Uzakdoğu Semineri - XIII: Kültür ve Kültürel Süreklilik

Gruplar arası ilişkilerden konuşurken kültür kavramını kullanmamak olanaksız. Her ne kadar kültür kavramının bugünkü yaygın kullanıma ulaşması çok daha farklı bir sürece ve sözcüğün etimolojik geçmişi bizim burada bu kelimeyi kullanacağımız anlamdan daha farklı bir anlam ve zihniyete işaret ediyorsa da, yine de aynı sözcüğü kullanmaya devam edeceğiz.


İnsanların gruplar halinde var olmak zorunda olduklarını ve ayrıca bunu çok uzun bir süre küçük gruplar biçiminde yürüttüklerini daha önce belirttik. Şu anda üzerinde durmak istediğim konu kültür ve kültürel süreklilikler. Kültür kavramının sayısız tanımı bulunmaktadır. Bir yaşam tarzı olarak kültür kavramından bahsettiğimizde söz konusu olan, insanların hem yaşamları hem de genelde insan yaşamının önem ve anlamı üzerine oluşturduğu inanç ve görüşler ve bu doğrultuda bireysel ve kolektif yaşamlarını yönlendiren, yapılandıran ve düzenleyen pratikler ve bunların ortaya çıkardığı ilişkilerden ibaret bir bütün, bir sistemdir. Başka bir şekilde söyleyecek olursak, kültürü, var olduğundan neredeyse herkesin yüzde yüz emin olduğu ama hiç kimsenin varlığını kanıtlayamadığı nesnel gerçeklikle insan arasındaki alan olarak tanımlayabiliriz. Kültür, nesnel gerçeklik denen şeyi insan için grupsal düzeyde biçimlendiren bir süreçtir. Bu süreç süreklidir ve insanın çevresinde ondan kopabildiği, uzaklaşabildiği, varlığı henüz gösterilmemiş bir alan yaratır. Bu grupsal bir alandır. İnsanın çevreyle ve genelde nesnel gerçeklikle girdiği veya içinde bulunduğu ilişkide, bir alan, bir ara bölge her zaman mevcuttur. İnsan nesnel gerçekliği hiçbir zaman olduğu gibi, doğrudan algılayamaz ve üretemez. Girilen ilişki ve buna bağlı olarak ortaya çıkan üretim her zaman özneldir. İnsanı bir şekilde grupsallığından kopartarak tanımlamaya çalıştığımızda, onunla nesnel gerçeklik veya kısaca gerçeklik olarak adlandırılan şey arasındaki alan kendi öznelliğidir. Bunun grupsal olanına kültür diyebiliriz.

Kültür kavramında daha baştan iki durumu birbirinden ayırmamız gerekmektedir. Bunlardan birincisi şu ana kadar bahsetmiş olduğumuz ara bölge, nesnel gerçeklikle insan grubu arasında oluşan, ortaya çıkan alandır. Bu alan vardır, her zaman elle tutulur özellikleri olmasa da, bir şey olarak vardır. Bir kısım özellikleri, varlığının bir kısmı nesneler aracılığıyla biçimlenir. Diğer kısmıysa, insan düşüncesiyle şekil bulur. İkinci durumsa, bu alanın insanın elinde bir araca, bir iletişim aracına dönüşmesidir. İnsan bu araçla kendisini diğerlerinden ayırır, bu ayırımın derecelerini belirler, bazen çatışma, bazen de uzlaşmayla sonuçlanan çeşitli diyaloglara girer ve bu diyaloglar sonunda da hem bu aracı hem bu aracın sonucu olarak ortaya çıkan bireysel ve toplumsal kimliklerini üretir ve yeniden biçimlendirir.

Kültür bir topluluk olmadan düşünülebilse de, aslında kültürlerden ziyade kültürel topluluklardan bahsetmek daha uygundur. Kültür tek başına düşünülebilir; kendisini kültürel olarak biçimlendirmiş grubundan kopmuş bir bireyin kültüründen bahsedilebilir ama her halükârda her bireyin geçmişinde bir yerlerde bir kültürel grup ilişkisi vardır. Kuramsal olarak bir bireyin bir kültürel toplulukla ilişkisinin kopmasının mümkün olduğunu düşünebiliriz. Burada söz konusu olan, bir yozlaşma, eklektik yapılaşmanın sonucunda kendi içinde kararlı bir yapıya dönüşemeyen ve dolayısıyla bir farklılık yaratma özelliğini kısmen veya tamamen kaybetmiş bir durumdur diyebiliriz. Toplumsal değişim hızıyla kültürleşme arasında bir ters orantı da düşünebiliriz. Değişim hızı ne kadar artarsa, kültürlerin kararlılıkları da o oranda azalır. Burada söz konusu olan kültürel yapının yok olması değildir. Kültür yine vardır ama kararlılığında, iç tutarlılığında önemli bir düşme vardır. Bu tür kültürleri (ki bunların daha çok modern çağla ve postmodern tutumla ilişkili olduklarını düşünebiliriz) tarihin diğer dönemlerinde görülen kültürlerden ayırmamız gerekmektedir. Neticede kültürün kendisinin de değiştiğini, tek bir kültür tanımının tüm dönemler ve durumlar için geçerli olamayacağını hesaba katmamız gerekmektedir. Kültür bir birikimin, biriktirmenin, toplamanın sonucu olduğuna göre, bu birikimin unsurlarının bir araya getirilmeleri ve korunmalarıyla ilgili değişim hızının, bu birikimin kullanılma biçimlerini etkilediğini düşünmememiz için hiçbir neden yoktur. Bir birikimin kendisi bir bireyin yaşam süresinde birkaç kez değişiyorsa, o birikimin birey tarafından kullanılabilirliği ciddi bir şekilde etkilenebilir. Bir birikimin gücü, o birikimin büyük kısmının uzun süredir var olan veya böyle bir izlenim yaratan toplumsal bir içselleştirmeye dönüşmesinden gelir. Bu da toplumsal değişimin çok hızlı olmamasıyla gerçekleşir. Yani var olan birikimin büyük kısmı geçmişe aittir. Toplumsal değişimin hızı arttığında, bunun tersi bir durum ortaya çıkmaya başlar. Geçmişin, özellikle bireyden önceki geçişten gelen kısım küçülmüştür ve bireyin döneminde dahil olmuş unsurlar da süratle değişmektedir.

Kültür yaratılabilir de. Kültürel topluluklar hayal edilmiş, muhayyel topluluklar olmasa da (katılıma dayanan topluluklardır) muhayyel alanlar biçiminde ortaya çıkan kültürlerden de bahsedebiliriz. Bu ikisini birbirinden kesinlikle ayırmak gerekmektedir. Bireyler birden fazla kültüre ait olabilecekleri gibi (nesnel gerçeklikle grup arasındaki alan, ara bölge anlamında), bu kültürlerin bir kısmı tamamen bireylerin günlük, birebir etkileşimlerinin ürünü olarak ortaya çıkan katılımsal alanlar olurken, bir kısmı da hayal edilmiş, kurgulanmış, yapılmış, muhayyel alanlar şeklinde karşımıza çıkabilir. Örneğin günümüzün ulusal kültürleri, medeniyetlerin kültürleri ve neredeyse tüm büyük grupların kültürleri, nesnel gerçeklikle aralarında oluşan ara bölgeler kısmen veya tamamen yapılmış, katılımsal pratiklerin, birebir etkileşimlerin dışında ve bunlardan nispeten bağımsız şekilde üretilmiş alanlardır. Birey kültürü bir iletişim aracı olarak kullanabilirken, yeri geldiğinde ihtiyaç duyduğu iletişimin gerektirdiği biçimde kültür de yaratabilir. Bir kez kültür bir grubun kendisini diğer gruptan farklı göstermesi için kullanılmaya başladığında, bu kullanım, dahil olduğu çeşitli diyaloglar aracılığıyla çeşitli başka alanlar, ara bölgeler, yani kültürler yaratabilir ve bu yaratım süreci her ne kadar tek bir bireyin çabaları sonucunda ortaya çıkmasa da, sonuçta bireylerin çabaları sonucunda ortaya çıkar. Günlük maddi pratiklerin yarattığı diyaloglar terk edilmiş, bunların yerini simgelerin ve daha ziyade anlatıların güdümünde gelişen diyaloglar almıştır. Ancak bu ikinci kültür türüyle, birinci tür birçok kültür bir araya toplanabilir, daha büyük kültürler yaratılabilir.

Kültürel Süreklilik

Bu noktada tartışmayı kültürel süreklilik konusuna getirmek istiyorum. Kültürü kabaca ortak paylaşılan pratikler, simgeler ve anlatılar olarak tanımladık. İnsanın grupsal bir canlı olmasının yanında, aynı zamanda kültürel bir canlı olmasının en önemli nedeni, kendi dışındaki nesnel dünyayla girdiği ilişki de, bu ilişkinin doğasından ötürü bir alanın, bir ara bölgenin ortaya çıkmasıdır. Buna kültür diyoruz.

Kültürel sürekliliğe gelince, bunun iki şekilde olabileceğini söyleyebiliriz. Kültürün en önemli özelliğinin benzeşme olduğunu söyleyebiliriz. Aynı kültürden bireyler birbirine benzer. İki kişi arasında bir üçüncüye göre bir kültürel yakınlık söz konusuysa, bu iki kişi diğer üçüncüye göre birbirine daha çok benziyordur. Kültürel açıdan birbirine yakın iki topluluk, yarattıkları alanları, ara bölgeleri birbirine benzeyen topluluklardır; nesnel dünya veya gerçeklikle girdikleri ilişkide yarattıkları sistemler birbirine benzer.

İki topluluk arasında kültürel yakınlık, süreklilik veya devamlılık nasıl oluşur? Tam anlamıyla bir kültürel yakınlık veya devamlılık ilişkisinden bahsedebilmek için, karşılaştırılan toplulukların aynı kültürel kökenden gelmiş olmaları veya toplumlardan birinin diğerini kültürel açıdan kendisine benzetmesi gereklidir. Bir A kültürü olduğunu var sayalım. Bu kültürden bir noktada başka bir parça doğarak diğerinden bağımsız bir şekilde yaşamaya başladığında bir kültürel ilişki söz konusudur. Çünkü ortaya çıkan yeni topluluk köken-topluluğun ara bölgesini, yani kültürünü de almıştır. Bu kültür zamanla değişebilir ve bu parçadan başka parçalar da doğabilir. Öyle ki binlerce yıl sonra ortaya çıkan parçanın kültürü ilk topluluğun kültüründen birçok bakımdan çok farklı olabilir, ama burada var olan kültürel ilişkinin izini ilk topluluğa kadar geri götürmek kuramsal açıdan mümkündür ve böyle bir ilişki vardır.

İki farklı topluluk olduğunu var sayalım. Bu topluluklar birbirlerinden çok uzakta ve birbirleriyle hiç ilişkiye girmemiş olabilir. Bir noktada A kültürünün B kültürüyle karşılaştığını ve onun kültürünü etkilemeye ve zamanla da değiştirmeye başladığını düşünelim. Bu toplulukların bireyleri arasındaki genetik ilişki ne olursa olsun, bir süre sonra kültürler birbirine benzediğinde, bu iki kültür arasında bir süreklilik ortaya çıkmış olur.

Her iki durumda da insanların bir şeyler yapması gerekmektedir. Kültür transferi sırasında transfer edilen kültürü bilen, kullanan bireyler gereklidir. Ancak bu şekilde bir kültür başka bir topluluğa aktarılabilir. Bir kültürün parçası olmayan ve onu kullanmayan bireylerin yaptıkları aktarmalar, yani tam olarak bilmedikleri bir kültürden gerçekleştirdikleri almalar, bazı unsurları kendi topluluklarına eklemleme çabaları, bir kültürel süreklilik ilişkisi yaratmaz. Bir fikir veya bir teknik aktarılmış olur ama bir kültürel element değil. Bir topluluğu oluşturan neredeyse tüm maddi ve manevi tüm nesneler bir şekilde kültürelleştirilmiştir. Herhangi bir nesnenin bir topluluktan diğerine aktarılması iki şekilde gerçekleştirilir: (1) Nesne alındığı topluluktaki kültürel bağlamdan kopartılır veya aktarmayı yapan bireyin bu kültürel bağlam üzerine bilgisi yoktur veya çok sınırlıdır ve bu nesne aktarıldığı toplumda yeni bir kültürel bağlamla buluşur; (2) Nesne kültürelliğiyle birlikte aktarılır ve aktarıldığı toplulukta kültürel bir etkide bulunur. Bu nesne yeni topluluğunda sonunda farklı bir kültürelleşmeyle var olur ama bu yeni kültürelliğiyle bir önceki topluluğundaki kültürellik arasında bir süreklilik ilişkisi kurulabilir. Dolayısıyla, her nesne veya bilgi aktarımı kültürel bir aktarım değildir. Bu açıdan bakıldığında, bir dinin aktarımı sırasında kesinlikle bir kültürel aktarımdan bahsedebiliriz. Dinler genellikle sistemler şeklinde aktarıldıklarından, bu aktarımlar sırasında önemli kültürel değişimler gözlememiz çok normaldir. Bu noktada ikinci bir ayrım daha beliriyor: Münferit unsurların aktarılması ve sistemlerin aktarılması. İkinci durumda her zaman bir kültür aktarımı söz konusudur.



Kaynakça

Parekh, B. 2000. Rethinking Multiculturalism, Cultural Diversity and Political Theory, New York: Palgrave.

Yorumlar

Yorum Gönder