün koşullarında istilacılar olarak görülmüş topluluk veya topluluklar açısından gayet haklı bir savaş olmuş olabilir. Sonuçta insan toplulukları tarih boyunca sahip olmadıkları farklı ve yeni kaynaklar için sürekli yer değiştirmiş, yeni alanlara yerleşmeye çalışmıştır. Bu açıdan bakınca çok da garip bir durum söz konusu değildir. Fakat bu savaşı bugünün siyasi ve kültürel ortamına taşıdığımızda, bu savaşı bugünün değerleriyle ele aldığımızda, bununla övünmeye kalkıştığımızda ortaya çok farklı bir tablo çıkıyor. Çünkü artık istilalara inanmıyoruz.

Malazgirt’le başlamış sürecin sonuçlarının, örneğin Amerika kıtalarını istila ederek oradaki yerli kültürleri ortadan kaldırmış Avrupalıların yaptıklarından pek bir farkı yoktur. Yani açıkça şiddet içeren bir istila ve sömürgeleştirme sürecinin başlangıcıdır. Dolayısıyla, eğer hedef hem bu topraklarda hâlâ varlığını sürdüren hem de ülke dışında yaşayan diğer kültürlerle daha samimi ve düzgün ilişkiler kurmaksa, bunun yolu bir istila savaşını bu şekilde kutlayarak olmaz. Amaç, eğer hâlâ mevcutsa bu sürecin açtığı yaraları elden geldiğince sarmak ve daha farklı bir duruş oluşturmakken, dünyada genel eğilim bu yöndeyken, bu yaraları tarihsel söylem bazında deşmenin, istilacı bir duruş sergilemenin düşmanlıkları devam ettirmenin e gibi bir yararı olabilir? Nasıl Amerika kıtalarında Kristof Kolomb’un bu kıtaları keşfi artık kötü bir olay olarak anılmaya başladıysa, Malazgirt Savaşı’na da sonuçta bu şekilde yaklaşılmalıdır.

Malazgirt geçmişte nasıl bir sürecin, bir istilanın parçası, başlangıç noktası olmuşsa olmuştur, şimdi yapılması gereken, bir türlü kurtulamadığımız eskiden-ne-büyük-devlettik kompleksi doğrultusunda uzun vadede hiçbir yararı olmayacak törenler düzenlemek yerine, birbirini ezmeden, ayırmadan birlikte yaşamaya dayanan yeni bir dünya kurmaya çalışmak olmalıdır. Kısacası, istila savaşları artık dünyamızda kutlanacak bir şey olmaktan çıkmıştır; bu tür kutlamalar insanları birbirlerine yakınlaştırmak yerine biraz daha birbirlerinden uzaklaştırmaktır.     

Yorumlar

  1. Malazgirt Muharebesi Anadolu'nun istilası için yapılmış bir muharebe değildir. Bizans'la Selçuklu arasındaki hudut problemleri üzerine yapılmış, Selçuklu'nun zaferiyle neticelenmiş ve zaferden sonra Selçuklu sultanıyla (=Alp Arslan) Bizans imperatoru (=Romanos Diogenes) barış imzalayıp kendi topraklarına çekilmiş. Anadolu'nun istilası Malazgirt dönüşü Romanos Diogenes Bizans'taki muhaliflerince devrilip yerine geçen muhaliflerin barışın şartlarını çiğnemesi üzerine olmuş. Romanos Diogenes devrilmeseydi Bizans muhtemelen Bizans-Selçuklu barışının şartları gereği olan Selçuklu'ya fidye ve vergileri ödeyecek ve böylece Anadolu'nun istilasının önüne geçilecekti. Malazgirt Muharebesi'nin Anadolu istilasının başlangıcı olarak görülmeye başlaması bizde 20. asırda olmuş. 20. asırdan önce Kutalmış oğlu Süleyman Şah'ın Anadolu'da yaptığı fetihler Anadolu istilası için başlangıç kabul edilirdi ki bu çok daha doğru bir fikir.

    Bugün, yanlış olarak da olsa, Malazgirt Muharebesi Anadolu'nun istilasının başlangıcının sembolü olmuş. Yani Malazgirt zafer kutlulamalarıyla aslında Anadolu'nun Türklerce istilası kutlulanmış oluyor. Peki AKP buna niye çanak tutuyor ve hatta ön ayak oluyor? Bence burada AKP'nin içinden geldiği İslami tradisyonu da hesaba almak gerekiyor. Anadolu'yu istila edenler Müslüman olunca ve Anadolu'nun istilası aynı zamanda Anadolu'nun Müslümanlaşmasının başlangıcı olunca İslami kısım pek de olana tarafsız gözle bakamıyor ve istilayı adeta bir refleksle sahipleniyor ve dinen haklı bir hadise olarak görüyor. Dolayısıyla Amerika'nın istilasında tutundukları mazlumun yanında duran tavrı Anadolu'nun istilasında gösteremiyorlar. Onun için ben AKP ve dolayısıyla İslami kısımdan bu mevzuda mazlumun yanında durmalarını hiç beklemiyorum. En fazla yapabilecekleri Malazgirt zafer kutlulamalarını yapmamak.

    YanıtlaSil
  2. İstilayı görmek için daha geniş bir perspektiften bakmak gerekiyor. Örneğin, hudut sorunları neden çıkmıştı. Rumlar mı Selçukluya saldırmıştı? Yoksa hiç bitmeyen Türk veya daha doğrusu Oğuz/Türkmen akınları mı hudut sorunlarına sebep olmuştu? Ayrıca öyle basit bir çekilme de söz konusu değil. Alparslan çekiliyor ama ne Oğuz/Türkmen akınları sona eriyor ne de Selçuklu ailesinin Anadolu’da yer tutma girişimleri? Daha sonra Rum İmparatorluğu kendisini kısa süreliğine toparlamıştır ama eğer Alparslan etkili bir şekilde Romen Diyojen’in ordusunu yok etmeseydi, bu ikinci aşama bu şekilde gerçekleşmeyebilirdi. Alparslan’ın istila niyeti olmamış olabilir ama bu savaş sonunda böyle bir sonuca yol açtı ve bunun böyle olacağının muhtemelen epey farkındaydı. Sonuçta buranın sakinleri ve buraya yerleşmek isteyenler ve yerleşenler açısından bir istiladır.

    YanıtlaSil
  3. Hudut problemleri daha çok Oğuz/Türkmen akınlarından kaynaklansa da Bizans'ın da doğuda gözü vardı ve zaten uzun bir müddettir doğuya doğru topraklarını genişletmekteydi. Selçuklu ve Oğuz/Türkmen akınları aynı zamanda Bizans'ın doğuya doğru genişlemesinin önünü kesti ve bu da Bizans'ın Selçuklu'ya karşı hırslanmasında rol oynadı. Neticede Malazgirt Muharebesi öncesindeki barışı bozan da Bizans oldu, yani Malazgirt Muharebesi'nin birinci müsebbibi Bizans'tı.

    Diğer hususa gelince, Malazgirt sonrasında yapılan barış Bizans tarafından bozulmamış olsaydı pekala Anadolu istilası olmayabilirdi. Bizans Malazgirt öncesinde de sonrasında da barışı bozan taraf oldu. Bu da Selçuklu'da Bizans'a karşı bir itimatsızlığın doğmasına yol açmış olabilir.

    Bunları Selçuklu'yu haklı göstermek için değil, Bizans'ın da hadiselerin bu noktaya gelmesinde büyük payı olduğunu göstermek için söylüyorum. Bunlar elbette Selçuklu'nun ve Oğuz/Türkmenlerin Anadolu'nun içlerine kadar gelmesini haklı çıkarmaz, ama unutulmamalıdır ki o devirde bugünün hak hukuk normları Bizans da dahil kimsede yoktu.

    YanıtlaSil
  4. İlaveten, Alp Arslan'ın Malazgirt'te Bizans ordusunun büyük bir kısmını yok ettiği fikri artık tarihçiler arasında rağbet bulmuyor. Muharebenin hemen sonrasına ait devrin kayıtları ordunun büyük kısmının muhafaza edildiğini gösteriyor.

    YanıtlaSil
  5. Bu söylediklerine pek katılamıyorum. Bizans’ın doğuda gözü olmuş olabilir. Nitekim II. Basil dönemi sonuna kadar böyle bir politika güttü. Ama daha sonrası için bunu söylemek zor. İçteki sorunlardan ötürü 1071 öncesinde böyle bir harekete girişmeleri intihar olurdu. Nitekim benim bildiğim kadarıyla böyle bir sefer de yok. Dolayısıyla Bizans nasıl barışı bozmuş oluyor? Yani Oğuz/Türkmen grupları Bizans içlerini yağmalamıyorlardı da, Bizans bir sabah kalkıp Selçukluya saldırmaya mı karar verdi? Böyle bir iddian olduğuna göre bunu daha ayrıntılı bir şekilde anlatabilir misin?
    Bununla beraber, benim istila söylemim zaten oranın sakinlerini öne çıkaran bir bakış açısına dayanıyor ve neticede İslam’ın ortaya çıktığı tarihten itibaren bu yöne doğru gelişen bir istila hareketinin varlığı çok net bir şekilde gözüküyor. Selçuklu ve Oğuz/Türkmen grupları da Anadolu’ya dair farklı duygular beslememişler. Yani onlar kendi başlarına sakince hayatlarına devam ederken, Rum orduları onlara saldırmaya, sürekli onların yerleşim alanlarını yağmalamaya başladılar gibi bir durum görmüyoruz. Ya da daha iyi anlaşılması için şöyle diyeyim: Rum orduları veya akıncıları, yağmacıları Anadolu’dan kalkıp Orta Asya’ya veya en azından Horasan’a gitmediler. O tarihlerde o yöne doğru bir istila söz konusu değildi.

    YanıtlaSil
  6. Yanlış anlama olmasını istemem, hudut problemlerinin daha çok Oğuz/Türkmenlerin akınlarından kaynaklandığını ben de kabul ediyorum ki bunu zaten ifade ettim. Ama bu başka gerçekleri gözden kaçırmamıza sebep olmamalı.

    Bizans'ın genişlemesinin durmasıyla Anadolu yakınında Oğuz/Türkmenlerin ilk kez belirmesinin hemen hemen aynı tarihlerde olması sence tesadüf mü? Bizans'ın doğuya genişlemesinin durmasıyla Oğuz/Türkmenlerin Bizans yakınlarına gelmesi arasında bir rabıta olabilir.

    Diğer bir husus, ben Malazgirt öncesi Bizans'ın bozduğu barış derken 1069'da Bizans'la Selçuklu arasında imzalanan ve 1071 başında tazelenen Bizans-Selçuklu barışından bahsediyorum. Tazelemenin hemen ardından Romanos Diogenes Selçuklu üzerine ordu göndererek barışı bozdu. Alp Arslan'ın buna misilleme yapması kaçınılmazdı; Alp Arslan'ın yerinde kim olsa aynısını yapardı. Esas intihar Romanos Diogenes'in yaptığıydı ki bedelini ağır ödedi.

    Oğuz/Türkmen akıncılar 11. asrın ilk çeyreğinden beri Bizans yakınlarında at koşturuyorlardı (tabii o zaman daha az miktarda), yani Bizans'ın onlara saldırması için Horasan'a Orta Asya'ya falan ordu göndermesine gerek yoktu, zaten burnunun dibindeydiler.

    Bu arada, Alp Arslan'ın Malazgirt'te Bizans ordusunun büyük bir kısmını yok ettiği fikri artık tarihçiler arasında rağbet bulmuyor. Muharebenin hemen sonrasına ait devrin kayıtları ordunun büyük kısmının muhafaza edildiğini gösteriyor.

    YanıtlaSil
  7. Hudut problemlerinden ziyade (ki bunu da belirtmek gerek, çünkü hudut problemleri deyince bu farklı çağrışımlara yol açabilir) Oğuz/Türkmenler içerilere kadar girip açık açık Bizans topraklarını yağmalıyordu.

    Oğuz/Türkmenlerin Bizans topraklarına ilk akınları II. Basil zamanında, eğer tam bir tarihlendirme istiyorsak. II. Basil döneminin sonundan itibaren Bizans ciddi iç değişiklikler geçiriyor ve ardından da önemli iç sorunlarla uğraşıyor. Yayılma girişimlerinin ve askeri seferlerin durmasının sebebi muhtemelen bu.

    Bu barış anlaşmasını merak etmeye başladım. Ateşkes görüşmeleri var ama barış anlaşması hangisi? Adı ne, şartları ne ve hangi kaynak, hangi tarihçiye dayandırıyorsun bu iddianı?

    Horasan, Orta Asya meselesini anlayamadın sanırım. Ben burada istilalardan bahsediyorum. Konu yine başka yerlere gitti ya neyse. Demek istediğim şu. O sırada var olan insan hareketlerine baktığımızda, Bizans’tan doğuya doğru bir istila hareketi yok. Demek istediğim bu. II. Basil döneminin sonuna kadar Bizans’ın yaşadığı bir yayılma evresi var ama bu da sonuçta Müslümanlar ile Balkanlardan ve diğer yerlerden gelenlerin hareketlerine karşı bir tepki olarak kalıyor. Kaybedilen yerlerin bir kısmı geri alınıyor. Neticede İslam dünyasından kaynaklanan bir istila isteği ve girişimi var.

    Evet, Alparslan’ın Bizans ordusunun büyük kısmını yok ettiği fikri tarihçiler arasında rağbet bulmuyor. Ama acaba Romen Diyojen’in ordusu hakkında ne diyorlar? Ben çünkü Romen Diyojen’in ordusundan bahsettim. Ayrıca Malazgirt’in hemen ertesinde ordunun generalleri nerede veya ordu nerede? Bizans savaş gücünü tamamen yitirmiyor ama 1071’in ertesinde Bizans ordusunun geçici olarak ortadan kalktığı bir dönem var ve bunun aksini söyleyecek tarihçi de pek yok.

    YanıtlaSil
  8. Hudut problemleri dediğim şey elbette ki hudutların aşılıp iç bölgelerin yağmalanmasını da ihtiva ediyor.

    Bizans'ın doğuya genişlemesi 2. Basil'le bitmiyor, 1045 yılına (Ani'nin Bizans tarafından fethi) yani Monomakhos devrine kadar sürüyor ki tam bu esnada Selçuklu ve Oğuz/Türkmenler Bizans hudut hattında kendilerini daha çok belli eder hale geliyor. Selçuklu ve Oğuz/Türkmenler olmasa Bizans'ın doğuya doğru genişlemesinin devam edeceğini düşünmememiz için bir sebep yok.

    Malazgirt öncesindeki barış antlaşmasının detayları için aşağıdaki linkin 9. sayfasını okumanı tavsiye ederim:

    http://faculty.uml.edu/Ethan_Spanier/Teaching/documents/TheBattleofManzikert.pdf

    İstila meselesine gelince, o zamanın Bizans'ı gibi iç karışıklıkları olan bir devletin Selçuklu gibi kuvvetli bir devlete karşı daha mutedil, dürüst ve dostane bir politika izlemesi gerekirdi; Bizans ancak bu şekilde Selçuklu'nun Oğuz/Türkmenlerin Bizans'a akınlarına mani olmasını garanti altına alabilirdi.

    Son olarak, Malazgirt Muharebesi'nde Bizans ordusunun küçük bir kısmı yok oldu, ekseriyeti mevcudiyetini korudu. Malazgirt sonrasındaki devirde bir müddet ortalarda fazla gözükmemeleri (en azından Oğuz/Türkmenlere karşı) demin bahsettiğim Bizans'taki iç karışıklıklarla alakalı bir vaziyet (bu iç karışıklıkların Selçuklu'yla alakası yok, muhtemelen Bizans'ta dönen dolaplardan henüz Selçuklu'nun haberi bile yok).

    YanıtlaSil
  9. Analamadığım şey yenmişiz sonrasında bizans bizi engelleyebildimi biz çok mu zengindik Anadoluya gelirken bizans dediğin yıllardır ordamıydı onlarda sonradan gelmedir çoğu mezopotamya orta asya kökenli grupların devşirilmesi ile oluşan bugünkü ahali desek doğrudur biz isticalıysak ee nolmuş acaba onlar bir yeri alırken sınır genişletirken istilacı değilde biz istilacıyız biz şuna fetih diyelim bizim önümüzde duramamışlar şimdi ordan burdan yamamasınlar orduların sayısı bellidir yanımıza geçen bellidir sanki bizans diğer türk boylarında hiç yararlanmadı ?? :D sistemleride bozuktu yıkılması gerekti ve sonunda yıkıldı şimdide avrupalı devşirmeler tarihlerini perslere yamamaya çalışıyor napsınlar :D

    YanıtlaSil
  10. Sayın Timuçin Binder'e bazı sorularım var,malazgirt'ten konu açılmışken;

    Oğuz(Türkmen) istilacıları anadolulu yerli nüfusla kıyaslandığında sayıca daha azdılar,ama askeri üstünlük çok sayıda yerlinin toplu halde din ve dil değiştirerek zamanla türkleşmesini sağladı.hıristiyan kalan yerlilerse kimliklerini korumayı başardı.özetle bu.ki oğuz/türkmen istilasından önce anadolu'da helenleşme de benzer şekilde oldu diyebiliriz galiba.öyleyse bu rumlar'ın da rum olmadan önce başka dilleri,başka inançları ve başka kimlikleri olduğunu gösterir değil mi?


    peki ama türk geni,fransız geni,alman geni,yunan geni,bulgar geni,rum geni,ermeni geni,acem geni,yahudi geni vb.diye bir şey var mı gerçekten?ne de olsa etnisite kültürel bir kimlik.bu da kimi etnik grupların tek bir unsurdan değil;aralarında ortak dil bulunan,aynı dili konuşan çeşitli unsurların tarihsel bir süreç içinde bir araya gelerek bir bütün oluşturabileceği anlamına gelir,öyle değil mi?

    bir antropolog ve genetikçi,aynı zamanda tarihçi olduğunuz için şunu da sorabilirim sanırım;ilk istilacı türkmenler'in,oğuz boylarının fenotip olarak günümüz anadolu insanından çok aykırı tipte oldukları iddia edilebilir mi?bunun için ne diyorsunuz?şimdiden teşekkürler...

    YanıtlaSil
  11. Guillotine_Man,
    Sonuçta insanlar, daha doğrusu insan toplulukları çeşitli kimlikler benimsemiş, çeşitli diller konuşmuş, çeşitli dinlere ibadet etmiş veya inanmış, çeşitli yaşam tarzları içinde var olmuş. Etnisite, bana göre, belli koşullarda ortaya çıkan bir gruplaşma, kendini tanımlama yolu. Tabii ki genlerle bir ilgisi yok. Genlere baktığımızda bir insanın ancak fiziksel özellikleri hakkında bilgimiz olabilir, kendisini nasıl tanımladığı konusunda değil. Geride yazılı bir şeyler veya başka ipuçları bırakmadıysa bunu da hiçbir şekilde bilemeyiz, şu anda tarihin belli dönemlerinde yaşamış bazı topluluklar hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz gibi.
    Sorunuza gelince, Anadolu’nun Türkmenler/Oğuzlar tarafından istilasında rol almış bireylerin fenotip olarak Anadolu insanlarından ne kadar farklı oldukları konusunda kesin bilgim yok ama yazılanlara ve görsel verilere bakınca, en azından yüz hatları olarak daha çok Doğu Asyalıları andırdıklarını söylemek mümkün. Ama süratli bir karışma ve dolayısıyla bir melezleşme yer aldığından, Anadolu’nun Rum nüfusuyla karışmış olanlar bir süre sonra bu fenotipik özelliklerini kaybetmiş olmalı. Bir de tabii diğer Türkmen/Oğuz dışı diğer Müslüman unsurlar var ki, bunlar muhtemelen fenotip olarak Anadolu’da o sırada yaşayanlara daha yakındılar.

    YanıtlaSil
  12. Matou,
    Yazının konusu, bugün böyle bir bayram kutlamanın ne kadar doğru olup olmadığıydı. Geçmişte yer almış olan olaylar kimine göre doğru, kimine göre yanlış olabilir ama burada bunu tartışmıyorum. O yüzden yazdıklarınız konusunda bir şey söyleyemeyeceğim. Belki başka bir zaman o konuya da gireriz.

    YanıtlaSil
  13. Onur,
    Yazdıklarını uzun uzun tartışabiliriz ama bu yazının konusu savaşı kimin başlattığı değildi. Sonuçta Malazgirt önemli bir darbe vuruyor Bizans’ın o sıradaki askeri yapısına. Büyük bir insan kaybının yaşanmış olup olmaması önemli değil. Bir süre boyunca Bizans savunması işlevsiz hale geliyor ve etrafa dağılmış generaller de ancak kendi bölgelerini koruyabiliyorlar. Kuzey Anadolu da ciddi bir koridor açılıyor ve Oğuz/Türkmenlerin büyük kısmını oluşturduğu yağmacı ve/veya istilacı gruplar Anadolu’ya akıyor. Bu Bizans’ın saldırıp kaybetmesinden ötürü olmuyor. Bizans başına bela olmuş bir belayı svuşturmaya çalışıyor. Zaten o sırada böyle bir hedef birkaç yıldır mevcuttu ki, bu açıdan bakıldığında Alparslan da masum değil. Malazgirt’ten önce Anadolu’ya saldırılarda rol almış.
    Bizans’ın saldırgan dönemi II. Basil’le birlikte sona eriyor. Ondan sonra böyle bir politika büyük ölçüde söz konusu değil. Monomakhos döneminde Ani’nin alınması bunun aksini ispatlamıyor. Ortada genel bir politika söz konusu değil, sadece bir Ani sorunu var.
    Barış anlaşmasına gelince, 1069’daki daha çok bir ateşkes müzakeresi olarak geçiyor ve zaten taraflar anlaşamıyor. Bu kısım Justin McCarthy’den alıntılanmış. O burada bir barış anlaşması ve uysal bir Alparslan görmüş olabilir. Bu bir görüş ve McCarthy’nin görüşü. Daha değişik versiyonları var bu ateşkes olayının. Daha geniş bir açıdan bakmak gerekiyor. Her neyse, yukarıda belirttiğim gibi, yazımın konusu bu değildi. Bir istila var ve benim tartıştığım konu bu istilanın hâlâ kutlanmasının ne kadar doğru olduğuydu. Kimin ilk saldırgan olduğu söz konusu olayın niteliğini, yani bir istila olduğunu veya böyle sunulduğunu değiştirmiyor. Diğer konulara, başka bir zaman gireriz.

    YanıtlaSil
  14. Timuçin,

    Asla yanlış anlaşılmak istemem. Ben Alp Arslan masumdu demiyorum. Ama şu bir gerçek ki Malazgirt'ten hemen önceki barış ya da mütarekeyi (1069'daki değil 1071'in başındaki) bozan Selçuklu değil Bizans'tı. Sen de kabul edersin ki 1071'de Alp Arslan Bizans'a değil Fatımiler'e saldırmayı planlıyordu. Ama Bizans'ın Selçuklular'a beklenmedik bir şekilde o yıl saldırıp daha yeni yapılmış Bizans-Selçuklu barış ya da mütarekesini bozması Alp Arslan'ı ani bir karar değişikliği yaparak Bizans'a saldırmaya zorladı. Alp Arslan pek çok hareketi için tenkit edilebilir ama 1071'de Bizans'a saldırmakta haklıydı ve yerinde kim olsa aynısını yapardı.

    Aynı şekilde, Malazgirt Muharebesi sonrasındaki barışı bozan yine Bizans oldu. Ama bu tabii ki Anadolu'nun doğusundan batısına Türkmenler tarafından istilasını haklı çıkarmaz. Lakin istilada Selçuklu idaresinin mesuliyeti yok. İstilanın esas mesulü Kutalmış oğlu Süleyman'ın başını çektiği mevcut Selçuklu iktidarına muhalif kanat. Selçuklu idaresi yalnızca barış bozulduğu için Bizans sınır hattındaki Türkmenler üzerindeki dizginleri gevşetti. Ama kimse bunun için Selçuklu idaresini suçlayamaz, neticede Türkmenlere Bizans'a saldır diyen Selçuklu idaresi değil ve üstelik ortada Bizans'ın üst üste bozduğu iki barış ya da mütareke var.

    Bu arada, Ani'nin işgali 2. Basil'den sonra Bizans'ın yaptığı tek doğu işgali değil, bir de 1032'deki Urfa işgali var.

    Yazının mevzuuna gelince, sana mazide olmuş bitmiş fetihlerin ve zaferlerin kutlulanmaması gereken şeyler olduğu hususunda tamamen katılıyorum. İlla bir şey kutlulanacaksa kurtuluş günleri kutlulanmalı, işgal günleri değil.

    YanıtlaSil
  15. Son mesajından anladığım kadarıyla bir istilanın veya işgalin olduğu ve bu tür olayların kutlanmaması gerektiği konusunda bir fikir birliğine vardık.

    Diğer paragraflara gelince, bana göre fazla resmi tarih kokuyorlar. Revizyonist ibaresi de uygun olabilirdi. Ama bu yazdıklarından uzun süredir devlet tarihçiliği ve/veya milliyetçi tarih tarafından bir şekilde tekrarlandığından sanırım resmi tarihçilik yakıştırması daha uygun. Üzerinde tartışılması gereken bir dolu, bana göre yanlış veya eksik yorumlanmış nokta var. Ama neticede tarih bir bakış açısı sorunu. Herkes görmek istediğine uygun bir tarih yaratabilir. Neyse bu tartışmaya sanırım ancak daha sonra girebileceğim. Şu anda vaktim yok.

    YanıtlaSil
  16. Aynı mevzulara girmek niyetinde değilim, ama beni bunca sendedir tanıyan biri olarak resmi ya da milliyetçi tarihle hiçbir şekilde uzlaşmadığımı bilmen gerekirdi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder