Büyük Değişim: Diyar-ı Rum/Anadolu'da Hıristiyanlıktan Müslümanlığa Geçiş Örneği - I

Fark ve benzerlik her yerde bulunabilir. Biri her şeyin çok değiştiğini söylerken, diğeri de aslında hiçbir şeyin değişmediğini iddia edebilir. Dolayısıyla, değişim veya farklılıktan ne anladığımızı veya başka bir deyişle bunu nasıl tanımladığımızı net bir şekilde ifade etmemiz gerekiyor. Örneğin Türkiye’de bugün var olan devlete bakarak neredeyse Roma İmparatoru Ogüst’ten beri pek bir değişiklik olmadığını iddia edebilir ve bir bakıma haklı da çıkabilirim. Aynı şekilde, Hıristiyanlığın kabul edilmesinden beri var olan kültürel şemaların pek fazla değişmediğini de iddia edebilir, hatta bunun başlangıcını Helenistik döneme bile götürebilirim. Ama tam tersi de iddia edilebilir. Örneğin modern insanın çok farklı olduğu ve modern çağla birlikte tamamen yeni şemaların ortaya çıktığı ve insanların yaşamlarını ve çevrelerini bunlara göre anlamlandırmaya başladığı da ileri sürülebilir.

Her şeyin her zaman değiştiği bir ortamda değişimin olduğunu söylemek pek kolay değil. Bir habitat düşünelim. Canlılar doğup büyüyor, ağaçlar yaprak döküp tekrar açıyor. Kışın kaybolan bitkiler baharda tekrar beliriyor. Sürekli değişim var ama habitatın düzeninde bir değişiklik olmuyor; yani dinamik bir denge söz konusu. Bu durumda bir şeyler değişiyor mu, yoksa her şey aynı mı kalıyor? İnsan toplumları da aynı değil mi?

Ortaçağ’da Selçuklu döneminde Diyar-Rum’dan geçen Rubruck’un gördüğü ortam, bin yıl sonra Türkiye Cumhuriyet’i Anadolu’sundan çok farklı. Aksini söylemek mümkün değil ama burada iki soru çıkıyor karşımıza. Farklı din ve dilden insanlar olmasına rağmen gerçekten değişik bir habitat mı söz konusu? Aynı habitat olmadığı ortada. Belki çok değişik de değil ama bir şeyler değişmiş. Bugünün Hıristiyan’ı da, Müslüman’ı da biraz daha değişik ama bin yıl öncesine gidecek olsalar, bugün hâlâ varlığını sürdüren bu dinlere özgü kültürel şemalar sayesinde çok büyük bir uyumsuzluk yaşamayabilirler. Diğer yandan, bireysel haklar konusunda bazı sorunlar yaşayabilecekleri gibi, eğer geriye giden bir kadınsa ciddi bir değişiklikle karşılaşabilir. Daha başka şeyler de söylenebilir.

İkinci soruysa, değişimin hızıyla ilgili. Bu çok büyük bir değişim midir? Bu soruyu cevaplayabilmek için karşılaştırma yapmamız gerekiyor. İlk önce hangi değişimden bahsettiğimize karar vermemiz gerekiyor. Bu yazıya esin kaynağı olan tartışmaya geri dönecek olursak, üzerinde durmak istediğimiz büyük değişim, bu söz konusu bölgenin dini yapısının değişmesi. Yani çoğunluğu Hıristiyan olan bir nüfustan çoğunluğu Müslüman olan bir nüfusa dönüşmesi. Bana göre bu aslında çok büyük bir değişim değil. Eğer Hıristiyanlıktan Budizme doğru bir gidiş olmuş olsaydı, buna epey büyük bir değişim diyebilirdim ama birbirlerinden pek de farklı olmayan bir dinden diğerine değişim, bana bir mezhepten diğerine geçişi düşündürüyor ki, her ikisini de Yahudiliğin farklı dalları ya da İbraniliğin iki farklı mezhebi olarak görmek de mümkün. Daha rakamlara başvurmadan böyle bir sorunla karşılaşıyoruz. Bir mezhepten diğerine gidiş büyük bir değişiklik mi? Ama farz edelim ki bu ciddiye alınması gereken bir değişiklik, o zaman da büyüklüğün nasıl belirlenebileceği sorunuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu konuyla ilgili daha önce gönderdiğim yazıda işaret ettiğim gibi, yılda yüzde onluk bir değişim büyük bir değişim mi, yoksa normal mi? Örneğin yemek veya içecek alışkanlıklarında daha büyük değişiklikler oluyor. Öyle ki birbirini takip eden iki nesil birbirlerini içtikleri nesnelerden ötürü eleştirebiliyor. Ya da bir kent, neredeyse otuz yıl önce aynı yerde yaşamış birinin tanıyamayacağı kadar değişiyor. Dilde yapılan ani bir değişiklikle birkaç yıl içinde konuşulan dil değişiyor. Bunlar bence çok büyük değişiklikler. Ara safhalar ya çok kısa, ya da yok. Aslında otuz yılda büyük değişiklik geçiren bir kent bile büyük değişim olarak tanımlanmayabilir, eğer o otuz yıl boyunca söz konusu kentte yaşayan kişiler bu değişiklikleri rahatsız edici bir şekilde hissetmiyorsa.

Belli bir değişim sürecinin başına ve sonuna baktığımızda haliyle çok şaşırabiliriz. Ama bu elli yıllık çok kısa bir süre için bile böyle olabilir. Sürecin kendisine bakmak gerekiyor. Bu elli yıllık sürede yüzde ellilik bir değişim yaşanmışsa, bunu insanların karşılaştırma yapabilmelerini sağlayan birim sürelere bölmek gerekiyor. Örneğin yıllara. Daha sonra da bu çıkan sonucun, psikolojik ve sosyal ne tür bir tepkiye yol açacağını tespit etmek gerekiyor. Bence eğer belli bir rahatsızlık tespit edilmiyorsa, çok büyük bir değişiklik söz konusu değildir. Aksi durumda, evet büyük bir değişiklikle karşı karşıyayızdır. Tabii bir de gözlemciyi hesaba katmak gerekiyor. Değişimi yaşayanlar büyük bir değişiklik hissetmemiş olabilir ama çok sonra bu değişimi anlatılarının parçası haline getirenler burada çok büyük bir değişim görebilir, tanımlayabilir. Aynı değişim onlarda ciddi bir psikolojik ve sosyal rahatsızlığa, söz konusu değişimi kabul etmede, tanımlamada zorlanmaya yol açabilir. Böyle bir durumda en azından bu değişimi anlatıya dökenler açısından büyük bir değişimin olduğunu söylemek gerekir ve yaşayanların belki de hiç hissetmedikleri değişim büyük bir değişime dönüşmüş olur. Tabii bunun tersi de olabilir. Büyük bir değişim olarak algılanmış bir süreç daha sonrakiler tarafından kayda değer bile bulunmayabilir.

Yorumlar

  1. Örneğin yemek veya içecek alışkanlıklarında daha büyük değişiklikler oluyor. Öyle ki birbirini takip eden iki nesil birbirlerini içtikleri nesnelerden ötürü eleştirebiliyor. Ya da bir kent, neredeyse otuz yıl önce aynı yerde yaşamış birinin tanıyamayacağı kadar değişiyor. Dilde yapılan ani bir değişiklikle birkaç yıl içinde konuşulan dil değişiyor. Bunlar bence çok büyük değişiklikler. Ara safhalar ya çok kısa, ya da yok. Aslında otuz yılda büyük değişiklik geçiren bir kent bile büyük değişim olarak tanımlanmayabilir, eğer o otuz yıl boyunca söz konusu kentte yaşayan kişiler bu değişiklikleri rahatsız edici bir şekilde hissetmiyorsa.

    Burada tam olarak neyi ve hangi dönemi kastettiğini anlayamadım, konuyu biraz daha açabilir misin?

    Not 1: Bu yazı dizisine kaynaklık eden yorumumda sözkonusu büyük değişimi 13. ve 19. yy'lar arası dönemle sınırladım. Bunu kasıtlı yaptım, çünkü 19. ve 20. yy'lardaki değişimleri hesaba kattığımızda ortaya çıkan değişimin büyük olduğundan herhalde kimse şüphe duymaz. Beni asıl modern öncesi (19. yy öncesi) dönemde gerçekleşen değişim ilgilendiriyor ve ben bu değişimi sadece din boyutuyla değil, dil ve kültür boyutuyla da ve hatta genetik boyutla da ele almak gerektiğini düşünüyorum. Dinde ve dilde büyük bir değişimin (hızı elbette tartışılır) gerçekleştiği açık, ama diğer alanlardaki değişimler ve tüm bu değişimlerin mekanizmaları hala açıklanmaya muhtaç.

    Not 2: 19. ve 20. yy'lardaki Müslüman ve gayrimüslim nüfus oranlarının daha önceki dönemleri ne kadar yansıttığı da tartışmalı. Örneğin, Karpat'a göre, 19. yy'da gayrimüslimlerde burjuva sınıfının doğması (temelleri 18. yy sonlarında da atılmış olabilir), gayrimüslimlerde eğitim ve yaşam koşullarının bu dönemde önceki dönemlere kıyasla oldukça iyileşmesi ve Müslüman kesimin tüm bu gelişmelerin hemen hemen tamamen dışında kalması, bu arada yaşanan savaşlarda Müslümanların verdiği önemli kayıplar ve son olarak da Müslümanların ve özellikle de büyük çoğunluğu Müslüman olan (Türk, Kürt ve Arap) göçebe nüfusun sayımında yaşanan problemler, bana bu dönemdeki nüfus sayımlarında çıkan Anadolu'daki Müslüman oranının önceki asırlardaki oranlara göre ciddi şekilde azalmış olabileceğini düşündürüyor. Kafkasya ve Balkanlar'dan Müslüman göçleri ve gayrimüslimlerin dış ülkelere göçleri, en azından Osmanlı'da son nüfus sayımının yapıldığı 1905'e kadar, Müslüman nüfusun oranının azalmasına yol açan faktörleri, özellikle de 19. yy'dan itibaren Müslümanlarla gayrimüslimler arasında oluşan yaşam standardı uçurumunu ve beraberinde ortalama yaşam süresi ve nüfus artış oranlarının gayrimüslimlerin lehine ciddi bir sapma göstermesinden kaynaklanan gayrimüslim nüfusundaki önemli artışı dengelemekten oldukça uzakmış gibi geliyor bana.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder