Burası ve Ötesi Semineri - Eski Türklerde Cenaze Törenleri ve Öte Dünya İnanışlarına Bakış
Eski Türkler İbaresinin Düşündürdükleri

Öte dünya veya öbür dünya dediğimizde aklımıza gelen ilk kavramlardan biri ölümdür ve zaten öte dünyadan genellikle kastedilen de ölümden sonra yaşam veya var olmadır. Yani aslında ölmüyoruz, yaşamaya devam ediyoruz; ama başka bir dünyada. En azından böyle bir arzuyu yansıtıyor öteki dünya kavramı. Bu dünyadaki varlığımızın sona erdiğini biliyoruz. Bunu reddetmemiz zor. Herkesin yaşamında gayet sık rastlanan bir deneyim bu. Birileri doğuyor ve birileri ölüyor. İnsan öldüğü andan itibaren ölmemiş olanlarınki gibi var olmayı terk ettiğinden, ölülerin bu dünyayı terk ettiklerini veya onlarla aynı boyutta iletişime geçemediğimizi ister istemez kabul ediyoruz. Her ne kadar ölülerle iletişimin sona ermediği kabulü epey yaygınsa da, neticede bu iletişimin kolay olmadığını, günlük uğraşlarımızda karşılaştığımız diğer insanlarla iletişime geçmekten zor olduğunu, farklı işlemler gerektirdiğini kabul ediyoruz. Yani varlığımızın sona ermesi anlamında ölmeyi kabul etmesek bile, en azından bir sınırın varlığını, ölümü bu sınır ve bu sınırın geçilmesi olarak kabul ediyoruz. Öte dünya genelde bu sınırın öbür tarafındaki dünya olarak anlaşılıyor.


Fakat nasıl bir sınırdan bahsediyoruz. Yan yana var olan iki dünyadan mı, yoksa iç içe var olan iki dünyadan mı bahsediyoruz? Genelde bu ikisini de kastediyoruz. Bu öte dünya hem mekânsal hem de zamansal anlamda bizden sonrayı birbirinin ardından gelme şeklinde ifade ederken, çoğu zaman öte dünyayla iç içe yaşadığımızı da kabul edebiliyoruz. Bu dünyayı beş duyumuzla hissedemesek bile, bu dünyanın izlerinin kendi boyutumuzdaki varlığını kabul edebiliyoruz. Yani ölümle noktalanan sınırın ötesindeki dünya tamamen farklı bir dünyaya gitmeyi gerektirmeyebilir. Ölüler hâlâ aynı dünyayı ama farklı bir biçimde paylaşıyor olabilirler. Diğer yandan, en azından bazı dinlerde, tamamen farklı bir mekân da kabul edebiliyoruz.

Öte dünyanın iki farklı şekilde tasavvur edilebilmesi, yani ölümden sonraki dünyanın nerede var olduğunun en azından iki farklı şekilde ifade edilebilmesi, ölüm olarak adlandırdığımız sınırın aşılmasıyla ilgilenilmesini de başlı başına bir çaba haline getirebiliyor. Çoğu kez (bu en azından konumuz itibarıyla geçerli olan bir durum) ölülerin geri gelmemeye çalışmalarını sağlamak gerekiyor. Yani farklı bir dünya var ve ölüler oraya gidecekler ama bir şekilde ya gitmek istemiyorlar ya da öldüklerinden habersizler. Onlara yaradım etmek gerekiyor ve bunun için çeşitli törenler, ayinler ve benzeri etkinlikler düzenleniyor. Neticede farklı bir mekânın var olduğuna inanıldığını bu şekilde anlayabiliyoruz ama diğer yandan ölülerin kendilerine ayrılan dünyanın dışında var olmaları da mümkün.

Demek ki, eğer dünya dediğimiz şeyi iletişimde bulunabildiğimiz alan olarak tanımlarsak, öte dünya iletişime geçemediğimiz dünya oluyor. Biraz önce belirttiğim gibi, iletişime geçmek bazı durumlarda mümkün. En azından bu tür iletişimin mümkün olduğu aşağı yukarı tüm dinlerin veya belli bir dinsellik içeren tüm etkinliklerin kabul ettiği bir şey ama bunun olabilmesini sağlayan kurallar veya bunu sağlayan süreç bizim iletişimsel boyutumuza tamamen yabancı bir şey. Birincisi, yaşayanların doğal olarak sahip oldukları bir özellik değil. İkincisi, kendi dünyamızda hiçbir işe yaramıyor. Yani bu tür iletişim bir şekilde kendi dünyamızda iletişim için kullanılamıyor. Geleceği görmek şeklinde kullanıldığını düşünebiliriz ama burada da aslında bir öte dünya söz konusu ve bazı dinlerde ölülerin gittiği yer aynı zamanda doğanların da geldiği yer olabiliyor.

Konuyu bu noktada daha fazla karıştırmak istemiyorum. Amacım öte dünya hakkında “havaya girmemizi” sağlamaktı ve sanırım bunu başardık. Konunun kendisine geçmeden önce bazı ayrıntılara değinmek istiyorum. Sanırım bu oturum bu ayrıntıların tartışılmasıyla geçecek. İkinci oturumdaysa Orta Asya’da var olmuş ve hâlâ kısmen var olan öte dünya inançlarını inceleyeceğiz.

Bunlardan ilki Eski Türkler deyimi. Kimdir bu Eski Türkler? Kimleri dahil etmeliyiz bu kategoriye? Aslında bu konuda çok fazla zorlanmayabiliriz. Neticede Eski Türkler dendiğinde kastedilen genellikle Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ve benzeridir. Ben meseleyi biraz karıştırmak istiyorum.

Eski dendiğinde doğal olarak ilk aklımıza gelen yeninin de olduğudur. Bir şeyin eskisinin olması yenisinin en azından aynı tür anlamda var olmasını getirir. Yani yeni arabamız farklı bir model olabilir ama sonuçta bir arabadır. Eski Türk dediğimizde de genellikle kastedilen, farklı bir şekilde olsa da bir yeninin var olduğu ve bu yeninin tüm farklılığına rağmen aynı şey olduğudur. Bu ne kadar doğrudur?

Burada önemli bir ayrıntıyla karşı karşıyayız. Pekâlâ, Orta Asya’nın Türk Dili konuşan toplumlarında öte dünya inanışları diye bir konu başlığı türetebilirdik. Ya da, bu toplulukların büyük kısmı bugün farklı dinlerin ve özellikle de “Büyük Dinler”in etkisi altına girdiklerinden, Orta Asya Türk Dili konuşan toplumlarda “Büyük Dinler” öncesi öte dünya inanışları gibi gayet uzun bir başlık atabilir ve bu konuyu ya da aslında neredeyse aynı konuyu bu şekilde tartışabilirdik. Çünkü sonuçta bu tür tartışmalara temel teşkil eden kaynaklarımızın büyük kısmı aslında çok yeni, son zamanlara ait gözlemlerden oluşuyor. Elbette, sınırlı sayıda olsalar da, yedinci, sekizinci yüzyıllardan kalan kaynaklar mevcut ama mesele insanların bahsedilen şeyi nasıl yaşadıkları olunca, kaynaklarımızın çoğu gezginlerin gözlemlerine dayanıyor ve bu gözlemlerin büyük kısmı da son birkaç yüzyıla dayanıyor. Aslında mesele farklı bir bölgenin belli bir anlayışa hizmet eden öte dünya alışkanlıklarını incelemek değil, Eski Türklerin öte dünya inançlarına bakmak. Burada Eski ibaresi zamansal bir mesafeden bahsedildiğini görmemizi sağlıyor. Yani geçmiş hakkında konuşmaya, geçmişsel bir anlatı üretmeye çalışıyoruz. Durum böyle olunca da, Eski Türk’teki Türk ile Yeni Türk’teki Türk’ün aynı şey olup olmadıklarına bakmamız gerekiyor.

Geçmişsel anlatılar, yani tarih üretimi, ister istemez ve çoğu kez farkında olmadan bazı şeyleri diğerlerinden ayırmamızı, bazı şeyleri seçerken diğerlerini seçmemizi getirir. Tarih üretiminin kendisi doğasından ötürü seçmeye dayanır. Burada da Eski Türkler deyimi farkında olmadan yeniyle eskinin, yani konumuz açısından baktığımızda Türkiye Türkleriyle Köktürkler olarak adlandırılan grubun aynı tür olduğu anlayışını yerleştirmeye çalışıyor. Tabii ki her ikisi de, eğer mesele Homo sapiens’likleriyse, aynı türdendir. Fakat meseleye etnik gruplar açısından bakacak olursak, bu kavramı nasıl tanımlarsak tanımlayalım, ortada iki farklı etnik grup vardır. Yok, eğer ırkçılığa kayarak aynı ırkın devamından bahsedecek olursak, bu sefer de aynı grubun en azından genetik açıdan bakıldığında devam etmediğini görürüz. Kültürel açıdan bakacak olursak, durum daha da vahim bir boyut kazanır. Çünkü Anadolu’dan yaşayanlar Köktürk kültüründen çok uzaktır. Bu noktada iki sorun beliriyor. Birinci sorun bugün Türkiye’de var olan Türklerin hepsinin Orta Asya kökenli olmadığıdır. Eğer inançlar düzeyinde bir geçmiş anlatısı geliştirilecekse, geçmişi sadece Orta Asya’daki “Eski Türkler”le sınırlı tutmak bu geçmişin sadece bir kısmını anlatmak olur ve burada durmayıp bir de bu geçmişi sanki var olan bütünün tamamıymış gibi anlattığımızda tarafsızlık anlamında nesnellikten iyice uzaklaşmış oluruz. İkinci sorunsa “Eski Türkler” diye bir grubun var olmaması, bu deyimden anlaşılması gerekenin aslında hiç de net olmadığıdır.

Birinci sorunu aşmak hiç de kolay değil. Eğer illâki bir türden bahsedeceksek, ki Eski Türkler ibaresinden kastedilen belli bir etnik gruptur, aynı türün kendisini devam ettirdiğini göstermemiz gerekir. Bu etnik grubun kesintisiz bir şekilde devam etmediği tarihsel kayıtlardan anlaşılmaktadır. Eski Türkler teriminin kendisine dokunmadan bile, bugün Anadolu’da yaşayan Türklerin genetik açıdan çok farklı bir grup olduğunu gösterebiliriz. Bu konuyla ilgili çeşitli çalışmalar, Orta Asya genlerinin günümüz toplumuna katkısının %5 ile %30 arasında olduğunu göstermiştir. Bu da Türkiye dediğimiz bütünden Kürtleri, Rumları, Ermenileri, Çerkezleri ve bilinen diğerlerini çıkarttığımızda bile kalan grubun sadece en fazla %30’unun Orta Asya kökenli genlere sahip olduğunu göstermektedir. Demek ki Eski Türklerin devamı sayılan günümüz Anadolu Türklerinin hepsi Eski Türklerin devamı değildir. Bu topraklarda bugün yaşayan ve kendilerine Türk diyenlerin büyük kısmının ataları başka kültürlerden gelmiştir. O zaman Eski Türklerde öte dünya inançlarını incelemeye kalkıştığımızda ya Eski ibaresini kaldırıp yerine Orta Asya Türklerini veya daha ayrıntıya inerek örneğin Köktürkler’i veya Uygurlar’ı koyup bunların öte dünya inançları diyeceğiz ya da eğer günümüz Anadolu Türklerini referans alarak Eski Türkleri inceleyeceksek, Benedict Anderson’ın ulus kavramından yola çıkarak farklı etnik gruplara ve bunların kültürlerine de bakacağız. Yani birinin atası Orta Asya’ya giderken, diğerinin atası Çatalhöyük’e gidebilir ve bu ikisinin de Türk, yani Türk ulusunun bireyleri olduğunu kabul ediyorsak, o zaman iki farklı öte dünya inancına bakmamız gerekmektedir.

Burada biran durup şu anda işlemekte olduğumuz konunun aslında ne kadar kapsamlı olabileceğini göstermek istiyorum. Orta Asya’dan gelenler olduğu gibi, ataları Anadolu’da neolitik ve mezolitik döneme kadar gidenler de var. Diğer yandan Hint Avrupa göçleriyle gelenler de var. Hint Avrupa göçlerinin çeşitli kanallardan gerçekleştiğini düşünebiliriz. Bir yandan Trakya’dan diğer yandansa Doğu Anadolu’dan girilmiştir. İnançlar düzeyinde insan gruplarının genelde benzer sonuçlara ulaştığını düşünecek olsak bile (neticede hemen hemen her yerde gökyüzüne ibadet görülmüştür) bu inançların farklı biçimleri açısından baktığımızda birden fazla inanç etkilemiştir bu toprakları. Yani bir inanç tarihinde “Eski Türkler” ibaresini kullandığımızda birden fazla yere gitmemiz gerekecektir.

İkinci soruna gelince, aslında Eski Türkler diye bir grup var olmamıştır. Bu bizim geçmişe bakışımızın yarattığı bir kategoridir. Evet, araştırma yaparken çeşitli kategoriler yaratmamız gerekmektedir ama bunun Eski Türkler olması gerekmiyor. Daha özele inip Köktürkler veya Uygurlar diyebiliriz. Yoksa Eski Türkleri nerede başlatıp nerede bitirdiğimiz gibi bir soru ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Karahanlılar Eski Türklere giriyor mu? Eğer giriyorlarsa, o zaman Müslümanlığı da bir Eski Türk inancı olarak incelememiz gerekmektedir. Yok, girmiyorlarsa, o zaman Eski Türkler dediğimiz grubu diğerlerinden ayıran özellik nedir? Diğer yandan sanki bu gruplar türdeş bir topluluğa karşılık geliyormuş gibi konuşuyoruz. Köktürklerin karşılığı bir Köktürk toplumu mudur? Yoksa farklı diller konuşan farklı etnik veya kabilesel grupların bir araya gelmesi midir söz konusu olan. Eğer ikincisiyse, o zaman bu kabilesel grupların arasında belli bir kabilenin dini midir tartışmak istediğimiz, yoksa sadece Türk dilleri konuşan kabilelerin dini midir? Peki, İran dilleri konuşanların dillerini konuşmamamız mı gerekiyor? Bu arada dinlerin dillere göre bu kadar güzel bir şekilde ayrılmasının mümkün olup olmadığını da sorabiliriz. Farklı dillere sahip olmak farklı dinlere ve öte dünya inançlarına sahip olmayı getirmekte midir? Diller dünyasında gördüğümüz çeşitlilik inançlar dünyasında da görülebilir mi? Etnik grupların, eğer bu dönemde böyle bir şeyden bahsedebiliyorsak, dinlerinden bahsedilebilir mi? Belki de konuşulması gerekenin etnik grupların dinlerinden çok klanların dinleri olması gerekiyor. Neticede Eski Türklerin veya genelde Türklerin asıl dini gibi yaklaşımlar ürettiğimizde aslında kendi dünyamızı geçmişe yansıtmış olmuyor muyuz? Ve bu, hiç görmediğimiz ve artık gözlemleyemeyeceğimiz bir dünya hakkında konuşmak da olunca çok yanlış sonuçlara varma riskini de beraberinde getirmiş olmuyor mu? Örneğin, o günün dünyasında klanlar arasındaki dini farklılıklar, bizim günümüz dünyamızın büyük dinleri arasında algıladığımız farklılıklarla eş olmuş olabilir. Yani Köktürklere baktığımızda Aşina klanının belli bir dönemde benimsediği dini eğilim, meseleye dini varlıklar açısından baktığımızda, sadece o klanın değerlerini yansıtmış olabilir. Biz elbette belli bir genellemeye giderek birbirine yakın klan dinselliklerini bir araya toplayarak daha büyük bir kategori türetebiliriz ama bu bize o dönemde böyle bir kategoriye inanılmış olduğunu göstermez. Üstelik bir başkası çok daha geniş kapsamalı bir kategori yaratabilir. Ne de olsa öte dünya inançları, kendimizi biraz zorlayacak olduk mu, birkaç kategori altında toplanabilir. Eğer amacımız gerçekten belli bir dönemde var olmuş dinselliği yakalamaksa, her şeyden önce o dönemin kategorilerine uymamız gerekmiyor mu? Üstelik dini sadece günümüzün laik dünyasında anlaşılan biçimiyle bir dine indirgemek de, sonuçta bize ait bir yaklaşım. Eğer Orta Asya döneminde öte dünya inançlarının siyasi kazanımlar getiren rollerinin olmuş olabileceğiniz hesaba katacak olursak, klan dini yaklaşımının neden bu dönem için epey geçerli olmuş olabileceğini de görebiliriz. Farklı bir din ve beraberinde getirdiği öte dünya inancı, klanlar arasında var olan iktidar mücadelesinde bir tarafı daha avantajlı bir konuma ulaştırabilirdi. En azından elitlerle elit olmayanlar arasındaki mücadelede bu tür dini kaymalar düşünebiliriz. Örneğin, Köktürk döneminde Tonyukuk’un diğer dinlerin yayılmasıyla ilgili ihtarda bulunduğunu biliyoruz. Demek ki Köktürk toplumuna farklı dinlerin girmişti ki böyle bir ihtara gerek duyulmuştur. Tabii böyle bir ihtarın var olması bizi yine de Eski Türklerin tek bir dini olduğu sonucuna götüremez. Sonuçta Tonyukuk sadece bazı dinleri hedeflemiş, pastoral göçebe gruplar arasındaki farklılıkları dikkate almamış olabilir ki, aynı zamanda Çin kültürünü eleştirmiş olduğunu da düşünecek olursak, eleştirdiği dinleri farklı kültürel ortamların dinleri olarak eleştirmiş olduğunu düşünebiliriz. Diğer yandan sadece Aşina klanının sahip olduğu iktidarı korumak için bu klanın dininden farklı olan dinleri eleştirme gayreti içinde olduğunu da düşünebiliriz.

Bu kısa tartışmayı toparlayacak olursak, burada söylenmeye çalışılan aslında Eski Türkler ibaresinin hiç de net olmadığıdır. Bu dönemde kendisine Türk demiş tek bir topluluk vardır ama bu ayrıntıyı dikkate almasak bile, Eski Türkler yine de sorunlu bir terimdir. Nerede bitip nerede başladığı belli değildir. Dinsel boyutta Eski Türklerin inançlarından bahsetmek bir yandan tüm Türkçe konuşanların tek bir dine inanmış oldukları gibi bir izlenim verirken, diğer yandansa Türkçe konuşmayan grupların tamamen farklı dinleri olduğu gibi bir fikre kapılmamıza neden olabilir. Neticede bu iki yaklaşımı da desteklemek mümkün değildir. Orta Asya gibi bölgesel veya pastoral göçebe toplumlar gibi kültürel bir ibare bile Eski Türkler ibaresinden çok daha uygundur; tabii her ikisinin başına hangi dönemlerden bahsedildiğini gerektiren bir terim eklemek kaydıyla.

Yorumlar