Uzakdoğu Semineri - XV: Batı ve Doğu Arasında Düşünme Biçimi Farklılıkları
Nesne Kültürü ve Bağlam Kültürü

Diller arasındaki yapısal farklılıkların düşünce süreçlerinde farklılıklara yol açabileceğini veya açtığını söyleyebiliriz miyiz? Bazı araştırmacılar olabileceğini düşünüyor. Farklı dil yapılarının farklı düşünme biçimlerini dayatabileceklerini iddia ediyorlar. Örneğin Çincenin bağlamsal karakterinin bu dili konuşan üzerinde farklı şekilde düşünmeyi dayattığını söyleyebilir miyiz? Ya da Çinliler böyle düşündüklerinden ötürü mü böyle konuşuyorlar? Veya Çin yazısının görselliği veya işaretlerin biçimsel şekilde algılanmasını özendiriyor olması, bu yazıyı kullananları bu alanda diğerlerinden daha üstün kılabilir mi? Ya da Çinliler böyle bir özellikleri olduğundan mı böyle bir yazı türü yaratmışlar?


Bu tartışmada Çin (Doğu) ile Batının farklı düşündüklerini gösteren bir çalışma üzerinde yoğunlaşacağız. Bu çalışma farklı insan türleri argümanını getirmiyor. Şu ana kadar aksi gösterilmediğinden, Çinlilerle Batılıların veya diğerlerinin aynı türden geldiklerini kabul ediyor. Farklı türden geldikleri argümanını bu satırların yazarı da getirmiyor. Diğer yandan Çinlilerle Batıllıların farklı düşündüklerini gösteren birçok işaret de var. Bu farklılık, her ne kadar beyinleri aynı olsa da, insanların her zaman aynı biçimde düşünmediklerini ve dolayısıyla tek bir insan doğasının olmadığını gösteriyor. Bu farklılıkları kültürel olarak tanımlayabiliriz ama bu kültürel farklılaşmayı ortaya çıkarak daha farklı bir sürecin olduğunu düşünmemiz de gerekebilir. Çünkü söz konusu olan farklılık bir İngiliz kültürüyle Romanya veya İran kültürü ya da bir Çin kültürüyle Japon veya Vietnam kültürü arasında görülebilecek türden bir farklılık değildir. Ayrışmanın kültürel bir sürecin sonucunda ortaya çıkmış olma olasılığı yüksekse de, karşılıklı olarak iki farklı kültürler grubu yaratan bu ayrışmanın nedenlerini daha farklı bir yerde görmemiz gerekebilir.

Bu konuyu biraz açacak olursak, bu satırların yazarının yaklaşımı insan beyninin bulunduğu ortamda, yani doğada veya bu evrende, birden fazla düşünme biçimini mümkün kılması. En azından iki farklı düşünme biçiminin olduğunu kabul edebiliriz. Bir üçüncü biçim mümkün mü, bu tartışmaya açık. Görünüşe göre, kendimizi şimdilik iki farklı düşünce biçimiyle sınırlamamız akla uygun gözüküyor.

İnsan genelde çevre olarak tanımladığımız (doğa, evren gibi farklı adlar da kullanılıyor) bir alanın içinde var olur. Bu alanı maddi ve manevi şeklinde ikiye ayırmak mümkün veya bu alanın maddi ve manevi unsurlar, algılama nesneleri içerdiğini de söyleyebiliriz. İnsan bu alanda var olan şeyleri algılamak zorundadır. Bunu yapmadan yaşaması veya var olması biyolojik olarak mümkün değildir. Bu alanın nesnelerden ve nesneler arasında var olan ilişkilerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu sadece görsel bir dünya için geçerli olan bir koşul değildir. Sadece seslerin algılandığı bir dünya için de geçerlidir. Böyle bir dünyada da iki şey söz konusu olacaktır: Teker teker seslerin kendileri ve sesler arasındaki ilişkiler. Yani insan algılamasını çok kaba bir şekilde iki farklı biçime veya çabaya indirgeyebiliriz: Şeyler ile şeyler arasındaki ilişkilerin algılanması. İnsan bu ikisini de yapacak kapasitedir. Bu iki biçimi de kullanabilir veya bunlardan biri daha baskın olabilir. Bu tartışmanın konusunu, bu iki biçimin farklı coğrafyalarda baskın konuma ulaşmış olmalarıdır. Bir şekilde bu iki biçim farklı coğrafyalarda nispeten homojen alanlar yaratmışlardır. Her iki yerde de diğeri vardır ve var olmuştur ama arka planda kalmış, belirleyici olmamıştır. Böyle bir farklılaşmanın olduğu tespit edilmiştir ve bu çalışmada bunu göstereceğiz.

Farklılaşmanın kaynağının ne olduğu tartışmaya açıktır. Çeşitli nedenler sunmak mümkündür ki, bir taraf tek bir neden üzerinde yoğunlaşırken diğer taraf birden fazla nedenin etkide bulunmuş olduğunu düşünebilir. Bu ayrışmanın nedenleri ne olursa olsun, bu ayrışmadan sorumlu sürecin kültürel olduğunu düşünebiliriz. Rastlantısal, yani keyfi nedenlerden ötürü bu iki düşünce biçiminden biri daha baskın konuma ulaşmış ve bu baskınlık tarih boyunca güçlenerek sürmüş ve ardından Bourdieu’nun habitusuna benzer bir yapı kazanmıştır. Yani ortaya çıkanı biçimlendiren ve aynı zamanda ortaya çıkan tarafından da biçimlenen bir alışkanlıklar alanına dönüşmüştür. Öyle ki, bir süre sonra diğer biçim nefes alacak alan bile bulamamaya, çok sınırlı koşullarda varlığını sürdürmeye başlamıştır. Batı ile Doğunun karşılaşması aynı zamanda iki farklı habitusun, iki farklı düşünce biçiminin karşılaşması olmuştur.

İnsanlar bir düşünce biçiminden diğerine geçebilecekleri gibi, hem her ikisini birden içlerinde bulundurabilir hem de ikisinden oluşan melez düşünce biçimlerine de sahip olabilirler. Aynı şekilde, bu düşünce biçimlerinin homojenleştikleri alanların başka bir şeye dönüşmeleri de mümkündür. Olması gereken, diğer düşünce biçiminin güçlenmesini sağlayan koşulların ortaya çıkmasıdır. Batı Doğu karşılaşması bunu mümkün kılmıştır diyebiliriz.

Çinliler dünyayı, evreni, yaşamı bir daire olarak, batılılarsa bir çizgi olarak görürler. Çinliler sürekli değişime inanır ama bu, şeylerin her zaman eski haline döndükleri bir değişmedir. Çok sayıda olayla ilgilenir, şeyler arasındaki ilişkilere bakarlar ve parçanın, bütün anlaşılmadan anlaşılamayacağına inanırlar. Batılılarsa daha basit, daha belirlenmiş, nedensel (determinist) bir dünyada yaşar, tüm resmin veya daha büyük resmin, bağlamın kendisi yerine çarpıcı, belirgin nesneler veya kişiler üzerinde yoğunlaşır ve olayları, nesnelerin davranışlarını kontrol eden kuralları bildikleri için kontrol edebileceklerine inanırlar.

Batı geleneği çok uzun bir süre insan kavrayışının, bilme özelliğinin evrensel olduğunu savunmuştur. Her insanda aynı bilme süreci vardır. Eğer bir kültürdeki insanlar diğer bir kültürdekinden farklılarsa, bu farklı bilme süreçlerinden ötürü değil, yaşamın farklı yanlarıyla karşılaştıklarından, farklı şeyler öğrendiklerindendir. Son yıllarda bu yaklaşım geçerliliğini yitirmeye başlamıştır. Başta belirtildiği gibi, insanlar farklı bilme süreçleri kullanmakta, bazı bilme süreçleri bazı bölgelerde veya kültürlerde baskın konuma ulaşırken, diğer bölge ve kültürlerde de tamamen arka planda kalmaktadır.

Batıyla Doğu karşılaştırıldığında göze çarpan bazı gözlemler şunlardır:

Bilim ve Matematik: Neden antikçağ Çinlileri cebir ve aritmetikte ilerlemiş ama geometride geri kalmıştır?

Dikkat ve Algılama: neden Doğu Asyalılar olaylar arasındaki ilişkileri Batılılardan daha iyi görüyor ama nesneleri ortamlarından ayırmakta güçlük çekiyorlar?

Nedensel Çıkarsama: Neden Batılılar nesneler ve hatta insanlar üzerinde bağlamsal etkileri görmezden geliyor?

Bilginin Örgütlenmesi: Neden Batılı çocuklar isimleri çok daha hızlı öğrenirken, Doğulu çocuklarsa yüklemleri çok daha hızlı öğreniyor? Neden Doğu Asyalılar nesneleri ve olayları ilişkilerine göre gruplandırırken, Batılılar kategorilere dayanıyor?

Akıl Yürütme: Neden Batılılar daha çok formel (biçimsel) mantık kullanma eğilimindeyken (ve bunda ısrar etmek çeşitli yanlışlar yapmalarına neden olurken), Doğulular daha çok bariz şekilde çelişkileri temel alarak düşünüyor?

Yorumlar