Kayıtlar

Mart, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Türklük Değil Türkleşme

Bu konuyla ilgili daha önceki yazımda Türkleşme adını verdiğim bir süreçten bahsettim. Birkaç şey daha söylemek istiyorum bu konuya ilişkin. Konuşulan diller arasında görülen benzerlik zaman içinde, özellikle daha farklı bir dil konuşan bir düşmanın veya hasmın belirdiği durumlarda daha üst bir kimlik düşüncesine yol açabilir ve bu nokta bir ortak dilleşme sürecine girilebilir. Farklı Türkçeler de zamanla ve/veya zaman zaman Türkleşmelere yol açmış olabilir. Tabii bu arada başka dilleşmeler de söz konusu olmuş olabilir. Örneğin Türkmenleşme gibi bir süreçten de bahsedilebilir ama burada bir noktaya dikkat etmek gerekiyor. Her ne kadar her durumda son nokta yeni bir üst kimliğin ortaya çıkmasıysa da, sürecin başlatan koşullar farklı olabilir. İlla ki bir çatışma durumunun belirmesi gerekiyor ama bu belirdikten sonra birleştirici unsur dilsel benzerlik olabileceği gibi, kültürel veya dinsel ya da benzeri başka bir şey de olabilir. İlk başta böyle bir Türkleşme var mı kesin bi

Göbeklitepe: Urfa'da Tarihöncesi (Radikal Gazetesi, 16.03.2010

İnsanoğlunun mağaralarda vahşi bir hayat sürdüğü sanılan yıllarda Harran'da yaşayanlar muhteşem bir tapınak inşa etti MEHMET ÖZDOĞAN ŞANLIURFA- Göbeklitepe’de küçük bir arazisi olan Şavah amca, 1986 senesinde arazisini sürmeye başladığında, arkeoloji tarihinde bilinen her şeyi alt üst edeceğini bilmiyordu. O gün küçük bir heykel buldu. Bir süre elinde tutuktan sonra, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne götürdü. Heykelin milattan önce 6-7 binlere ait olduğu belirlendi. Aradan yıllar geçti. 1995 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Harald Hauptmann tarafından, Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında yüzey çalışmaları yapıldı, heykelin bulunduğu yerin birkaç metre ötesinde ‘bir şeyler’ vardı. 1996 yılından bu yana Alman arkeolog Klaus Schmidt önderliğinde sürdürülen kazılarda, her yıl birkaç yüzyıl geriye gidildi. Göbeklitepe’de bugün gelinen nokta büyüleyici. Şanlıurfa’nın 17 km doğusunda, bereketli Harran Ovası hilalinin tam göbeğinde dünyanın en eski tapınağı var; tam 12 bi

Türkçenin İlk kez Konuşulması ve Türklerin İlk Kez Ortaya Çıkışı Üzerine

Arka arkaya gelen bazı yorumlar üzerine tekrar bazı noktaları, en azından benim ne demeye çalıştığımı tekrar açıklığa kavuşturmak ihtiyacı belirdi Orta Asya’dan göç olmadı demek kolay değil. Çünkü tarihsel kayıtlar aksini söylüyor. Gelenler var. Ama bu gelenlerin sayısı ve geldikleri yerdeki insanların kaçta kaçını oluşturdukları veya ne kadarını yerinden ettikleri tartışılabilir. Türklerin anayurdu tartışmasıysa hepten zor. Adsız adı altında gelen yorumcunun arka arkaya bloga gönderdiği yorumlar daha çok Türkçenin anayurdundan bahsediyor. Türkçenin anayurdunun tespit edilmiş olması (ki bu anayurt pekâlâ Urallar, Hazar Denizi’nin kuzeyi olabilir; gayet makul bir görüş), Türklerin ilk kez nerede ortaya çıktığı sorusunu cevaplamıyor; sadece Türkçenin ilk kez nerede, hangi bölgede konuşulduğu sorusunu cevaplıyor. Çuvaşlar ilk Türkçeyi konuşmuş ve hâlâ konuşuyor olabilir. Ama bu onların Türk olduklarını göstermiyor. Sanırım bu ayrımı kavramak epey zor geliyor. Bir dili konuş

Dervişler, Anadolu, İslam ... yazısına gelen aşağıdaki yoruma cevap:

Tarihlerde ve diğer eserlerde (örn., menkıbeler) geçen sufi, derviş, abdal, kutb, şeyh, pir, veli, baba, dede, bacı, fakih, molla, hoca gibi unvanları olan dini önderlerin (Ede Bali, Ak Şemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Şeyh Bedreddin, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Ahmed Yesevi ve hatta Mevlana ile İbn-i Arabi de dahil, ve de tabii ki sayıları belirsiz daha niceleri) ne kadarı gerçektir? Gerçekten varolmuşlarsa bile, öyküleri ne kadar gerçektir? Tabii, tarihlerde ve diğer eserlerde söylediğin gibi Müslüman dini önderler ve/veya bunların öyküleri bu kadar çok geçtiğine göre, bunların ne kadar fazla bir miktarının kendisi ve/veya öyküsü hayal ürünü olursa olsun, o zamanlar Anadolu'da ve muhtemelen izleyen dönemlerde Rumeli'de Müslüman dini önderlerin görece çok olduğunu ve Osmanlı'nın ve hatta tarihteki diğer Anadolu Müslüman devlet ve beyliklerinin kuvvetli İslami (ortodoks ve/veya heterodoks) temelleri olduğunu söyleyebiliriz sanırım, yanılıyor

Dervişler, Anadolu ve İslam, Fanatizm ve heterodoksi, dini ile
Osmanlı’nın kuruluşunda sufi bağlantısı: Dervişler, heterodoks bağlantılar, ortodoks İslam.

İlk Osmanlılarla ilgili Sufi ve/veya derviş bağlantısının incelenmesi, böyle bir bağlantının olup olmadığının incelenmesi olarak anlaşılmamalı. Sufiler ve dervişler Osmanlı’nın ortaya çıkışında vardır. Bu bağlantıyla ilgili o kadar çok kanıt mevcuttur ki, bunun aksini iddia etmek olanaksızdır. Herşeyden önce Osmanlı tarihlerinin kendileri bu insanlarla ilgili çeşitli öykülerle doludur. Fakat daha da önemlisi Osman Bey zamanındaki Şeyh Ede Bali adındaki derviştir. Daha sonra Orhan Bey zamanında da derviş öyküleri mevcuttur. Dervişlere verilen yerlerden, onların tekkelerinden bahsedilir. 1400’lerde Şeyh Bedreddin vardır. Bir derviş grubu olan Rum Abdallarından bahsedilir. Gene dervişlikle ilgisi olduğu anlaşılan Rum Bacılarının adı geçer. Yeniçeriler ile Bektaşilik arasındaki ilişki vardır. Orhan’ın kardeşinin dervişliği seçerek sultanlıktan feragat ettiği anlatılır. En önemlisi de ilk en düzgün Osmanlı tarihini yazmış olan Aşık Paşazade’nin kendisi de bir derviştir ve derviş soyundan g

Tekrar Genler ve Türklük

Bloga gelen son yorumlardan anladığım kadarıyla genler konusu hâlâ kafa karıştırmaya devam ediyor. Sanırım bunun en önemli nedeni, genlerin etnik gruplar şeklinde düşünülüyor olması ya da her bir etnik gruba karşılık gelen genlerin olduğunun kabul edilmesi. İlk önce önemli bir hataya işaret ederek başlayayım. Anadolu’nun genetik kompozisyonunun %15’inin Asya kökenli genlerden geliyor olduğunu ileri sürmek, Anadolu’da yaşayan her bir insanın genlerinin %15’inin Asyalı genlerden oluştuğu anlamına gelmiyor. Özellikle mtDNA veya Y kromozomuna dayanan çalışmalardan bahsediliyorsa, böyle bir şey zaten mümkün değil. Bu genlerin seçilmesinin temel nedeni bölünmüyor olmaları. Dolayısıyla Asya kökenli Y kromozomu ya da daha doğru bir deyişle haplogrubu taşıyan birisi %100 bu haplogruptandır ve başka haplogruptan birisiyle evlenmesi onun oğlunun haplogrubunu değiştirmeyecektir; ama bölünebilen diğer genlerde değişikliklere elbette yol açacaktır. Asya ve Avrupa kökenli ayırımı yaparken

Osmanlı'nın Kuruluşu Semineri VI - Osmanlı'nın Kuruluşu ve Lindner'in Tezi
Osmanlı Devleti Aşiretten mi Çıktı?

İlk örgütlenmeyi aşiret/göçebe söyleminin içinde kalarak açıklamaya çalışan ve bu alanda kendisine yer edinmiş olan diğer bir çalışma Paul Lindner’e aittir. Lindner’e göre Osman’ın yandaşlarını birleştirmek için kullanmış olduğu siyasi örgüt aşiret idi. Göçebeler veya yarı-göçebeler bu yörede zaten bir dağılma aşamasındaydılar. Ekonomik sıkıntılardan ötürü sadece hayvancılıkla geçinemiyorlardı. Bu arada Bizans köylüsünün de hoşnutsuzluğu mevcuttu. Osman’ın çevresinde bir grup oluşmaya başlamıştı. Osman aşiretini dışarıdan gelenlere de açmaya karar verir. Osman’ın çeşitli grupları bir araya getirmiş olması, kaynaklardaki öyküleri de göz önüne aldığımızda epey mümkün gözükmektedir. Fakat kaynaklarda dışarıdan katılıma açık olma temasının gözüktüğü yerlerde, bu katılımı mümkün kılan araçlardan biri dindir. Hıristiyanlarla beraber çalışmak, beraber girişimler organize etmek de vardır ama gerçekten “bizden” olmanın yolu din değiştirmektir. Dışarıdan katılıma açık olan dindir. Bir aşirete d