Tarihin Bilimselliği veya Tarih Bilimi?

Bir önceki yazımda bilimin ne olduğu konusunda yeterince net olmamışım, tekrar deneyeyim. Yaptığım veya yapmaya çalıştığım ayırım, bir insan doğa ayırımı değil, insanın doğanın parçası olarak incelenmesiyle insanın insanla iletişiminin parçası veya konusu insan iletişimi olan disiplinler, alanlar. “Social Sciences,” yani toplum bilimleri olarak adlandırılan disiplinlerin hepsi insanı doğanın bir parçası olarak mercek altına alan uğraşlar; psikoloji, sosyoloji, biyoloji vb (ekonomi üzerine düşünmek gerek).

Tarihiyse kesinlikle bu alana dahil etmiyorum. Tarih en genel veya kaba tabirle öykü yazıcılığıdır. Bilimsel yöntemler elbette uygulanabilir. Bilimsel yöntemler şiir yazarken de uygulanabilir, şiir yazıcılığı da mı bilim olacak o zaman? Bilimsel yöntemin uygulanabilmesi herhangi bir disiplini veya alanı otomatikman bilim yapmaz. Bilimsel yöntemin uygulanmadığı dönemlerde fizik, kimya, tıp gibi disiplinler bilim değil miydi? Üstelik tarihe bilimsel yöntemin nasıl uygulanabileceği de pek açık değil. Belgelere dayanarak araştırma yapmak yetmiyor bir araştırmanın bilimsel olması için. Sadece Aristo’nun yazdıklarına dayanarak fizik yapılabilir mi? Deney denen şey yoksa o zaman bilimsel yöntem büyük ölçüde devre dışıdır bence. Tarihte varsayımlar oluşturulur ama bunlar deneylerle sınanamaz, eğer bilimsel yöntemi kabaca deneye indirgeyeceksek.

Geçmişin incelenmesi veya geçmişe dair öyküler yazılması bir bilim olamaz, bir bilime dönüştürülemez, her ne kadar bazı tarihçiler ve bazı tarihçilik akımları böyle bir şey olabileceğine inansa da. Tarih, insanların aralarındaki iletişim için geliştirdikleri ve bu iletişimin belli koşullar altında “dayattığı” bir alandır. Bu arada ufak bir not olarak ekleyeyim: Yukarıda saydığım toplum bilimlerin de neredeyse tamamı aslında ikili bir yaşam sürüyor gibidir; çünkü her biri insan iletişimin parçası yapılabilir veya tarih gibi olabilir. Örneğin bu konuda arkeoloji iyi bir örnek olabilir. Kısmen bilimdir ama kısmen de tarih gibi insan iletişimin yarattığı ve büyük ölçüde buna hizmet eden bir disiplindir.

Tanımımda ısrarcıyım. Bilim doğayla (burada fiziksel gerçeklik demek daha netleştirebilir söylemek istediğimi) doğayı anlamaya, kavramaya çalışan ve bunu belli bir şekilde yapmaya çalışan, yani bu tür bir uğraşa ilişkin belli bir bakış açısıdır (çünkü doğayı anlamaya çalışan her faaliyet bilim değildir). Bilimsel yöntemin esası kabul edilen deneye, deney yapmaya başvurması, bilimi bilim yapan yegâne şart değildir. Varsayım, deney, sonuç herhangi bir disiplini otomatikman bilimselleştirmez. Doğayı anlamaya çalışmak bence çok daha önemli bir unsurudur bilim dediğimiz uğraşın. Ama buna elbette bir yandan da bu uğraşın daha bir kendi içinden, daha bağımsız kaygılarla yapılmasını da eklemek gerekir diye düşünüyorum. Her ne kadar bir bilim insanı rahatlıkla dindar olabilirse de, bilimle uğraşırken kanımca dini kaygı ve amaçlardan, daha doğrusu araştırmanın bir sonucu olarak çıkmayan önceden kabul edilmiş açıklamalardan kopmuş olmak da gerekiyor; ama geçmişte yaşamış ve bilimle uğraşmış bazı şahıslara baktığımızda bunun her zaman doğru olmadığını görüyoruz.

İngilizce iki alıntıyla noktalayayım bu yazıyı (maalesef çeviremeyeceğim, bir üçüncü çeviriyle herhangi bir müdahale olmaması için):

“This explains why most physicists are troubled by Bohr’s conclusion in the orthodox Copenhagen Interpretation that the truths of science are not, as the architects of classical physics believed, “revealed” truths. They are subjetively based constructs that are useful to the extent that they help us coordinate greater ranges of experience with physical reality. But this does not mean, as some have supposed, that Bohr took the position that the truths of science in physical theory are, in any sense arbitrary. It is quite clear, as he often pointed out, that they coordinate our experience with physical reality beautifully and with great precision” (31)

“”The Notion of an ultimate subject as well as conceptions of realism and idealism,” wrote Bohr, “find no place in objective description as we have defined it.” This means that physical laws and theories do not have, as the architects of classical physics supposed, an idenpendent existence from ourselves. They are human products with a human history useful to the extent that they help us coordinate a greater range of experience with nature. “It is wrong,” sad Bohr, “to think that the task of physics is to find out how nature is. Physics concerns what we can say about nature”” (79).


Her iki alıntı da M. Kafatos ve R. Nadeau, The Conscious Universe adlı kitaptan.

Yorumlar

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Mefhumları yerli yerine koymakta fayda var. Biyoloji social science değildir, natural sciencedır. Zannedersem biyolojiye social science derken aklında biyolojinin sadece bir dalı olan biyolojik antropoloji vardı. Biyolojik antropoloji, her ne kadar bazı çevrelerce yanlış olarak antropolojinin dalı olarak addedilse de, aslında biyolojinin bir dalıdır, en azından ele aldığı mevzular ve tatbik ettiği metotlar itibariyle öyle olmalıdır, dolayısıyla, tamamen insanla alakalı olmasına rağmen, o da social science değil, natural sciencedır. Kültürel antropolojiyle biyolojik antropolojinin aslında birbiriyle hiç alakası yoktur, bir kere tatbik ettikleri metotlar çok farklıdır.

    Bugün akademik çevrelerde social scienceları da bilim dışı dolayısıyla humanities disiplini olarak gören çok mühim bir kütle oluşmuştur. Ben de kendimi bu kanaate yakın hissediyorum. Biyolojik antropoloji social science ya da antropoloji dalı olmadığına göre, social sciencelar içinde gerçekten social science yani bilimsel olan bir arkeoloji (Amerika'da yanlış olarak antropolojinin bir dalı olarak addedilir, Avrupa'daysa ondan tamamen ayrı bir disiplindir ve bence de doğru olanı budur) vardır. Gerisi (mes., tarih, sosyoloji, antropoloji, psikoloji, siyaset "bilimi", iktisat) aslında humanities olarak sayılmalıdır.

    Bu fikirlerimi hem Razib Han'ın Discover'daki blogundaki "Social science isn’t “science”?" isimli threadinde, hem de genetikçi Ömer Gökçümen'in "Shepherds of Arcadia" isimli blogundaki "Intellectual – FAIL!" isimli threadinde kısaca arzettim (ikisinde de İngilizce olarak). Merak ediyorsan okuyabilirsin.

    YanıtlaSil
  4. Sağ ol biyolojinin bir toplum bilimi olmadığı konusunda beni bilgilendirdiğin için. Bu kadar yıldır yanlış biliyormuşum. Eğer biraz da benim nasıl bir ayrımdan yola çıktığımla ilgilenseydin, insanı doğanın parçası olarak inceleyen disiplinlerden bahsettiğimi, biyolojiyi bu amaçla o gruba dahil ettiğimi ve toplum bilimleri denen bir kavramı çok ciddiye almadığımı görecektin; ya da gördün de yine de öyle yazma gereği hissettin, her neyse.

    Bazı çevreler biyolojik antropolojiyi yanlış olarak antropolojinin bir dalı olarak kabul etmiyorlar. Bu bir tercih meselesi. Kimisi biyolojiye dahil ediyor, kimisi antropolojiye. Bunun doğrusu yanlışı yok, ki bana antropolojinin içinde olması çok daha uygun geliyor örneğin.

    Arkeolojinin bilimselliği konusuna katılamayacağım. Bilimsel yöntem ve yaklaşımları kullanıyor olabilir ama bir bilim olarak adlandırılması bana fazla geliyor. Ben daha çok tarihle aynı kategoride görme eğilimindeyim arkeolojiyi. Örneğin 15.000 yıl öncesine dair bir varsayımda bulunup bunu laboratuarda test edemiyoruz, öyle değil mi? Bu açıdan bakınca antropoloji daha uygun bir aday.

    Doğruyu yanlışı bulmayla epey ilgileniyorsun ama arkeoloji konusunda da işin doğrusu veya yanlışı yok. Amerikalılar antropolojinin içine koymayı tercih etmiş, Avrupalılarsa başka türlü yaklaşmışlar konuya. Bunlar çok önemli ayrıntılar değil. Ama sosyoloji ve psikoloji gibi disiplinleri bilimin dışına çıkarmanı ilginç buldum. Her ikisi de bilimsel çalışma yapabilen ve yapan disiplinler.

    Her neyse, sonuç olarak bu konuya farklı açılardan yaklaşıyor gibiyiz.

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  7. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  8. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  9. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  10. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  11. Biyoloji haricinde sosyal bilimler olarak saydığın disiplinlerin hepsi yaygın olarak sosyal bilim olarak kabul edilen disiplinlerdi, ben de haklı olarak biyolojiyle alakalı olarak itirazda bulundum, ayrıca sen de takdir edersin ki insan biyolojide çok küçük bir yer kaplar (dünyadaki canlı türlerinin miktarını düşündüğümüzde çok tabii birşey). Arkeolojiyle alakalı olarak, Gökçümen'in blogunda bilimsel (spekülasyona daha az yer olan) bir arkeolojiyi kastettiğimi söyledim. Psikolojiye gelince, nöropsikolojiyi psikolojinin dışında ve biyolojinin nöroloji üzerinden bir dalı olarak görüyorum, dolayısıyla nöropsikoloji tabii bilimdir, en azından öyle olmalıdır (öyle olması o yöne somut olarak daha fazla meyletmesi ve bilimselliği açısından faydalıdır, tıpkı biyolojik antropolojide olduğu gibi). Sosyolojinin bilimselliği çok tartışmalı ve esas ben senin sosyolojinin bilim dışı olması iddiama şaşırmana şaşırdım, zira bu mesele akademik çevrelerde de çok tartışılan birşey.

    Aslında tüm meselenin özü şu: Sosyal bilimlerin büyük çoğunluğu tabii bilimlerin sahip olduğu elle tutulur, rahatça deneye tabi tutulabilir, her zaman geçerli olan kanunlarla formülize edilebilir materyelden mahrumlar. Ele aldıkları materyelin tabiatının ve tabii ki bilimdeki noksanlıkların bir neticesi bu ve yakın bir gelecekte de bu durum, bu vaziyet pek değişeceğe benzemiyor.

    YanıtlaSil
  12. Biyolojiyi nasıl değerlendirdiğimi sanırım kavrayamıyorsun. Her neyse, bana şu bilimsel arkeolojinin bilimselliğinin nereden kaynaklandığı konusunda bir kaç bir şey yazabilir misin; merak ettim.

    YanıtlaSil
  13. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  14. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  15. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  16. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  17. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  18. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  19. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  20. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  21. Biyolojiyi nasıl değerlendirdiğimi sanırım kavrayamıyorsun.

    Biyolojinin ne olduğu ortada, orada tartışılan pek birşey yok. Aksi bir fikrin varsa savunursun, yoksa bu kadar tartışmaya hiç gerek yok.

    bana şu bilimsel arkeolojinin bilimselliğinin nereden kaynaklandığı konusunda bir kaç bir şey yazabilir misin; merak ettim.

    Paleontoloji ne kadar bilimse arkeoloji de o kadar bilimdir. Geçmişle alakadar olmaları onları bilim olmaktan çıkarmaz (tarihsel bilim-deneysel bilim* ayrımını duymadın mı?). İnsan tabiatın parçası olduğuna göre, tıpkı paleontolojide tüm canlılara tabiatın parçası olarak yaklaşıldığı gibi arkeolojide de aynı şey yapılmalıdır. Kültür ve medeniyetler çevrelerinden, tabiattan azade düşünülemezler, düşünülmemelidirler. Arkeoloji tarih gibi yapılırsa elbette bilim olmaktan çıkar. Bunun yerine, arkeoloji paleontolojiye yakın ve hatta onun bir dalı olarak addedilmelidir (dolayısıyla aslında o da sosyal bilim yerine tabii bilim olarak addedilmelidir, böylece "sosyal bilim" kategorisine de gerek kalmaz) ve onunla (paleontolojiyle) aynı metotlara tabi tutulmalıdır.

    * İngilizcesi: historical science-experimental science

    YanıtlaSil
  22. Anlamadığın nokta da bu. Ben burada biyolojinin ne olduğunu tartışmıyorum ki; biyolojiyi sadece insanı ilgilendiren kısmıyla bağlantısı ölçüsünde o listeye koydum. Sense bana uzun uzun biyolojinin bir toplumsal bilim olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Neyse dediğim gibi bunu artık geçiyorum. Gereksiz bir tartışmaya dönüşmeye başladı.

    Bilimsel arkeolojinin bilimselliğinin kökeni hakkındaki açıklaman kesinlikle doyurucu değil. Geçmişle alakadar olmaları elbette bilimselliğin dışına taşımaya başlayabilir herhangi bir disiplini. Çünkü böyle bir uğraş neticede anlatı üretmenin alanına girmeye başlar. Eğer geçmiş üzerine deneyler yapabilmenin yolunu bulduysan o ayrı bir şey tabii ki. Arkeoloji sadece kemikler, bulunan testi parçaları üzerine testler, yaş belirlemeleri yapmak veya deneysel konutlar yapıp bunların içinde nasıl yaşanıldığına dair deneyler tasarlamak değil. Üst Palaeolotik devrimi türünden ifadeler belirmeye başladığında bilimsellikle bağlantı kopuyor ya da bu yüzden kurulamıyor, her ne kadar bu anlatıların bazı kısımlarında bilimsel çalışmalar söz konusuysa da.

    Tarihsel bilim-deneysel bilim ayrımını duymak başka bir şey bu tür ayrımları ciddiye almak başka bir şey. Baştan beri anlaşamadığımız noktalardan en önemlisi sanırım bu. İnandığın bazı şeylerin herkes tarafından kabul edildiğini varsayıyorsun. Basit (ya da alışıldık diyeyim) su molekülünün 2 hidrojen ve 1 oksijen atomundan oluştuğu konusunda herhalde hemen hemfikir olabiliriz. Ama tartıştığın konuların büyük kısmı bu derece kesinlik içermiyor.

    Arkeolojinin palaentolojiye yakın bir dal addedilmesi onu nasıl bir doğal din yapıyor hâlâ tatmin olmuş değilim. Çünkü hiçbir şey açıklamamışsın. Neyse olmazsa bunu da geçelim.

    YanıtlaSil
  23. Son paragrafa kadar olan değerlendirmelerini senin sübjektif fikirlerin olarak değerlendiriyorum ve üzerlerinde pek durmuyorum.
    Sana burada sadece bir sorum olacak: Paleontoloji bilim mi değil mi?

    Ama son paragrafta söylediklerine ("bilim"i yanlışlıkla "din" olarak yazmanı saymıyorum) kesinkes itirazım var. Arkeoloji herkes tarafından paleontolojinin bir dalı olarak kabul edilseydi, arkeoloji bugünkünden çok daha bilimsel olarak yapılacaktı ve senin itiraz ettiğin "Üst Palaeolotik devrimi" gibi iddialı ifadeler kolay kolay zikredilemeyecekti. Ayrıca, paleontolojinin dalı olduğundan arkeoloji elbette tabii bilim olarak kabul edilecekti.

    YanıtlaSil
  24. Evet din bilim olacaktı. Birazdan düzeltirim.

    Yazdıklarına gelince, ben de senin yaklaşımını benimseyerek bunları senin sübjektif fikirlerin olarak değerlendirecek ve üzerinde durmayacağımı söylemekle yetineceğim. iyi günler...

    YanıtlaSil
  25. Bu müzakere çok uzadığından daha fazla yazmayacağım. Çünkü anlaşılan o ki, ne kadar yazsam da müzakere bir yerlerde hep kısırdöngüye girecek.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder