Burası ve Ötesi Semineri - Eski Türkler İbaresinin Bir Araştırma Kategorisi Olarak Yetersizliği

Neticede “Eski Türkler” ibaresini temsil ettiği etnik çağrışımdan ayırmamız gerekmektedir. Bu kategori altında incelemek istediğimiz insan grubunu veya grupları etnik bir kategori olarak görmemeli, bu iş için çok daha geçerli bir kategori yaratmalıyız. Eninde sonunda her kategori bir genellemenin ürünü olacaktır. Pastoral Türkler gibi bir kategori icat ettiğimizde de fiziksel olarak var olmayan bir grup yaratmış olacağızdır. Her kategori bir soyutlamadır ve bazı şeyleri tartışabilmek ve inceleyebilmek için belli soyutlamalara gitmemiz gerekmektedir. Bu süreç içinde özelden genele doğru bir gidiş de söz konusudur. O zaman bu durumda en uygun kategori ne olacaktır? Bunu saptamak zor olabilir. Sonuçta bu, araştırmanın hangi yönde gerçekleştirilmek istenmesiyle ilgili bir tercihtir ama en az uygun olan kategoriyi belirleyebiliriz. Bu da, konumuz olan din alanı itibarıyla etnik sınıflandırmadır. Belki ileride etnik dinler ortaya çıkacaktır ama hâlâ böyle bir oluşum gerçekleşmiş değildir. Bunun nedenlerine en azından şu anda girmek istemiyorum. Eğer Orta Asya’nın bundan bin veya iki bin yıl önceki pastoral göçebe topluluklarının öte dünya inançlarını incelemek ve dolayısıyla bu grupların dinleri hakkında konuşmak istiyorsak, burada etnik sınıflandırmanın çok geçersiz bir yaklaşım olduğunu bilmemiz şimdilik yeterlidir. Böyle bir yaklaşımın çeşitli sorunlar teşkil ettiği en azından bugüne kadar gerçekleştirilmiş tarihsel araştırmalar aracılığıyla gösterilmiştir.


Örneğin, Köktürkleri ele alalım. Her şeyden önce kendilerini Köktürkler olarak adlandırdıkları kuşkulu gözüküyor. Orhun Yazıtları’nda sürekli karşımıza çıkan ad Türük veya Türk; Köktürkler adı iki kez belirmesine rağmen nedense bu hanlığı Köktürkler olarak adlandırmışız. Aslında Türk hanlığı olarak adlandırmamız gerekmektedir. Bu belki de Selçuk Türkleri, Osmanlı Türkleri, Hun Türkleri gibi çeşitli Türkler yaratma amacının bir sonucu ama bilinen şu ki Köktürklere Türk demek daha uygun gözüküyor. Demek ki bu dönemde kendisini Türk olarak adlandıran bir grup var. Diğer yandan kendilerini Uygur, Karluk veya Kırgız olarak adlandıran gruplar da var. O günün standartlarından yola çıkarak Türklerin öte dünya inançlarını incelememiz pek mümkün gözükmüyor. Çünkü bu Karlukların öte dünya inançlarıyla ilgilenmememizi getirecektir. Oysa iki grup da Türkçe konuşuyor. Dolayısıyla bir Türkçe konuşanlar kategorisi yaratabilirim, her ne kadar kendisini Karluk veya Uygur olarak görenler buna oldukça sinirlenebilirse de. Çünkü hepimiz Türk’üz diye bir anlayış bu dönemde gelişmemiş. Böyle bir anlayışı var olmadığı bir döneme dayatarak her şeyden önce, eğer gerçeklik denen bir şeye inanıyorsak, buna ciddi bir şekilde tecavüz etmiş oluyorum. İkincisi dille din arasında bir ilişki kurgulamış oluyorum. Çünkü bu grupları bir araya toplayabilmemin tek yolu bunların aynı dili konuşuyor olması. Günümüzün Yakındoğu kökenli tektanrıcı dinlerini incelemeye kalkıştığımızda böyle bir şeye yeltenmiyoruz. İngilizce konuşanların Hıristiyanlığını Almanca konuşanlarınkinden ayırmıyoruz. Olsa olsa resmi kiliseler düzeyinde bir ayrımdan söz ediyoruz ama bu dinin kendisinin dayattığı bir ayrım değil. Halklar düzeyine indiğimizde her ne kadar İngiliz Hıristiyanlarıyla Alman Hıristiyanları arasında ayrıntılarda bazı farkla gözlemlense de, neticede bir İngiliz dininden veya Hıristiyanlığından bahsetmiyoruz. En fazla İngiltere veya daha doğru bir deyişle Büyük Britanya bölgesindeki Hıristiyanlıktan bahsedebiliriz. Aynı şekilde, İran ve Arap Müslümanlıkları arasında ortaçağdan itibaren bazı farklılıklar görmemize rağmen, bunu hiçbir zaman İranlıların Müslümanlığı gibi kavramlara götürmüyoruz. Olsa olsa İran denilen bölgede İslam’ın farklı gelişiminden bahsediyoruz. Yani din araştırmalarının dil veya etnik grup referanslı gerçekleştirilmesi günümüzde hiç de rastlanmayan bir yaklaşım. Neden aynı yaklaşımı geçmişe taşımaya çalışıyoruz, sanki Gök Tanrı’ya tapmanın şekli veya bu tapmadan ötürü ortaya çıkan din bireylerin konuştuğu dile veya etnik gruba göre değişiyormuş, bu unsurlar tarafından belirleniyormuş gibi.

Tüm bu tartışma bir yana, tekrar Köktürklere dönecek olursak, yapılan araştırmalar bu siyasi varlığın tarihiyle ilgili olarak Çin kaynaklarında tespit edilen elli küsur kişi adının çok azının Türkçe karşılıkları bulunduğunu ve bunların da bir kısmının gerçekten Türkçe olduğunu göstermiştir (Sinor, 1990:290). Örneğin, Bumin, İstemi ve Tonyukuk adlarının Türkçe olmadığı tespit edilmiştir. Bu yetmiyormuş gibi Türk yönetici klanı Aşina’nın Türkçe olduğu gösterilememiştir. (Sinor, 1985:150). Her ne kadar Orhun Yazıtları’nın ait olduğu sekizinci yüzyılın Türk yönetici grubunun Türkçe konuşuyor olduğunu bilmemize rağmen, Köktürklerin ilk dönemi için aynı şeyi söylemek mümkün gözükmüyor. En azından yönetici grubun farklı bir dil konuşmuş olma olasılığını da dikkate almak gerekiyor (Sinor, 1985:146).

İsim deyip geçmemek gerekiyor. Özellikle yönetici kadroların isimleri, o kadroların ne tür bir kimliği öne çıkartmaya çalıştıklarını göstermede çok yardımcı olabilir. Bu konuyla ilgili Selçuklulara, Osmanlılara ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına bakabiliriz. Her üç durumda da farklı kimlik farklı adları getirmiştir. Selçuklularda Oğuz adlarının yerini Müslüman adları almıştır. Aynı gelişimi Osmanlıların kuruluşunda da görüyoruz. Osmanlı’nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılları kişi adlarının Türkçeleştiğini gösteren birçok örnek sunmaktadır. Benzer şekilde farklı siyasi görüşlerin farklı adlar getirdiğini de biliyoruz. Ortaçağ’dan modern döneme yığınlarca örnek, adlar ile benimsenen kimlik arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gösterdiğine göre, aynı şeyin Köktürkler döneminde de geçerli olduğunu düşünmememizi gerektirecek bir neden yoktur. Bu saptama Köktürklerin Türk olmadıkları sonucunu getirmez ama bu siyasi ve bir yere kadar kültürel topluluğu bir türdeş etnik yapı olarak görmemizi önlemelidir.

Bu konuyla ilgili şüpheler uyandıran başka ipuçları da vardır. Örneğin, çok basit ve konumuzla yakından ilgili bir örnek, Sinor’un Orhun Yazıtları’nda rastlanan Umay tanrıçasının adının Moğol kökenli olduğunu iddia etmesidir (Sinor, 1984). Sonuç olarak, bu ayrıntılar üzerine olan tartışmaları bir kenara bırakacak olursak, Köktürkler denen oluşumun farklı etnik gruplarını barındırdığını, önemli miktarda Türkçe olmayan bir kesim içerdiğini kabul etmemiz gerekmektedir. En azından Köktürkler, Uygurlar ve diğerleri gibi hanlık dediğimiz federasyonlardan yola çıkarak yapılacak bir çalışma Eski Türkler’in öte dünya inançlarını tespit etmek açısından çok anlamsız olacaktır. Bu ABD’de var olan öte dünya inançlarını incelerken sadece Protestan kökenli olanları ciddiye almak gibi olacaktır. Demek ki daha derine inip Köktürkler içinde sadece Türk olanların öte dünya inançlarına bakmamız gerekmektedir. Bu da iki nedenden ötürü zor ve/veya anlamsızdır. Birincisi elimizde böyle bir ayrımı sağlayacak kaynaklar yoktur. En fazla klanlar düzeyinde ve burada da güç gösterisinde bulunarak tarihe geçmiş klanlar hakkında konuşabiliriz. Etnik kimlik denen şey bu dönemde mevcut olmadığından veya ciddi bir kategori olarak değerlendirilmediğinden, bu dönemi yansıtan kaynaklar böyle bir kategori kullanmamıştır.

İkinci nedense böyle bir yol izlediğimizde aslında bu yolun çok gereksiz olacağını görecek olmamızdır. Çünkü etnik gruplar ölçeğinde ayrımlar yoktur. Ancak klanlar düzeyinde ayrımlardan bahsedebiliriz ve bu düzeydeki ayrımlar bile aslında çok büyük değildir. Genelde aynı zihniyet hâkimdir. Olsa olsa bir dinin mezheplerindekine benzer farklılıklardan bahsedilebilir. Bu da bir genele değil özele doğru gitmektir. Oysa Eski Türkler ibaresi bir genelleştirme arzulamaktadır. O zaman bu düzeyde bir genelleştirmeye nasıl ulaşacağız?

Daha farklı kategoriler deneyebiliriz. Örneğin, göçebe pastoral toplumların öte dünya inançlarından bahsedebiliriz ve burada Orta Asya bölgesi diye bir alt kategori icat edebiliriz. Ya da kronolojik bir yaklaşım benimseyerek göçebe pastoral toplumlarda öte dünya inançları kategorisini İran dili Orta Asya grupları ve Türk-Moğol-Tunguz (veya Altay) Orta Asya grupları olarak ikiye ayırabiliriz. Çünkü ikinci grup kronolojik olarak birinci grubu izlemiştir. Veya göçebe pastoral grubunu oluşum aşaması Orta Asya göçebe pastoral kültürü ve Olgunluğa erişmiş Orta Asya göçebe pastoral grubu şeklinde ikiye ayırabiliriz ve burada birinci grup İran dili gruplarını ikinci grupsa Altay gruplarını ifade edecektir.

Bu tür bir yaklaşım daha anlamlıdır. Çünkü en azından var olan toplumsal ekonomik biçim ile ortaya çıkan din arasında bir ilişki kurmak mümkündür. Bundan tabii ki, dinler var olan toplumsal ekonomik dünyayı yansıtır sonucunu çıkartmamak gerekiyor. Her ne kadar bunu savunan görüşler mevcutsa da, kanımca daha doğru yaklaşım, dinlerin yarattıkları kurguların malzemesinin var olan toplumsal ekonomik dünyayı yansıttığı iddiasıdır, ki buraya ekolojiye de dahil etmek gerekir.

Yorumlar