Anadolu Ayrımcılığı

Osmanlı’nın son döneminden ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren sanırım iki tür milliyetçiliğin baskın olduğunu söyleyebiliriz bu topraklarda. Etnik milliyetçilikler ve toprak milliyetçiliği, yani Anadolu milliyetçiliği. Belki ırkçılığı da diyebiliriz ama bu son kelime olumsuz çağrışımlara neden oluyor.

Milliyetçilik kelimesi çok uygun bir seçim olmayabilir burada. Aslında amacım bu ikisini ortak bir özellik bularak aynı kategoriye sokmak. Sanırım en uygun kelime ayrımcılık olacak. Hem etnik milliyetçilikler hem de Anadolu milliyetçilikleri son kertede ayrımcılar. Üstelik bunların aktif, yani saldırgan ayrımcılıklar olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü aktif bir şekilde saldırılan bir hasım, bir hasım topluluk veya topluluklar her iki grubun da ortak özelliği. Ama burada iktidarı elinde tutan ve tutmayan ideolojileri birbirinden ayırmak gerekebilir. Bu topraklarda var olan bazı etnik ayrımcılıklar biraz daha yumuşak olabiliyorlar ama buna koşulların dayattığı bir seçim olarak da bakabiliriz.

Benim derdim daha çok Anadolu ayrımcılığı. Kısaca Anadoluculuk da diyebiliriz ama ben Anadolu ayrımcılığı sözcüğünü daha çok tercih ediyorum. Çünkü sonuçta bu düşüncenin veya modelin ayrımcı yanı daha ağır basıyor.

Anadoluculuk bu topraklarda yaygın bir geçmiş anlamlandırması ve bir kimlik girişimi. Her ne kadar yine de bir azınlık düşüncesiyse de, hem kafa sayısı açısından hem de köklü bir geleneğe işaret etmesinden ötürü ciddiye alınması gereken bir azınlık düşüncesi. Kendisini etnik ayrımcılık ve dolayısıyla milliyetçilik düşüncesinden ayırmaya, uzaklaştırmaya çalışıyorsa da, bu konuda düşünüldüğü kadar başarılı değil. Çünkü kökenine indiğimizde hâlâ bir çeşit müminler – kâfirler veya iyiler – kötüler ayrımcılığı gözüküyor. Genelde Yunan ve Ermeni düşmanlığı barındırabiliyor ama bunları aşmayı başardığında da, bu sefer de karşımıza bir Orta Asya köken düşmanlığı çıkabiliyor. Bir yandan Türklerden bahsederken, diğer yandan bundan ne kastettiğini gayet belirsiz bırakan bir yaklaşım.

Anadoluculuk olarak adlandırılan geçmiş anlamlandırmasının veya kültürel modelin kökeninin Avrupa, yani Batı olduğu görülüyor. Bu topraklara dayatılmaya çalışılmış veya dayatılmış Batı tarihçiliğine bir tepki olarak gelişmiş ama bu tepki yine Batı’nın kültürel şemalarından yola çıkılarak yapılmış. Örneğin Yunus’la Mevlana’yla karşılaştığımızda bile, bu figürler hümanizm düşüncesi bağlamında sunulurlar ki, buradaki hümanizma şeması bariz bir şekilde Batı’ya ait bir şemadır.

Yine İyonya ve Çatalhöyük başlangıçları da (bu ikisi Anadoluculuğun önemli unsurlarındandır) Batı kökenli bir şemaya işaret eder. Ama örneğin İyonya anlatısında Helen ilişkisinin dikkatli bir şekilde dışarıda tutulduğunu görürüz ki, bu düşüncenin en temel ayrımcılıklarından biri burada gözükür. Diğeriyse başlangıç ekseninin doğudan çok batıda oluşturulmasıdır ki, neredeyse Çatalhöyük’ün bile batıda olduğunu düşündürür bu yaklaşım. Çatalhöyük’ün doğusu çok fazla önemsenmez. Yine tabii bilim, felsefe ve güzel sanatlar gibi Batı’nın daha çok önem verdiği alanlara daha çok önem verilerek oluşturulur bu model.

Tekrar Anadoluculuk düşüncesinin ayrımcı yanına geri dönecek olursak, burada da epey zengin bir dokuyla karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Her şey bu ayrımcılığın kontrolsüz bırakılmış bir ayrımcılık olduğuna işaret etmek gerekiyor. Türklük tanımının ve dolayısıyla bu Anadoluların ne olduklarının tam tanımlanmamış olması ama diğer yandan sanki etnik bir gruplarmış izleniminin verilmesi, meydanı bir bakıma her türlü girişime boş bırakmaktadır. Bu ayrımcılık bir yandan Yunan veya Helen’s ve oradan da Batı’ya karşıtlık şeklinde gelişebilirken, diğer yandan da, bazı yazarların elinde, yüzyıllardır ezilmiş ama onurlu halkın, saflığını ve adalet duygusu hâlâ yitirmemiş bir halkın, sömüren, adaletten nasibini almamış ve ne olduğu hâlâ belirsiz bir gruba karşı olması şeklinde de çıkabiliyor karşımıza. Aslında sanki Anadoluculuk düşüncesi bir şeylere karşı olmayı sağlayabilecek bir araç şeklinde geliştirilmiş. Çünkü her dönemde ayrımcılık yapabileceği bir grup yaratabiliyor kendisine.

Diğer yandan, bu ayrımcı yanını bir yana bırakacak olursak, Anadoluculuk yaklaşımında farklı bir kimlik arayışının çabalarını da görebiliyoruz. Ama bu konu üzerine daha sonra tartışmak üzere…

Yorumlar