Yağmadan İmparatorluğa - Osmanlı bir Köle toplumu muydu?

(Bu yazı Aralık dergisinin 75. Temmuz - Ağustos sayısında yayınlanmıştır.)

Osmanlı toplumu sosyoekonomik anlamda bir köle toplumu olarak tanımlanabilir mi? Halil İnalcık (1979:40) Osmanlı İmparatorluğu’nda köle emeği üzerine yapmış olduğu bir çalışmasında bu soruyu sorar. Her ne kadar genelde büyük ölçekli ve özellikle de devlete ait ekonomik girişimlerde köle emeğinin önemli bir role sahip olduğu görülse de, İnalcık’a göre Osmanlı’da baskın olan rejim çiftlik-reaya sistemiydi (age, 42). Fakat aynı soruyu Osmanlı İmparatorluğu’nun tümü için değil, ama sadece bir evresi için yönelttiğimizde, İnalcık’ın aynı çalışmada Osmanlı uç toplumu için söyledikleri farklı bir boyut kazanmaktadırlar: “Köle ticaretinin, Küçük Asya, İran ve Arap topraklarında bulunan büyük pazarlardaki talep artışıyla birlikte ele alındığında, uç toplumu için geniş kapsamlı sonuçlara sahip olduğu görülmektedir”[çeviri bana aittir] (1980:75). İnalcık’ın buradaki açıklamasına göre, komşu kâfirlerin köleleştirilmesi sadece dindarca bir eylem değil, ama aynı zamanda kârlı bir iştir. Aralıksız gerçekleşen köle akınları ve bu akınlarda paralı asker olarak yer alma fırsatı, Türkmen uç toplumunun uzmanlaşmasını ve toplumsal farklılaşmasını getirmiştir. Dolayısıyla İnalcık’ın sorduğu soru tüm Osmanlı İmparatorluğu için geçersiz gözükse de, kuruluş evresinde için pekâlâ geçerli olmuş ve Osmanlı sosyoekonomik anlamda köle emeğine dayanan bir sistem olarak başlamış olabilir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun nasıl kurulduğunun birçok etmene bağlı olarak açıklanması gerektiği akla çok daha uygundur. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nun nasıl kurulduğu sorusu Osman’ı ve temsil ettiği Türkmen grubunu neyin veya nelerin harekete geçirdiği sorusundan farklıdır. Bu açıdan bakınca, Osman’ı harekete geçiren ve bir süre sonra onu siyasi bir güç haline getiren etmen Osmanlı İmparatorluğu’nun ortaya çıkmasını sağlayan nedenlerden sadece biridir. Çoğu kez bu ikisinin birbirleriyle karıştırdıkları veya birbirlerinin yerine kullanıldıkları görülmektedir. Osman’ın temsil ettiği grubun bir beyliğe dönüşmesi farklı bir meseledir ve bu açıdan bakınca, bu tartışmanın konusu belli bir Türkmen uç toplumunun farklı bir yapıya dönüşümünü getiren itici gücün saptanmasıdır.

Daha önce atıfta bulunduğumuz gibi (Virgül, Haz. 2004:15), gazilikten gelen yağmanın kuralları vardı ve daha da önemlisi gazilik kazanç getiren önemli bir meslek olarak kabul edilmekteydi. Divitçioğlu, Osmanlı Beyliği’nin Kuruluşu adlı kitabının Gaziler üzerine olan kısmında, Sıratü’l-İslam adlı Arapça yazılmış eserde sırayla belirtilmemiş iktisadi mesleklerin aynı eserin 14. yüzyılın ikinci yarısında Karesi bölgesinde Risaletü’l İslam olarak belirmiş olan Türkçe kopyasında, “Türk iktisadi meslekleri” olarak ve belli bir sırayla verilmiş olduklarını belirtmektedir: “1)Gazilik; 2) Ticaret; 3) Tarım; 4)Zanaat” (2000:54). Demek ki ne gazilik sadece dini bir eylem ne de ganimet, girilen çatışma ve savaşların doğal ve raslantısal bir sonucudur. Bir meslek olarak gaziliğin şartları varken, elde edilen ganimetin paylaşımının da kuralları bulunmaktadır. Bu şartlardan biri, Divitçioğlu’nun da belirttiği gibi (age.,55), ganimetin savaş alanında üleştirilmemesi, ama dönene kadar beklenmesidir: “Ve dahı kâfirler elinden her ne kim aldılarsa , kâfir ilinde üleşmeyeler. Ve üleşmezden öndin satmayalar” (Tekin,1989:160). Görüldüğü gibi, ganimet paylaşılmadan önce satılamamakta ve paylaşmanın yapılması için de ilk önce geriye dönülmesi gerekmektedir. Bu açıklama aynı zamanda “satma” eyleminin ve satılacak bir metanın söz konusu olduğunu göstermektedir. Bu satırlardan önce gelen başka bir cümle bu ayrıntıyı daha da ilginç kılmaktadır: “Ve dahı kâfirler dutsağını müsülmanlar dutsağına degşürmeyeler, ve dahı kâfirler dutsağını mal alup salıvirmeyeler”(age, 160). Kâfir tutsağı ne müslüman tutsakla ne de mal karşılığı değiştirmek mümkün gözükmemektedir. Tutsaklar sadece satılmak içindirler ve o da paylaşım bittikten sonra.

Bu ayrıntıya önem vermemin nedeni gaza veya akınlardan gelen ganimetin – ve bunlara kâfirlerin oğulları ve kızları da dahildir – nasıl tanımlandığını göstermektir. Paylaşımdan sonra tabii ki bir gazi veya akıncı payına düşeni satmayarak kendi kullanmak isteyebilir, ama sosyal bir eylem olan akının – ki ganimetin metalaştırılması yapılan eylemi sosyalleştirmektedir – hedefi mal edinmektir. Akıncılık bir iştir. Bu durumda söz konusu olan, savaşın getirdiği yağma değil ama yağma elde etmek için düzenlenen savaş ve savaşmanın bir mesleğe dönüşmüş olmasıdır. Tutsakların meta oldukları konusu o kadar önemlidir ki, örneğin bir hisarın yağmayla alınmasından sonra esirleri hisarda bırakmak isteyen Orhan Gazi, bu isteğini esirleri satın alarak (“ve bu alınan esirleri Orhan Gazi satun aldı” Aşık Paşazade, 2003:350) sağlar. Burada Orhan Gazi esirleri neden satın almak zorunda kalmaktadır? Herşeyden önce demek ki esirlerin bırakılmasını emredecek durumda değildir ve gerçekten de henüz Osmanlı’nın ikinci hükümdarı olmamıştır. Anlaşılan esirlerin bırakılmasını babasından da rica edememektedir. Çünkü büyük olasılıkla esirlerle ilgili mevcut o sırada babasının sahip olduğu iktidardan da güçlü ve üstündedir. Esirler para etmektedir ve Orhan Gazi’nin de katılmış olduğu bu akında esirler üzerinde bir ortaklık durumu söz konusudur. Orhan Gazi diğerlerinin paylarını satın almak zorundadır.

İlk Osmanlı tarihlerine bakıldığında, yağmanın ne kadar yaygın olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Özellikle Gelibolu’ya geçildikten sonra akınlar büyük bir artış göstermiştir. “Çünkim Gelibolu bunlarun oldı, andan Süleyman Paşa Hayrabolı ve Çorlı vilayetlerine akın itdiler. Aklından her ne kim kaparlar, kazarlardı alup Gelibolı’ya gelürlerdi. Meğer bir beğ var idi, adına Evrenos Beğ dirlerdi, gayet bahadır idi. Hacı İlbeği dirlerdi, bir dilaver dahı var idi. Bu iki gazilerile gelüp Dimetoka’yı ve İlbeği bergozını çalıp çırparlardı, girü dönüp Gelibolı’ya gelürlerdi” (Anonim tevarih-i Âl-i Osman, 1992, 19). Burada “çalıp çırparlardu” deyiminin varlığı en azından bu gözlemleri yapmış veya duyduklarını kaydetmiş bireylerin bu akınları bir şeyler çalmak olarak tanımladıklarını veya bir şeyler çalmanın bu akınlarda önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. Bir süre sonra yağmanın farklı bir boyut kazandığını görüyoruz. Anadolu’dan gelen Kara Rüstem adlı bir şahsın önerisi sonunda, sultan ganimetten pay almaya başlar. Kara Rüstem Gelibolu’ya yerleşir ve esir başına yirmibeş akçe almaya başlar (age.,25). Neşri tarihine göre, devletin akın ganimetlerinden çeşitli şekillerde pay almaya başlaması, akıncıların direnişiyle karşılaşmıştır: “(...) esir içün akça aldukların bilicek iskeleye esir getürmeyüb her biri bir tarafda gizler oldılar” (Neşri Tarihi, 1995:199). İktidarı güçlenmiş olan Osmanlı, ganimetle ilgili mevzuatı değiştirmeye başlamıştır. Kara Rüstem’in Gelibolu’ya yerleşmesi anlamlıdır.

Halil İnalcık Osmanlı ekonomisinin çeşitli kesimlerinin köle emeğine dayandığını, İstanbul ve Bursa gibi kent merkezlerinde gayet hareketli köle pazarları bulunduğunu ve bunun da ilk üç yüz yıl boyunca sınır boylarındaki yağma ve kölecilik faaliyetlerini ciddi bir şekilde teşvik ettiğini yazmaktadır. Özellikle Bursa’daki ipek üretimi köle emeği için büyük bir talep yaratmaktadır (İnalcık, 1999:284). Bursa pazarı Osmanlı’yla birlikte Ortadoğu köle ticaretinde Sivas’ın yerini almakla kalmamış, ama Osmanlı sarayının bile köle satmak için tercih ettiği bir yer olmuştur. Bursa’ya giden yol Gelibolu’dan geçmektedir. Özellikle İranlı ipek tacirleri Bursa pazarının en iyi müşterileridir (İnalcık,1979:37). Fakat aynı zamanda Cenova ve Venedik de, sadece İtalya için değil ama Girit gibi denizaşırı girişimleri için de düzenli bir şekilde köle almaktadırlar. Ceneviz Osmanlı’dan önce köle ticaretinin içindedir. Karadeniz’deki kolonileri vasıtasıyla bu işi bir süredir yapmaktadır. Üstelik Osmanlı’nın bu işe etkin bir şekilde girerek, Fatih zamanında bu ticareti sıkı bir şekilde kontrol etmeye başlaması Ceneviz için ciddi bir darbe olacaktır (age., 335-36).

Osmanlıların on altıncı yüzyılın ortalarında batı sınırlarında güçlü bir direnişle karşılaşmaları ve böylece esir kaynaklarının kurumaya başlaması, köle ticaretinin Kırım Tatarları’nın eline geçmesine getirir ve kısa sürede köle ticareti Kırım ekonomisinin en önemli gelir kaynaklarından biri olur. Artık yağma faaliyetleri Rusya ve Polonya içlerine sarkmıştır. Sadece 1578 yılında 17,502 köle ihraç edilir. Köle fiyatları bu sıralarda 20 ile 40 altın duka civarında değişmektedirler. Aynı dönemde Osmanlı da köle ticaretinden yıllık 18,000 altın dukalık gelir (gümrük vergisi) elde etmektedir (İnalcık, 1999: 284). 1557 yılında Bursa’dan yapılan ipek ihracatından elde edilen gümrük vergisinin 24,000 altın duka olduğunu düşünecek olursak, bu hiç de küçümsenmeyecek bir rakamdır (İnalcık, 1994:125). Gene İnalcık’a göre, 1577-78 arasındaki on dört ay boyunca Kırım’ın köle ticaretinden elde edilen gümrük vergisi, Osmanlı’nın Kırım’dan elde ettiği toplam gelirin % 29’nu temsil etmektedir (İnalcık,1999, 283). Bu tartışmanın konusu Osmanlı İmparatorluğu’nda köle ticaretinin incelenmesi değildir, ama bu örnekler köle ticaretinin Osmanlı gelirleri ve ekonomisi için ne anlama geldiğinin anlaşılması için yararlıdırlar. Kırım örneğinde mesafelerin daha büyük olduklarını düşünecek olursak, Osmanlı’nın ilk dönemindeki akıncıların çok daha avantajlı bir konumda mesleklerini icra etmiş olduklarını görürüz. İlk dönemin Türkmenleri, Bizans’ın içinde olduğu durum da dikkate alındığında, çok önemli bir gelir kaynağına sahip olmuş olmalıdırlar.

Kaynaklarda Osman Bey’in de en azından akıncı anlamında bir gazi olduğu görülmektedir. Çevresinde, kendi başına çalışan ve bazen Osman Bey’le de birlikte hareket eden Samsa Çavuş, Akça Koca gibi gaziler bulunmaktadır. Bunların aralarında Köse Mihal gibi Hıristiyan kökenliler de vardır. Fakat Osman Bey sadece yağmayla değil, ama aynı zamanda bu bölgede bir güç olmakla da ilgilenmektedir. Aşık Paşazade tarihine göre Osman Bey bazı durumlarda esir almamayı seçmektedir ve bunun nedeni yöre halkının güvenini kazanmaya çalışmasıdır (Aşık Paşazade, 2003:332-334). Kendisini diğer Türkmen akıncılardan farklı kılma çabasındadır. Bu Aşık Paşazade’nin Osmanlı’yı diğerlerinden farklı göstermek için sonradan üretmiş olduğu bir kurgu da olabilir, ama Aşık Paşazade’nin yazmış olduğu tarihinin çeşitli kısımlarında aynı faaliyeti diğer Osmanlı sultan ve gazilerine yakıştırdığını dikkate alacak olursak, bu kurguda bir doğruluk payı olduğu da düşünülebilir.

İnalcık’a (1980) göre Türkmenler’in uç bölgelerinde belirmelerinin ve Bizans topraklarına akın etmelerinin arkasındaki neden Anadolu’ya gelen Moğolların yaratmış olduğu nüfus baskısıdır. Bunun sonucu ekonomik sıkıntı ve bu sıkıntıdan ötürü Türkmen gruplarının farklı geçim yolları aramaya başlamalarıdır. Bunlardan biri yağma ve onunla beraber gelen köle ticareti, diğeri de paralı askerliktir. Bu dönem paralı askerliğin hem bu yörede parladığı bir zamandır. İlk Osmanlı tarihlerinde Osman Gazi’nin kendi grubunu bir garipler topluluğu olarak tanımlamaktadır ve Bilecik tekfuru için de, “Konşularumuzdur. Biz bu vilâyete garîb geldük, bunlar bizi hoş tutdılar” dediği görülmektedir(Aşık Paşazade, 334). Bu tarihlere göre, Osman Gazi’nin ilk başta savaştığı gruplar Germiyanlar ve Tatarlar, yani diğer yağmacılardır. Yaşamakta olduğu Bizans yöresini bu gruplardan korumaktadır. Osman’ın bu hareketi, kendisine karşı yapılmış olan iyiliğin bedelinin ödenmesi olarak algılanabilir. Diğer yandan burada bir tür paralı askerlik faaliyeti de görebiliriz. İnalcık (1980: 78) Bizans İmparatoru Michael Palaeologus’un Mora’daki Franklarla savaşmaları için 1264 yılında 5,000 kişilik bir Türk paralı asker grubunu tuttuğunu söylemektedir. Başta Bizans adına başarılar kazanan bu paralı askerler bir süre sonra taraf değiştirirler. Bu, paralı askerlerın sık sık sergiledikleri bir davranış biçimidir. İlginç olan, Osman Gazi’nin de bir süre sonra taraf değiştirmesi ve borçlu olduğunu ifade ettiği Bilecik Tekfurunun hisarını ele geçirmesidir. Bunun nedeni Osman Gazi’nin hakarete uğramış olmasıdır. Bilecik Tekfuru beğlik taslayarak Osman’ın gazilerine elini öptürmüş ve bu da Osman Gazi’yi incitmiştir (Neşri, 95). Bu öykü nasıl sunulmuş olursa olsun, burada önemli olan Osman Gazi’nin davranışının aynı zamanda İnalcık’ın paralı askerlerle ilgili verdiği örneğe uyuyor olmasıdır. Nüfus baskısı sonucu oluşan ekonomik zorluklardan ötürü paralı askerliğe başlayan Türkmenler, ilk başta işlerinin karşılığı olarak göz yumulan yağmacılıklarını daha sonra sadece kendi adlarına yürütmeye yönelirler. Bunun sonucu belli bir dönem için yoğun bir yağmacılık, köle ticareti ve Osman Gazi gibi bazı beylerin de bu sürecin sonunda iktidar sahibi olmaları veya mevcut iktidarlarını genişletmeleridir.

On beşinci yüzyılın ortalarında devşirilmiş olduğu düşünülen Konstantin Mihail Konstantinoviç’in bir yeniçeri olarak geçirmiş olduğu yaşamını ve Osmanlı’yı anlattığı eserinde, “Akıncı adı verilen Türk avcıları”ndan bahsettiği bir bölüm (2003:107-110) vardır: “Diğer Türkler bunlara “çoban”, yani koyun çobanı derler. Zira bunlar koyunlardan ve diğer hayvanlardan geçinirler. Atlarını yetiştirirler ve kendilerinin bir sefere çağrılmasını beklerler” (age.,107). Seferden önce akın yapılacak yer, akından sorumlu olacak sancakbeyi ve seferin kendisi övmek adettir: “Zengin memleketlere götürülecek ve yeterince kadın ve erkek hizmetkarı ve her çeşit mal ve mülkü ganimet olarak alacaksınız”. Konstantin’e göre, sancakbeyi sefer sırasında geride bekler, her yana küçük gruplar halinde yayılmış akıncılar da ganimet ve esirleri kendisine getirirlermiş (age., 108). Yazarımız bir başka yerde, Türkler’in hayvan yerine insan yağmaladıklarını, herşeyi aldıktan sonra hızla, Hıristiyanlar silahlanmadan geri çekilmekte olduklarını da belirtmektedir (age.,116). Akın etkinliğine bir başka tanık, 1666 yılında Kanije’de tanık olduğu bir akını, yağma faaliyetini anlatan Evliya Çelebi’dir. 1490 gazi, yağmadan gelen mal (50 köle, bunlara ait eşya ve diğer eşya) satıldıktan ve masraflar çıktıktan sonra kalan 18,160 altını paylaşmak için camide toplanırlar. Bu arada Evliya’nın payına da, yazıcı olarak yardımcı olduğu için, fazladan 4 altın düşer. Cami çalışanları da beş altın alırlar. Herşey bittikten sonra Evliya fath suresini okur ve dualar edilir (İnalcık, 1999:307). Burada hem faaliyetin toplumsal karakteri bir kez daha açığa çıkmakta, hem de cami ile akın/yağma arasındaki yakın ilişki, dini ideolojinin bu faaliyetin meşrulaştırılmasındaki rolü görülmektedir.

Bu tartışma Osmanlı’nın ortaya çıktığı yörede bir Türkmen uç toplumunun var olduğunu varsaymaktadır. Böyle bir toplum var mıydı, vardıysa ne kadarı Türkmen ne kadarı Bitinyalıydı? Bunlar yanıtlarını henüz kesin olarak bilmediğimiz sorulardır. Fakat böyle bir toplumun ilk başta var olmamış ve sadece dışarıdan akın/yağma için gelmiş gaziler veya paralı askerler olduğunu kabul etsek bile, bu durum Türkmenler’in veya Türkmen göçebelerin veya yarı-göçebelerin bir toplumsal dönüşüm geçirmediklerini göstermez. Sonuçta uç toplumlu veya toplumsuz, burada iddia edilen, Anadolu tarihinin belli bir döneminde paralı askerlere olan talebin artmış, yağmanın kolaylaşmış, bu ikisinin ilişkilendirilmiş, yağmanın kendisine dini bir gerekçelendirme kazandırılmış olduğudur. Yağmanın sağladığı ekonomik kazanç ve yeni bir toplumun ortaya çıkmasını sağlayacak olan toplumsal yıkım, özel olarak Osman’ın ve genelde Türkmenler’in siyasi ve toplumsal dönüşümünü getiren koşulları sağlamıştır. Fakat tüm bunlar bir yana, bu tartışmanın en önemli sonucu, Osmanlı’nın özellikle ilk dönemiyle ilgili anlatılarda yoğun olarak yer alan akın/yağma/tutsak meselesiyle hâlâ yeterince ilgilenilmemiş olunmasıdır.



İnalcık, H. – 1979: “Servile Labor in the Ottoman Empire”, Studies in Ottoman Social and Economic History’de (1985), London: Variorum, 348s.

İnalcık, H. – 1980: “The Question of the Emergence of the Ottoman State”, Studies in Ottoman Social and Economic History’de (1985), London: Variorum, 348s.

İnalcık, H. – 1994: The Ottoman Empire – The Classical Age 1300-1600, London: Phoenix, 258s.

İnalcık, H. – 1999: An Economic and Social History of the Ottoman Empire V.1 1300-1600, Cambridge: Cambridge, 474s.

Divitçioğlu, S. – 2000: Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu, İstanbul:YKY, 165s.

Tekin, Ş. – 1989: “XIV. Yüzyılda Yazılmış Gazilik Tarikası ‘Gaziliğin Yolları’ Adlı Bir Eski Anadolu Türkçesi Metni ve Gazâ Cihâd Kavramları Hakkında” Journal of Turkish Studies, c.13.

Anonim tevarih-i Âl-i Osman – F.Giese Neşri, 1992, (haz.) N.Azamat, İstanbul:Marmara Üniv.,171s.

Kitâb-ı Cihan-nümâ Neşrî Tarihi I. Cilt, 1995, (yay.) F.R.Unat ve M.A.Köymen, Ankara:Türk Tarih Kurumu, 419s.

Aşık Paşazade Osmanoğulları’nın Tarihi, 2003, (yay.) K.Yavuz ve M.A. Yekta Saraç, İstanbul: K Kitaplığı, 615s.

Bir Yeniçerinin Hatıratı, 2003, (yay.) K.Beydilli, İstanbul:Tatav, 139s.

Yorumlar