Kayıtlar

Haziran, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Türkmenler ve Anadolu'ya Göç Tartışması I

"Herhalde bu Orta Asya'dan gelenlerin büyük çoğunluğu Türkmen kategorisine girenlerdendi, öyle değil mi? Gaziler zaten daha çok öncü güç olarak geldikleri ve sınır bölgelerinde biriktikleri için Anadolu'da bayağı kısıtlı bir varlıkları olmalı. Selçuklu aristokrasisi, bürokrasisi ve peşlerinden gelen daha çok İranlı ağırlıklı şehirli zümre de keza oldukça kısıtlı sayıda olmalı. Geriye bir tek Türkmenler kalıyor. Onlar da çoğunlukla taşra bölgelere yerleşmiş olmalı. Dolayısıyla şehirler ve kasabalar Müslüman göçlerinden demografik olarak çok az etkilenmiş olabilir. Bu durumda Selçuklu'nun (ve diğer erken dönem Türk yönetimlerinin) kentli yerlileri ezecek bir durumda olduğunu söyleyemeyiz zannedersem. Köylerdeki durumsa daha karışık, zira Türkmenler full-time göçebe olduğundan tarıma ve köylülüğe de yabancıydılar. Selçuklu yönetimi, bu sorunun üstesinden 1- yerli köylü halktan yararlanarak, 2- Türkmenleri yerleşik düzene ve tarıma geçirerek, 3- Orta Doğu v

Tarih Nedir ve Ne Tür Tarihçilik - IV

Anımsanan Geçmiş Aynı zamanda Yaşanmamış Geçmiştir Anımsanan geçmişin, onu yaşanmış her şeyi temsil eden geçmişten farklı kılan ilginç bir yanı daha vardır. Anımsanan geçmiş aynı zamanda yaşanmamış bir geçmiştir; böyle bir geçmiş hiçbir zaman var olmamıştır. Bir kısmı biraz farklı yaşanmış olsa da (olaylar boyutunda da yanlış veya eksik anımsamalar olabiliyor), anımsanan olaylar yaşanmıştır ama bu olayların oluşturduğu bütüne, yani anımsanan geçmişe baktığımızda aslında böyle bir geçmiş hiçbir zaman yaşanmamıştır. Örneğin on yıl önceki üniversite mezuniyet törenimizi anımsadığımızı ama bu törene giderken yaşamış olduğumuz bir olayı, törene yetişmek için bindiğimiz aracın şöförüyle yaptığımız ufak tartışmayı anımsamadığımızı ve yıllar sonra bir arkadaşımıza o günü anlatırken sadece tören kısmını anlattığımızı varsayalım. Burada yıllar sonra anlatılan farklı bir geçmiştir ve hiçbir zaman yaşanmamıştır. Aktarılan olayın kendisi yaşanmıştır ama bu olayın yaşandığı gün başka bir olay da

Türklerin Anadolu’yu İl Tutması - II

Anadolu Selçuklu İktidarının Parlak Dönemi II. Kılıç Arslan’ın oluşturmuş olduğu iktidarı 1186’da oğulları ve kardeşi arasında paylaştırması Anadolu’da yeni bir kriz döneminin başlamasına yol açmıştır. Yaklaşık 1205’e kadar sonuçlanmamış bu kriz döneminin sonunda I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tek başına iktidar olduğunu görüyoruz. Bu dönemde Anadolu Selçukluların yararına çeşitli siyasi gelişmeler de gerçekleşmiştir. Bunların arasında en önemlisi muhtemelen Konstantinopolis’in IV. Haçlı Seferi tarafından 1204’te ele geçirilmesi ve burada bir Letin Krallığı’nın kurulmasıdır. Bizans devleti bu olay üzerine Mora, Epir, Trabzon ve Batı Anadolu’da çeşitli siyasi yapılar şeklinde yeniden örgütlenmek zorunda kalır. Bunların arasında Batı Anadolu’yu kontrol eden Theodor I. Laskaris’in İznik İmparatorluğu’dur. Diğerleri arasında daha önemli bir yere sahip olacak bu imparatorluk artık tüm kuvvetleriyle birlikte Batı Anadolu’dadır. Bunun ilk doğrudan etkisi bu bölgeye yönelik her türlü akının

Tarih Nedir ve Ne Tür Tarihçilik - III

Nasıl Bir Geçmiş Aktarma sürecinin ne anlama geldiğine ve bunun ne gibi sonuçları olabileceğine değindikten sonra şimdi de böyle bir sürecin ne tür bir geçmiş ortaya çıkardığını anlamaya çalışalım. Aktarma süreci mükemmel olduğunda bu konuyu tartışmak gereksizdir. Çünkü geçmiş tüm ayrıntılarıyla aktarılmış olacaktır ama böyle bir mükemmellik hiçbir zaman yakalanabilir mi? Tek başına insan beyninin nasıl çalıştığını bilmek bile böyle bir mükemmelliğin hiçbir zaman olamayacağını göstermektedir. Dolayısıyla mükemmel işleyiş senaryosundan daha baştan vazgeçmemiz gerekmektedir. Geçmiş denen bir şey gerçekten var mıdır sorusuna birazdan gireceğiz. Şu anda bu sorunun yanıtının evet olduğunu varsayalım ve bunun nasıl bir geçmiş olduğunu anlamaya çalışalım. Herkesin kendi yaşamından bildiği gibi, insan her şeyi anımsayamaz. İnsan beyninin her şeyi anımsaması mümkün olmadığı gibi, çalışma şeklinden de biliyoruz ki, her veri kısa bellekten uzun belleğe geçmiyor ve bu geçişi yapmayarak kısa be

Türklerin Anadolu’yu İl Tutması - I

Anadolu’da Selçuklu İktidarının Kuruluşu Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusu yok olur. Tagmata birliklerinin büyük kısmı savaş alanında yok olmuş, zaten güçsüz durumda olan thema birlikleri de ortadan kaldırılmıştır. Alpaslan’ın antlaşma yaparak serbest bıraktığı Diyojen de Dukas’la girdiği mücadeleyi bir süre sonra kaybedecek, kör edilme süreci sırasında aldığı yaralardan ötürü yaşamını yitirecektir. Bizans’ın doğu sınırları tamamen savunmasız kalmıştır. Türkmen gruplarını durduracak hiçbir engel yoktur. Her ne kadar Bizans yeni bir ordu kurma çabasına hemen girişecekse de, eski gücüne bir daha ulaşamayacaktır. Thematik birliklerin yok olması yeni çözümlerin aranmasını getirecek, paralı askerlerin daha da yaygın bir şekilde kullanılmaya başlaması bunlardan biri olacaktır. Diğer bir çözüm de pronoia sisteminin tasarlanması olacaktır. Bu sistem, daha sonra Osmanlılarda da görülecek tımar sisteminin aynısıdır; askerlere hizmet karşılığında vergiden muaf arazi verilmesine dayanmaktad

Tarih Nedir ve Ne Tür Tarihçilik - II

Tarih ve Geçmiş Tarihin ortaya çıkması için iki şeyin olması gerekir: (1) Gerekçelendirilmesi istenen bir grup, bir durum ve (2) şu andan farklı bir zamanda yer almış veya yer almış olduğu düşünülen olaylar, anılar, izler, tahminler. Birinci unsur bir grup veya beşeri bir ortam olabilir. İkinci unsursa geçmiş veya gelecek olacaktır ama tarih daha çok geçmişin kullanıldığı bir faaliyet türü olarak görülür. Geleceğe yapılan atıflar aslında çok daha azdır ve daha çok ciddiye alınan geçmiştir ama dikkatli bir şekilde bakıldığında, çoğu kez geçmişin nasıl kullanılacağını belirleyen insanların nasıl bir gelecek arzuladığıdır. Ama tarihçilerin yararlandığı asıl kaynak, anlatılarını, analizlerini ve yorumlarını ortaya çıkarmalarını sağlayan malzemenin geldiği asıl yer geçmiştir. Dolayısıyla geçmişin ne olduğunu, geçmiş ile tarih arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu tartışmak gerekmektedir. İki Farklı Tarihçilik Son zamanlara kadar tarihçilerin büyük kısmı için tarihle geçmiş arasında

Tarih Nedir ve Ne Tür Tarihçilik - I

Tarih ile geçmiş arasındaki ilişkinin ne anlama geldiği ve tarihin ne olduğu üzerine bir dizi ders notunun ilki: Tarih Nedir Tarih Gerekçelendirir Tarih dediğimizde aklımıza gelen ilk şey geçmiştir ama tarih geçmişten farklıdır, sadece geçmişin aktarılmasından ibaret değildir. Aynı zamanda aktarılan geçmişin belli bir amaç doğrultusunda sahiplenilmesidir de. Yani tarih üç gün, üç yıl veya üç asır önce olmuş olayların sıralanmasından, bunların aktarılmasından daha fazla bir şeydir. Aktarılan geçmişin belli bir doğrultuda ve özellikle de belli bir grup için kullanılmasını da içerir. Onu diğer geçmiş aktarımlarından farklı kılan da bu özelliğidir. Tarih mevcut ilişkileri gerekçelendirmek, güçlendirmek veya bunlara karşı çıkmak, farklı bir yaklaşım yaratmak zorundadır. Bu nedenle geçmişe başvurulur. Aynı şekilde gelecek de kullanılabilir ama gelecek henüz olmamışı, geçmişse olmuşu ima ettiklerinden, geçmişe başvurmak, geçmişi kullanmak çok daha etkili, çok daha inandırıcıdır

Yeni Ahit, İsa, Hıristiyanlığın Gizem Kültü Olması Sorularına Yanıt

"Makalenize iki temel itirazım var. Birincisi, İsa'yı Yeni Ahit'te havarilerinin ve Pavlus gibi kişilerin anlattığını yazmışsınız. Ben buradaki havariler kelimesine takıldım. Yeni Ahit'in tek bir kitap ya da mektubunun havarilere ait olduğuna dair elimizde elle tutulur bir kanıt yok. Dört İncilden en eskisi olan Markos İncili'nin 70 yılından sonra yazıldığı düşünülüyor. Diğerleriyse bundan da sonra (özellikle sinoptik olanlar büyük oranda Markos İncili'ne dayanıyor), hatta en yeni olanı (muhtemelen Yuhanna) 2. yy'ın başları kadar geç bir tarihte bile yazılmış olabilir. Gerçekte kimlerin tarafından yazıldıkları da bilinmiyor. Bugün adlarını aldıkları yazarlara atfedilmeleri geleneği ancak 2. yy'ın sonlarına doğru yerleşmiş görünüyor. Zaten ilki 70'ten sonra yazılmışsa İsa'nın havarileri tarafından yazılmış olma ihtimalleri çok düşük, çünkü muhtemelen hepsi ya da çoğu ölmüş olacaktı. Ayrıca madem İsa'nın hayatını yazacaklardı,

İlk Çatışmalar ve Malazgirt

Bizans’ın Türk topluluklarıyla on birinci yüzyıldaki ilk karşılaşması Müslüman tarafın akınlar olarak adlandırdığı çeşitli yağmacı gruplar aracılığıyla olmuştur (1016–17). Bu ilk akınlar Bizans tarafından fark edilmemiştir bile; akıncıların hedefi Vaspurakan (Van) bölgesi olduğundan daha çok Ermeniler bu akınlardan etkilenmiştir. Bu sırada Bizans güçsüz değildir ve bu yüzden hem Türkmen hem de Gazi grupları Bizans topraklarına sızmakta büyük güçlük çekmektedir. Selçuklunun desteği gerekmektedir. 1048 yılında Musa Yabgu’nun oğlu Hasan’ın gerçekleştirdiği akın ilk başta başarıya ulaşsa da, Bizans bu akını da yenilgiye uğratmayı başarır. Selçuklunun Bizans’la çatışmaya doğrudan dahil olması ilk kez 1049’da gerçekleşir. Selçuklu ailesinden İbrahim İnal, Kutalmışla birlikte, Pasinler’de Bizans ordusunu yenilgiye uğratır. Fakat Türkmen ve Gazi grupları gene hayal kırıklığına uğrar. Çünkü bu savaşın arkasından barış antlaşması gelir; Anadolu’nun kapıları yine açılmamıştır. Barış koşullar

Hıristiyanlık - Ortodoks Öğretinin Yerleşmesi

Hıristiyanlığın Roma tarafından kabulüne kadar olan dönem, tek bir kilisenin yığınlarca kilisenin arasından sıyrılmaya ve ortodoks kiliseye dönüşmeye çalıştığı dönemdir. Birçok yerel kilise birbirinden bağımsız bir şekilde aynı coğrafyayı paylaşmaktadır. Hıristiyanlığın Roma tarafından kabulünden hemen önce, ortodoks bir yapı ve kilise artık biçimlenmiştir. Bu andan itibaren gördüğümüz durum, bu kilisenin kendisini hem pagan inançlara hem de diğer Hıristiyanlık versiyonlarına karşı kabul ettirmeye çalışmasıdır. Bu açıdan baktığımızda, hem Anadolu’da hem de ortodoks kilisede parçalı bir yapının mevcut olduğunu görürüz. Bu ikisi arasında bir ilişki yoktur. Ortodoks kilisede gördüğümüz parçalı yapı, kilisenin kendi iç tartışmalarından kaynaklanmaktadır. Kilise dışında var olan parçalı yapıysa, ortodoks kiliseyle bu kilisenin dışında kalan diğer kilise veya dini yorumların ürünüdür. Örneğin, Kapadokya hayli ortodoks bir yapı gösterirken, Frigya ve Lycanoia (her ikisi de orta Anadolu say

Türk/Oğuzların Roma/Bizansla Karşılaşması

Gelenler ve Yerel ile Evrenselin Çatış ması. Türk toplulukları Roma-Bizans siyasi varlığıyla Malazgirt’ten çok önce karşılaşmıştır. Türk İmparatorluğu veya Konfederasyonu’nun Roma-Bizans’la altıncı yüzyıldan itibaren ilişkide olduğunu biliyoruz. Yedinci yüzyılda Roma-Bizans imparatoru Heraklius Türk ordularının yardımına başvurarak Sasanileri yenilgiye uğratmıştır. Diğer yandan Balkan sınırlarında var olmuş Türkçe konuşan çeşitli bozkır topluluklarıyla (Bulgarlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Uzlar) da ilişki halinde olmuştur. Uzlarla Oğuzların aynı topluluğu temsil ettikleri düşünülmektedir. Roma-Bizans bu gruplarla çoğu zaman savaş halinde olmakla beraber, hem bu topluluklardan bireyleri veya grupları ordularında kullanmış hem de bu grupları zaman zaman topraklarına yerleşmiştir. Sayıca her zaman az olmuş bu gruplar ve bireyler kısa zamanda asimile olmuş, kimliklerini yitirmiştir. Roma-Bizans’ın Türk topluluklarıyla karşılaşması bir de Arap orduları aracılığıyla olmuştur. Arap ordul

Türklerin/Oğuzların Anadolu'ya Gelişi: Malazgirt Öncesi Anadolu

Bürokratlarla Askerler, Merkezle Ta şra Arasındaki Çatışma II. Basil’in hükümdarlığı, Bizans İmparatorluğu’nun doruk noktasıdır. Artık 7. yüzyıl savaşlarında ölüm kalım mücadelesi veren bir Bizans yoktur; güçlü, düşmanlarında korku uyandıran ve topraklarını koruyan bir Bizans vardır. Buna rağmen sorunsuz bir Bizans’tan bahsetmemiz mümkün değildir. Bizans’ın en büyük sorunu olan devletle taşra arasındaki iktidar mücadelesi ortadan kaybolmamıştır ve Basil’in ölümünden sonra bir kez daha parlayacaktır. Bizans devleti açısından baktığımızda, sorunun kaynağı taşranın çok güçlenmiş askeri aileleri, aristokratlarıdır. Thema ordularının başı olan generaller, sürekli İstanbul’daki bürokrasiyle iktidar mücadelesi içindedir. Daha önce kısaca değindiğimiz gibi, aynı sorunla II. Basil de uğraşmak zorunda kalmış, isyancı generallerin neden olduğu iç savaşlardan muzaffer çıkmıştır. II. Basil’den sonra gelen imparatorlar da aynı şekilde generallerle mücadele etmelerine rağmen onun kadar şanslı olma

Hz. İsa ve Hıristiyanlığın Doğuşu

Hıristiyanlık ne zaman ortaya çıkmıştır? İsa kendi öğretisini savunmaya ve yaymaya başladığında mı, yoksa Pavlus İsa’nın öğretisini yaymaya başladığında mı? Pavlus’un savunduğu İsa’nın öğretisi miydi, yoksa İsa’nın kendisine göre biçimlendirdiği öğretisi miydi? Bu soruları yanıtlamak ne yazık ki çok kolay değil. Burada temel zorluk İsa’nın yazılı hiçbir şey bırakmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Pavlus çok şey yazmıştır ama Pavlus’un anlattığı İsa’nın gerçekten yaşamış İsa olduğunu anlayabilmemiz için İsa’nın ne söylediğini bilmemiz gerekmektedir. Bunu da doğrudan İsa’nın yazmış olduğu belgeler veya yazılar aracılığıyla yapmamız mümkün değildir. En fazla Yeni Ahit’e gönderme yapabiliriz. Yeni Ahit, İsa deneyimini anlatan dört farklı kitaptan oluşur ve İsa’nın söylediklerine ulaşabilmemizin başka bir yolu yoktur. Onu bize havarileri veya bu dönemde yaşamış Pavlus gibi kişiler anlatmaktadır. Her ne kadar kendisi İsa’nın doğrudan havarisi değildiyse de, Pavlus da bir havari olarak