Evcilleştirilmiş tahılların ortaya çıkması ve tarım

M.Ö. 9000’lerde evcilleştirilmiş tahılları Ürdün Vadisi’nde görüyoruz. Aynı dönemde Fırat kıyılarında yabani tahılların toplandığını biliyoruz. Bin yıl sonra (M.Ö. 8000) evcilleştirilmiş tahıllar Fırat kıyılarında da beliriyor. Batı Anadolu’ya doğru ilerlediğimizde, evcilleştirilmiş tahılın buraya M.Ö. 6000–5000 arasında vardığını tespit ediyoruz. Fakat tüm bu rakamlar arkaeobotanik verilere karşılık gelmektedir. Palaeoekolojik verilere baktığımızda, ilk tarım faaliyetlere ait izleri, örneğin Anadolu’da, M.Ö. 3000–1000 arasında görüyoruz. Demek ki, evcilleştirilmiş tahıl çok daha öncesine ortaya çıkmasına rağmen, tarım topluluklarının Anadolu üzerindeki etkisi M.Ö. 3000’lere kadar asgari düzeyde kalmıştır. Anadolu’nun ormanlardan arındırılması M.Ö. 4000’e kadar görülmez ve bu yüzden Palaeoekolojik veriler çok farklıdır.[i] Bu kopukluğun, farklı oranlarda olsa da, tarımın başladığı her yerde görülmesi gerekmektedir. Yani evcileştirilmiş tahılların tespit edilmesi, tüm hatlarıyla tarım toplumuna geçildiğinin kanıtı olarak görülmemelidir. Toplum, tahılların toplanması ve üstelik yetiştirilmesi söz konusu olmasına rağmen, hâlâ tarım toplumu olmayabilir. O zaman bu dönemde gördüğümüz ve neolitik döneme geçiş olarak tanımladığımız büyük değişiklik nedir?

Henüz tarım faaliyetlerinden doğan niteliksel değişikliklere rastlanmasa da, Natuflu yerleşkeleriyle karşılaştırıldığında çok büyük denebilecek köyler ortaya çıkmıştır. Ürdün Vadisi’nde en büyük Natuflu yerleşkeleri bile 2000 m2’yi geçmezken, bu yeni belirmiş neolitik köyler 10.000m2’ye kadar ulaşmakta, 300–500 arasında değişen nüfuslardan oluştukları tahmin edilmektedir.[ii] Büyük değişiklik yerleşik düzene geçiş ve her geçen gün biraz daha karmaşık yapıya bürünen toplumsal yapıdır ki, yerleşik düzene bir daha geri dönülmeyecek şekilde geçiş bu süreci biraz daha hızlandırır. Natuflu dönemine baktığımızda hâlâ tam yerleşikliğe geçilmediğini görürüz; iklim bozulduğunda hareketlilik tekrar artmıştır ama insanlar ölülerini gömmek için aynı yerlere dönmektedir. Söylenmeye çalışılan tarımın bu değişiklikte hiçbir rolü olmadığı değildir. Elbette tarımcı olarak adlandırabileceğimiz toplumlar vardır ama diğer yandan eski yaşam tarzını sürdüren, tarımla ilgilenmeyen ve günün standartlarına göre oldukça büyük avcı-toplayıcı köyleri de mevcuttur. Özellikle Anadolu gibi yerlerde, avcı-toplayıcı köylerin varlığı çok daha uzun sürmüş olabilir. Avcı-toplayıcılar üzerinde sadece iklim dalgalanmalarına dayanan bir baskı yoktur, yerleşikliğin getirdiği koşulların dayattığı bir baskı da vardır. Yerleşik yaşamdan ötürü hareket alanı kısıtlanmış, kaynaklarda azalma görülmüş, insanlar daha sıkışık koşullarda yaşamaya başlamıştır. Belki 50 veya 100 kişilik bir köy kalabalık gözükmeyebilir ama bu tür bir yaşam tarzına alışkın olmayan ve böyle bir yaşam tarzı için hazırlanmamış kişiler açısından baktığımızda, bu önemli bir adaptasyon sorunudur. Diğer yandan, söz konusu olan sadece kalabalık köy veya yerleşke değil, bu tür yerleşkelerin sayısının artmasından ötürü kalabalıklaşmış coğrafyadır. İklimde yaşanan kısa süreli sorun belki çok daha ciddi bir sorunun yaşanmasını önlemiş, neolitiğin daha kalabalık köylerine geçişi yumuşatmıştır. Neolitik, kalabalıklaşmanın çok daha arttığı ama bununla birlikte tarımın da yayıldığı bir dönemdir. Fakat eğer ilerlemeyi öne çıkaran zihniyet açısından bakacaksak, yayılan ve gelişen sadece tarım değildir; sadece ekonomik alanı öne çıkartmamız için bir neden yoktur. İnsanlar diğer alanlarda da farklı yapılanmaların içine girmektedir ki, bazı yerlerde bu yapılanmaları gerçekleştirenler avcı-toplayıcı toplumlardır. Bu dönemde (M.Ö. 8300–6000) ideolojik temsilde bir zenginleşme söz konusudur. Bir yandan ata kültü, ritüellerin önemli bir unsuru olmuş ve insanlar evlerin içine gömülürken, diğer yandan ölülerin kafatasları süslenmekte, ev tabanları alçıyla kaplanmakta, insan ve hayvan heykelciklerinin sayısı artmakta, ortak binalar ortaya çıkmaktadır.[iii]

İnsan sayısının artması, insanlar arasındaki ilişkilerin gerçekleşebileceği çok daha sınırlı bir toplumsal ağın ortaya çıkmasına neden olmuştur. İnsanlar çok daha dar bir alanda faaliyet göstermek zorunda kalmıştır. İnsan sayısının artmış olması da eskisinden de gelişkin bir örgütlenmeyi gerekli kılmaktadır. Natuflu döneminde karmaşıklaşmaya başlamış toplumsal yapı (muhtemelen klanlar ilk kalabalıklaşmanın sonucudur) daha farklı ve gelişkin örgütlenme şekillerine doğru gitmek zorunda kalmıştır. Bu dönemde bir yandan özelleşmenin (grupların kendilerini diğerlerinden ayırma eğiliminin) artığını, diğer yandan da toplumları bir bütün halinde bir arada tutan mekanizmaların belirdiğini görüyoruz. Evlerin dışarıdan görünürlüğü ve ulaşırlığı zamanla azalmış, avlular belirmiş, özel alan ortak alandan ayrılmıştır. Bazı yerleşkelerde de (Çatalhöyük) evlerin üstünde, onları birleştiren ortak alanlar belirmiştir. [iv] Mimarinin ortaya çıkması veya çevrenin insan tarafından yapılması bu noktada belirir. Mimari, bireyler arasındaki mesafelerin arttığı bir ortamda bireyler arasındaki teması azaltır, insanları birbirinden ayırır, ilişkileri fiziksel yapılarla düzenler, farklı bir şekilde örgütler, özel alanı ortak alandan ayırır. [v] Artan insan sayısından ötürü zorlaşmış ve bir bakıma olanaksızlaşmış toplumsal iletişim de bu sayede tekrar mümkün hale gelir. Çoğu zaman bir mimari yapının kapı ve pencerelerinin, ulaşılabilirliği ve görünürlüğü farklı şekillerde etkileyeceğini farkında değilizdir. Mimarinin bu işlevi geçmişteki toplumlar tarafından yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Fakat bilinçli bir şekilde gerçekleştirilmese bile, insanlar farkında olmadan yaşadıkları mekânları daha fazla açar veya kapar. Özellikle dini yapılarda bir mekâna girişin açık veya kapalı olması veya ibadet sahasının rahatlıkla görülmesi veya görülmemesi, o dinin dışarıya ne kadar açık veya kapalı olduğunu gösterir. Bir kentte yığınlarca duvar bulunur ve bu duvarlar iletişimin belli şekillerde gerçekleşmesini sağlar. Bu sayede iletişim düzenli ve bazı durumlarda da mümkün hale gelir. İletişimden sadece insanlar arasında olanı da anlamamalıyız. Tanrılarla olan iletişim de mimari yapılar tarafından düzenlenebilir.

Toparlayacak olursak, Buzul çağı sona erdiğinde Doğu Akdeniz’in Levant bölgesinde yaşayan avcı-toplayıcıların farklılaşmaya başladığını görüyoruz. Araştırmalar henüz tarımın söz konusu olmadığını göstermektedir ama tahıl kullanımı vardır. Bu dönemde iklim çeşitli dalgalanmalar göstermekte, bu da aynı şekilde kaynaklarda dalgalanmalara neden olmaktadır. Fakat bu grupların vardığı son nokta daha olumlu iklim ve dolayısıyla kaynak koşullarıdır. Tarıma geçiş henüz söz konusu olmadan, bu koşulların yerleşik düzene geçişi özendirdiği düşünülmektedir. Neticede bir süre sonra erken neolitik toplumların, Natuflu yerleşkeleriyle karşılaştırıldığında oldukça kalabalık köyler halinde belirdiğini görüyoruz. Bu yerleşkelerde de tarımın ne kadar yaygın olduğu veya henüz tarım toplumlarından bahsedilebileceği sorusu tartışmaya açıktır. Yerleşik düzene geçilmiştir. Bu toplumlar hem çok daha kalabalık ve dolayısıyla daha karmaşık toplumsallığa sahiptir hem de yerleşiklikle harektli yaşam arasında gidip gelmeler gözükmemektedir. Örneğin, Natuflu döneminde işler kötüye gittiğinde yerleşiklikten hareketli yaşama tekrar geçilmişti. Bu açıdan bakılınca, Natuflu döneminin yerleşikliğe geçişin eşiğini ve erken neolitiğin de bu eşiğin diğer yanını, eşiğin geçilmiş olduğu dönemi yansıttığını söyleyebiliriz. Tarım henüz bu yerleşkelerin yaşamında belirleyici bir etmen olarak gözükmemektedir ama bu dönemle birlikte süratle yayılmaya başlar. Buna rağmen tarım dünyasının belirmesi uzun zaman alacaktır. Bir yerleşkede tahıl toplumlarının bulunması her zaman tarıma geçildiğini göstermez ama gösterse bile bu, tarım coğrafyasının veya tarım dünyasının ortaya çıkmış olduğunu göstermez. Örneğin, evcilleştirilmiş tahıllar Anadolu’da MÖ 7000’lerde ortaya çıkarken, Anadolu’nun bir tarım coğrafyasına veya dünyasına geçmesi MÖ 3000’lerden itibaren gerçekleşmeye başlamıştır. O zamana kadar bir geçiş dönemi söz konusudur ve bu dönemin adı neolitiktir. İlk yerleşik avcı-toplayıcılar bu evrede farklı toplumlara dönüşmüştür. Bunlar ne tam anlamıyla avcı-toplayıcı ne de tarım toplumlarıdır. Sembolik dünyaları, yani dini yaklaşımları veya doğaüstüne dair geliştirdikleri düşünce ve pratikler de bu geçişi yansıtmaktadır. Örneğin, Çatalhöyük’ün ne olduğu hâlâ tam olarak anlaşılmamıştır. Bir yandan tarımın ortaya çıktığı gözükürken, diğer yandan bu yeni üretim biçimini ideolojik düzeyde yansıtan hiçbir şey yoktur ki, tarımın bu insanların yaşamında ne kadar yer tuttuğu da belli değildir. Burada ilginç bir soru geliyor akla. Bir toplum ne zaman tarım toplumuna dönüşmektedir? Üretim sistemi tamamen tarımla ilgili pratiklerden oluştuğu zaman mı, yoksa ideolojik dünyasıyla toplumsal örgütlenmesi bu dönüşümü yansıtmaya başladığı andan itibaren mi? İlk soru doğal olarak tamamen tarıma geçmekten ne kastedildiğini düşündürmektedir. Bu durumda Anadolu’nun erken neolitik yerleşkelerinin tarıma geçmediğini düşünebiliriz. Fakat tam anlamıyla avcı-toplayıcı da değildirler. Diğer yandan ideolojik dünyayla toplumsal örgütlenmedeki değişikliklere bakacaksak, o zaman tarım toplumları çok sonra ortaya çıkmaktadır. Bu ara dönemin ideolojik dünyası çok farklı düşünsel gerçekleri veya noktaları yansıtıyor olabilir. Örneğin, henüz tarımın tam olarak gözükmediği bir dönemde bereket simgesi ve düşüncesi üzerinde yoğunlaşacağımıza, bu dönemde kalabalıklaşma ve yerleşik yaşama geçmenin ortaya çıkardığı etkileşimlerin yansıtıldığı simge, temsil, söylem ve pratiklerin var olduğunu düşünmek çok daha yerinde bir çaba olabilir. İdeolojik açıdan tarımın ve bu tür yaşam tarzının yansıtıldığı dünya çok daha sonra, bronz çağında (tunç çağı) gözükmeye başlayacaktır ve dolayısıyla da, “tarıma geçiş” aslında bronz çağına ait bir gelişme olarak düşünülmelidir. Bu dönemde görmeye başladığımız dini sistemler tarım toplumlarının dinleridir. Neolitik dönem geride bu anlamda çok fazla bir şey bırakmamıştır ama bu bıraktıkları da genelde tarımla ilgili simgelerden oluşmamaktadır.
[i] Willis, 11-15.[ii] Munro, 58.[iii] Byrd, 236.[iv] Byrd, Public, 639-640.[v] Age., 642.

Yorumlar